Mega krizin Türkiye'de teğet geçmeyen noktaları
Bekir Kavruk / Yönetim Kurulu Başkanı
Kadınlara seçme ve seçilme hakkını günümüzden 74 yıl önce çıkardığı yasa ile bize dünya da bunu ilk çıkaran ülkeler arasında yer almamız şerefini veren Türk dehası Atatürk 'ün özel hayatı tarzı itibariyle çok tartışmalı filmlerde irdelenirken Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından belirli kriterlere göre değerlendirilen ve 130 ülkeyi kapsayan kadın hakları raporu yayınlanmıştır. Hâlâ feodal kültürü yansıtan ilişki ve cinayetlerin yer aldığı Türkiye'nin Etiyopya ve hatta rejim açısından çok eleştirilen İran'ın dahi çok gerisinde son sıralarda yer alması yapmacık sosyete zenginlerinin yer aldığı magazin ya da filmlerinin rating rekorları kırdığı günümüzde kamuoyunun pek de ilgisini çekmemiş bulunmaktadır.
2008'de dünya da patlak veren mega krizin 1929'da Atatürk döneminde patlak veren tarihin en büyük krizi Büyük Buhran ile benzerlikler taşıdığı söylenmektedir. Yaptığı devrim ve reformlarla gerçek bir önder olarak kendi toplumunun 74 yıl önünde yer alma ileri görüş ve vizyonunu gösteren Atatürk 'ün bu büyük kriz dönemini büyük zorluklara rağmen borçsuz ve bütçe açığı vermeden başarı ile yönettiğini unutanlara tekrar hatırlatmakta yarar vardır.
ABD 'de subprime mortgage kredileri ile başlayıp Rating kuruluşlarından muammalı şekilde yüksek not alınca CDS'ler tarafından sigortalanan CDO bonolarının yol açtığı skandal Wall Street'in şişman kedilerinin mevduat sahiplerinden habersiz riskli türev piyasalarda işlemlere girmesi ile birleşince 2008 mega krizi patlamış , kısa zamanda likidite ve finans krizine dönüşerek başta AB ve Uzakdoğu olmak üzere bütün dünya ya yayılmıştır.
ABD 'de başlayan resesyon öncelikle Türkiye'nin ana pazarı olan AB'yi olumsuz etkilemiş ve AB ülkelerini tek tek resesyon sürecine sokmuştur.
Türkiye yaşadığı 2001 krizinde AB ve dünya da herhangi bir resesyon olmadığı için Türk ihracatçıları sorun yaşamadan ve hatta yükselen döviz kurunun getirdiği avantajları da kullanarak ihracatı patlatmış ve bu süreç Türkiye'nin başta KOBİ'ler olmak üzere yan sanayi ve iç piyasasında da talebin canlı kalmasına yol açmıştır.
Ancak 2001'de Türkiye'nin kriz yönetiminde çok yetersiz kalıp yurt dışından bu kriz yönetimini üstlenen bir bakan atamak zorunda kaldığını ve özellikle bu durumun yüzde 24 gibi oy çoğunluğuna sahip iktidar partisine 2002 seçimlerinde çok pahalıya mal olup, hezimete uğramasına yol açtığını belirtmekte yarar vardır.
Dünya da patlak veren 2008 mega krizinde bu kez Türkiye'de durum faklıdır. Ana pazar AB para sıkıntısına düşünce talep durmuş ve dolayısıyla bu durum yüksek enerji zamları sonucu artan üretim maliyetleri yanında kur riskleri, borç, tahsilât, biriken stoklar, kredi, vergi, bürokrasi ve benzeri sorunlarla zaten kan kaybetmiş olan Türk reel sektörünü ve dolayısıyla buna zincirleme bağlı Türk yan sanayisinden iç piyasaya kadar talebi çok olumsuz etkilemiştir.
Ayrıca kredileri kesen bankaların kredi faizlerini sabit tuttukları mevduat faizlerinin 5-6 puan üzerine taşımaları yanında müşteri çek teminatlarıyla alınan kredileri de geri çağırmaya başlamalarının zaten likit kaynak sıkıntısı yaşayan şirketleri iflas noktalarına sürüklemeye başladığını ve bunun verimli paket önlemler alınmazsa reel ekonomiye zarar vermenin yanında işsizliği de körükleyeceğini belirtmek gerekir.
Bankalar, şirketler ve kamu bazında çok yüksek borç stoku yanında ciddi cari açığı bulunan Türkiye'nin 2009 yılında tahmini 95 milyar dolarlık kaynağa ihtiyacı olup, Türk finans sektörü için de durum bu kez farklıdır.
Mega krizin dış ülkelerdeki finans kuruluşlarında baş göstermesi itibarıyla:
- Yeni finansal krediler ve kaynaklar sağlamada
- Kredi maliyetlerinde
- Yeniden borçlanmalarda
- Yükselen kurların getireceği riskleri karşılamada
- Bankaların düşük sermaye rasyolarında
- Özellikle muhtemel açık pozisyonlarında
- Dış-yerli banka ilişkilerinde teğet geçmeyecek ciddi sıkıntıların ortaya çıkması muhtemel görünmektedir.
S&P'nin yapmış olduğu tartışmalı son rating not değerlendirmesine göre Türkiye riskli görülüp artık yatırım tavsiye edilememektedir. Cari açığında yüksek faiz politikasının getirdiği sıcak paranın hayati olduğu ülkemizde bu durum yeni bir sürecin başlamasına işaret etmekte olup, popülist politikaların ön plana çıkacağı seçim dönemine rağmen "yeniden borçlanmak üzere" IMF ile tekrar masaya oturulması zorunlu hale gelmiştir.
Dünyada G7'ler bazında ortaya konulan paraların hacminin 5 trilyon doları bulmasına rağmen alınan tüm önlemler kâfi gelmemiş ve mega kriz koordinasyonu Türkiye'nin de yer aldığı G20'ler düzeyine genişletilmiştir.
Bu arada stagflâsyon tehlikesinin getirdiği işsizlik gibi ciddi sonuç ve riskleri göze alan Batı ülkelerinin 5 trilyon dolar tutarında dolar ve Euro olarak basılacak olan ana paraları ABD ve AB üzerinden dünya piyasalarına enjekte ederek kendilerinde oluşacak enflasyonist baskılardan kurtulma stratejisi izleyecekleri endişelerini de dile getirmekte yarar vardır.
Mega kriz sonrası ortaya çıkması muhtemel olan yeni dünya düzeninde oluşacak dengelerin daha adil ve barışçıl inşası açısından yeni başkan Obama'nın vaat ettiği değişim sloganının gerçekleşmesi yönünde zorlanması mümkün görünen dev sistem karşısında hukuk ile politika arası nasıl bir yol izleyeceği merak konusudur.
SONUÇ:
Türkiye 2001 sonrası uygulamaya koyduğu neo liberal ekonomi programı gereği düşük kur, düşük enflasyon, yüksek reel faiz ve sıcak para kaynağı bazında ekonomik büyümeyi sağlama politikası izlemiş ancak dış borç, cari ve dış ticaret açığı her yıl katlanarak "rekor düzeyde" artış göstermesinin yanında bir ülke dinamizminin temelini teşkil etmesi gereken Türk reel sektörü ise üretimden ziyade ithalatı teşvik eden bu uygulamalar sonucu zayıflayarak bu gün Mega krizin de etkisiyle ayakta duramaz duruma gelmiştir.
Dünya da yatırımcılara en yüksek reel faiz teklifini sunan Türkiye kendisine çok benzeyen Güney Afrika ile karşılaştırıldığında cari açık/milli gelir oranları yaklaşık olmasına rağmen reel faizin Güney Afrika'nın 3 katına eriştiği görülmektedir.
Türkiye'de 2001 sonrası şekillenen ekonomi politikalar neticesi her yıl katlanarak büyüyen borç stoku yanında bu günkü kriz şartları da göz önünde tutulduğunda durumun böyle devam edemeyeceği anlaşılmaktadır. ABD'de önümüzdeki Obama dönemi ile birlikte gündeme gelen ve değişime yönelik birçok programı dile getiren önlemler misali Türkiye'de de mevcut ekonomi politikaların yeniden gözden geçirilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Eğer TC Merkez Bankası faiz indirimlerine aralık ayında da devam etmesi durumunda bu değişimin ilk sinyallerinin verildiği anlamını çıkarmak mümkün olacaktır.