Küresel kriz, küreselleşme ve milli devlet

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Doç. Dr. Mehmet KARAGÜL

Küresel kriz üzerine içeride ve dışarıda fazlasıyla yazı yazılıp, söz söylendi. Ancak bu krizin ardından Küreyi nasıl yeni bir oluşumun beklediği maalesef yeterince konuşulmadı.

İnkârı mümkün olmayan bir gerçek var ki yaşanan hiçbir olağanüstü halin ardından mevcut önceki yapının sürdürülebilmesi olası değildir. Çünkü yaşanan olağanüstü menfi durum, mevcut yapının ürünü olduğundan ondan kurtulabilmek için mutlaka yeni bir yapının oluşturulması kaçınılmaz olacaktır.

Dolayısıyla bugünkü yaşanan küresel krizi, IMF ve Dünya Bankası'nın kontrolünde oluşturulan; kamuyu olabildiğince saf dışı bırakan, milli devlet yapılanmasını kabul etmeyen, kapitalin hâkim olduğu küreselleşmeyi öngören, neo liberal politikaların bir ürünü olduğunu inkâr edebilmek mümkün görülmemektedir. Dolayısıyla bu küresel krizde, kapitale tanınan aşırı özgürlüğün, denetimsizliğin ve bunun doğurduğu haksız rekabet sisteminin belirleyici rolünü yadsımak oldukça zordur. Yoksa olayı sadece ABD'de yaşanan bir ipotekli konut kredisi ile açıklamak mümkün değildir.

Evet, sonuç itibariyle, ABD'nin konut sektöründe başlayan finansal krizin, bütün dünyayı reel sektörler boyutuyla sarmış olması ve giderek ağırlaşması hatta daha ne kadar süreceği konusunda hiçbir iyimser görüşün serdedilememesi, bütün insanlığı her geçen gün gelecek adına biraz daha kaygılandırmaktadır.

Ülkemizde ilk önce önemsenmeyen kriz için, şimdi oldukça ağır ekonomik ve sosyal tahribata yol açan bir boyut kazanmasına rağmen, henüz ciddi bir önlem alınmaması ve olayın seçim sonrası IMF'ye havale edileceği kaygısı, vatandaşın endişelerini artırmaktadır. Çünkü krizi bizden daha önceden ve çok daha ağır bir şekilde yaşayan gelişmiş ülkeler; çözüm adına, ekonomiyi canlandırmaya dönük genişletici maliye ve para politikaları yanı sıra, kamulaştırmaya varan devlet müdahaleleriyle, hatta korumacı önlemlere tekrar başvurma pahasına krizle mücadele etmektedirler. Bu noktada Türkiye'nin, sorunu üreten sitemin sahiplerinden sorunu çözmelerini beklemesi gerçekten izaha muhtaçtır.

Bu çerçevede, uluslararası ilişkiler uzmanı ve jeo-stratejist Dr. George Friedman "Bu durum bizi ulus devletlere götürür" diyerek, olayın en kuvvetli olası haline işaret etmektedir. Çünkü Friedman'a göre; IMF, Dünya Bankası'nın krizle mücadelede yetersiz kalması neticesinde bütün uluslararası kuruluşlar itibar kaybedecek ve tek araç olarak milli devlet yapılanması kalacaktır. Çünkü kriz anlarında herkes için öncelik, kendi canını kurtarılması olacaktır.

Bu bağlamda Avrupa Birliği'nin kriz için toplanıp da ortak bir çözüm ortaya koyamaması, bunun açık bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla kriz anları, uluslararası işbirliği ve örgüt yapılanmaları için talihsiz bir dönem olduğu kadar, daha çekirdek bir yapılanma olan ulus devletlerin güçlenmesi için önemli bir fırsattır. Örneğin, ülkemizin ihracatının aralık ayında yüzde 25, Ocak'ta yüzde 35 düşmüş olması, Türkiye'nin üretim yapamamasından değil, ürettiği mallara pazar bulamamsından kaynaklanmaktadır. Bu gelişme, uluslararası piyasalarda ciddi bir korumacılığın uygulanmaya başladığının açık göstergesidir. Yani gelişmiş ülkeler, korumacı politikalar ile önce kendimi kurtarayım refleksi ile hareket etmektedirler.  Söz konusu bu gelişmenin, uluslararası serbestleşmeye dolayısıyla küreselleşemeye karşı oluşturduğu tehdit ölçüsünde, milli devlet yapılanması için de o derece fırsat olduğu apaçık ortadadır.

Lakin Dr. George Friedman'ın özelde Türkiye için yaptığı önerilerle, krizin genel çözümü için öngördüğü milli devletin yeniden keşfi düşüncesi, çok da uyumlu görülmemektedir. Binaenaleyh, Türkiye'nin krizden kurtulması için borçlarını ödemesi gerektiğini vurgulayan Friedman, bunu da halihazırda henüz elden çıkmamış mal varlığımızı satarak yapabileceğini, hatta yapması gerektiğini tavsiye etmektedir.

Yaşadığı toprağa ve üzerindeki değerlere sahip olmayan bir milletin, milli devletinden ne ölçüde söz edilebilir? Dolayısıyla bizim kanaatimiz; satarak değil, diğer ülkelerin uyguladığı şekliyle mümkün olduğunca kendi malımızı kullanmaya dayalı bir anlayış ve daha korumacı politikalarla, kamuda ve özelde israftan kaçınarak ve üretimi önceleyerek en az hasarla bu darboğazın aşılabileceğidir.