Libya’ya saldırıları hep seyredecek miyiz?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dr. Mustafa AŞULA / Emekli Büyükelçi

Libya'ya yönelik müttefik operasyonunun, üyesi olduğumuz NATO içine çekilmiş olmasına seviniyoruz. Çünkü bu tarz, gönüllü bazda teşekkül etmiş olan koalisyon düzenlemesine nazaran daha ehveni şerdir de ondan.

Ancak memnuniyetimizin basına yansıyan tezahürlerine bakıldığında, yeni NATO tertibiyle Libya'nın daha çok korunmuş olacağından ziyade, bizimle yıldızı bir türlü barışmayan Fransa'nın bu sonuncu organizasyonda 'devre dışı' kalmış olması daha çok önem arzediyor gibi. Halbuki Fransa'da NATO üyesi ve operasyona çok daha yoğunlukla katılıyor. Ama biz kendimize pay çıkarmaktan yine de geri kalmıyoruz.

Ancak ortada hergün daha da ağırlaşan bir tablo var; Libya havadan ve denizden vurulmaya devam ediyor, ülkenin savunma alt yapısı yerle bir ediliyor, kara gücü nokta atışlarıyla hergün biraz daha zayıflatılıyor ve yönetim en kısa sürede isyancıların emellerini kabule hazır hale getirilmeye çalışılıyor.

Müttefikler bu saldırıları Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla izah ediyorlar diye, onlara hak verip, Libya'nın tükenmesine ve isyancıların ülkenin tamamını ele geçirmelerine alenen alkış tutmasak bile, hep seyirci mi kalacağız? Türk kamuoyu bütün bu olup bitenleri güle oynaya mı, karşılıyor zannediyoruz? 

Güvenlik Konseyi'nden adeta zorla, beş çekimsere karşı on oyla bir karar çıkarıldı ve böylece şeklen uluslararası meşrutiyet teessüs etti diye, bağımsız ve egemen bir ülkenin göz göre göre parçalanması, sadece Libya için değil, fakat her ülke için kötü bir misaldir. Böylesi bir emsalin oluşması kimsenin yararına değildir.  Meseleye  kendi açımızdan baktığımızda, Libya'ya saldırılar, bizim başlıca üç temel ölçümüze uymuyor; Bağımsızlık mücadelesi vermiş bir ülke olarak, bağımsızlıkların dışarıdan müdahele ile ortadan kaldırılmasını içimize sindiremeyiz. Biz böylesi bir hatayı 1960'ların başlarında Cezayir olayında yaptık; İttifakın hatırı için Fransa ile birlikte oy kullandık. Bugün hala bu hatanın izlerini silmeye çalıştığımızı herkes biliyor.

İkinci ölçümüz, bir ülkenin iç işlerine müdahele edilmemesidir. Bundaki hassasiyetimizin ölçüsü yoktur. Aynı hassasiyeti, dostluk, kardeşlik ve yoğun işbirliği ilişkileri sürdürdüğmüz Libya için de gösterebilmeliyiz.

Müttefikler silahlı ayaklananları ve isyancıları desteklemekle, şüphesiz ülkede yeni bir düzeni hedefelemektedirler. Unutulmamalıdır ki, böylesi bir hedef,  sonunda amansız bir iç savaşı tetikleyecek ve sözde 'halkı korumak' isteyen taraflar kendilerini tıpkı Afganistan'da ve Irak'ta olduğu gibi, süresi belirsiz gerçek bir kaosun içinde bulacaklardır.

İsyancıların da iyi düşünmeleri gerekir; sonunda Lider Albay Kaddafi uzaklaştırıldığında, bu dönüşümü kendileri değil, fakat dışarıdan Batılı müttefiklerin yaptığını saklayamayacak, bu suretle, Tunus ve Mısır örneklerini izlediklerini de iddia edemeyecekleri gibi, sonunda müttefiklerin reva görecekleri akıbetleriyle baş başa kalacaklardır.

Tarih tekerrürden ibarettir; 2003'te  Bağdat'a girildiğinde, Amerikalı askerler Saddam Hüseyin'in heykeline ilmik atmış ve etrafta toplanan halk bu hareketi alkışlamıştı. Sonradan aynı halkın Amerikayı uzaklaştırabilmesi, yıllar süren uğraşı sonunda, bir milyon cana mal olmuştu.

Konuyu, üyesi olduğu NATO örgütü içine çekmeyi beceren Türkiyemiz, silah ambargosunu denetleme adı altında dahi olsa, Libya etrafında oluşturulan çember içinde şu veya bu şekilde yer almak bir yana, Libyayı toprağıyla, halkıyla, bir bütün olarak kurtarmanın yollarına bakabilmelidir. Ananevi ve saygın Türk dış politikasından bu beklenir.