Küresel krizin düşündürdükleri
Murat TENEKECİOĞLU / Yeminli Mali Müşavir
ABD seçimini yaptı, dünyanın tepkisini çeken yeni konservatifleri ve politikalarını reddederken, demokrat beyaz bir kadın başkan yerine, siyah bir başkanı seçmeye öncelik vererek imaj ve umut tazeledi. Sırada ilk kadın başkan seçiminin olduğu mesajını da verdi. Ancak, dünyanın barış, istikrar, ulusal güvenlik, refah, insan hakları ve demokrasi ihlalleri, çevre kirliliği, iklim değişikliği, içilebilir su ve gıda kıtlığı, yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği, terör, nükleer enerji, ekonomik kriz gibi acil çözüm bekleyen toplumsal sorunları var. Genetik şifrenin çözüldüğü, mikro ve makro kozmosun keşfedilmekte olduğu 21. yüzyılda insanlığın bu utanılası sorunları; yaşadığımız yüzyılın üzerinde en fazla tartışılacak konusunun; birey, piyasa ve siyaset arasındaki ilişkilerin ne olması, ne olmaması gerektiğine işaret ediyor.
G-20 toplantısında, Bush; piyasaya rağmen, yeni çözümler aranmaması gerektiğini vurguladı. Ancak, birey-piyasa-siyaset ilişkisini değerlendirirken, liberalizmin birey ve siyaset üzerindeki etkilerini de dikkate almak gerekir. Dünyada 1980'li yıllarda uygulanan Reagenizm, Thatcherizm gibi acımasız, katı liberal politikalar daha fazla tasvip görmemiş ve seçmenlerin oyları ile uygulamadan kaldırılmıştı. Baba ve oğul Bush yönetimlerinde ise, yeni versiyonları uygulamaya konuldu. 21'inci yüzyılda liberalizmin devam edip edemeyeceği; bireylere çok sayıda alternatifler sunmasına değil, bireylerin gerçek anlamda özgürce tercih etme imkanlarının ve satın alma gücü kapasitelerinin olmasına bağlıdır. Bireylerin özgür tercihler yapamadıkları, hukuk, rekabet ve riskin birlikte var olmadığı piyasalar; serbest değil, güdümlüdür ve özel amaçlara hizmet ederler.
George Orwell'in hayvan çiftliğindeki "tüm hayvanlar eşittir, ancak bazı hayvanlar daha eşittir", Konfüçyüs'ün "sana yapılmasını istemediğini, başkasına yapma", Jean Paul Sartre'nin; "istismar edilip de, istismar edenlere saygı duyanlardan nefret ediyorum" sözleri sorunu yeterince anlatmıyor mu?
Küresel kriz mi?
Kendilerini, piyasaları ve işlemlerini abartıp, aşırı değerleyerek, kar, kar payı, ücret gibi milyonlarca dolar gelir elde eden, toplum üstü marjinal yaşam süren, Wall Street'te konuşlanan başkalarına ait paraları kullanan küresel sermayenin sorumsuz temsilcileri; yatırım bankaları, fonlar, bankerler, üretmeden kağıtlar üzerinden para kazananlar, bunların işlemlerini onaylayıp teşvik eden uluslararası rating ve denetim/audit kuruluşları, siyasetçiler, bürokratlar elbirliği içinde ve göz göre göre profesyonelce ama bir o kadar da şeffaflıktan uzak biçimde, önce sermayenin uluslararası akışkanlık kazanmasının önündeki engelleri kaldırdılar, sonra piyasaları, borsaları ve ulusal ekonomileri inanılması güç bir maceraya sürüklediler:
Para piyasalarını kilitlediler, dünya borsaları ve borsalarda kayıtlı şirketler yarıdan fazla değer kaybetti, petrol ve emtia fiyatları düşmeye başladı, ulusal ekonomiler durgunluk-enflasyon-işsizlik sarmalı içine girdi. Zaten aksak işleyen uluslararası para sistemini çökerttiler. İnsanlar işlerini, satın alma güçlerini, tasarruflarını, refahlarını kaybettiler, kaybediyorlar. Paranın ve parayla oynayanların ahlakının olmadığını, serbest piyasaların kendi kendine işleyemediğini, piyasa ekonomisinin devletin rasyonel ve samimi regülasyonu olmadan ayakta kalamayacağını, piyasalara güvenilemeyeceğini sistemin bir versiyonu olan neo-liberalizmin "ilkesizlik" ile sonlanacağını bir kez daha tüm dünyaya ispat ettiler. Amerikan rüyasını önce Amerikan kabusuna, sonra da küresel kabusa dönüştürdüler. Bunu sorumsuzca ve daha çok kazanmak için yaptılar, küresel refahtan ve insanların mutluluğundan çaldılar! Ulus devletlere ve ulusal ekonomilere başı-sonu belli olmayan ödenmesi çok güç ve kabul edilemez miktarlarda; "faturalar" çıkardılar. Artık, hepimizin bir "krizi" var! Dünyanın neresinde olursa olsun, tüm küçük işletmeler ve aileler geleceklerinden kaygı duyuyor, var oluş mücadelesi veriyor. Bize göre bir "insanlık suçu" işlendi.
Piyasalara güven sağlamak ve kriz ile mücadele etmek adına bulunan çözüm ise, bize daha önce gördüğümüz film senaryolarını hatırlatıyor: siyasetçiler devletleri dolayısıyla da vergi mükelleflerini trilyonlarca dolar borçlandırarak, finans kuruluşlarına ve piyasalara aktarıyor. Gelecek nesiller dahi borçlandırılıyor. Adına da "temsili demokrasi" veya "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyorlar! Neden? Kim kazanıyor? Kim kaybediyor? Tüm dünya el ele neyi kurtarmaya çalışıyor? Bir sonraki krize kadar durum idare mi ediliyor? Bu soruların cevapları ve olan-biten; Soros'un yıllar önce basılan Amerikan Üstünlüğü Hayali isimli kitabında bir senaryo gibi yazılı.
Sonuç:
Üretimini, satın alma gücünü ve tüketimi birlikte artıramayan, sadece tüketimi teşvik eden, "bugün harca, tüket! Yarın acı çek!" politikaları izleyen, açlık ve yoksulluk sınırı verilerini zorlayarak geleneksel rantçı yapısını koruyan, cari açık veren, yeterli rezervi olmayan, daralan uluslararası piyasalara ihracat yapmak zorunda olan, sıcak paraya mahkum ve spekülatif para ataklarına açık olan, krizi hafife alan, risk alan, krizin G7 ülkelerinden diğer ülkelere transferine hizmet eden IMF'ye sığınan, yerel seçim arifesindeki Türkiye gibi bir ekonomiye "kriz teğet geçer" demek; ya olanı-biteni anlamamak ya da olanın-bitenin üzerini örterek ucuz popülizm yapmak değilse nedir?
Bundan sonra piyasalarda ne olacak sorusunun cevabı ise, son derece basit: varlıklar ile kağıtlar arasındaki değer farkı (market bubble) enflasyon ile azaltılacak, dolayısıyla da ulusal paralar değer kaybedecek, faizler yükselecek, işsizlik artacak, reel ücretler düşecek, "ucuzken alıp, pahalıyken satanlar" bir kez daha kazanacak! Kaybeden çoğunluk siyasal iktidarları sarsacak! Bu bir kehanet mi? Tabii ki hayır! Piyasa ekonomisi kitaplarında böyle yazıyor!