Mezhep eksenli kutuplaşma Ortadoğu'nun sonunu getirir
CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu AKP hükümetinin mezhep ekseninde bir dış politika yürütüğünü belirterek, "Mezhep ekseninde bir kutuplaşma bölgenin sonunu getirir" dedi.
Washington ve Brüksel'in Suriye'de hesap hatası yaptıklarını, en fazla hata yapan ülkenin de Türkiye olduğunu kaydeden Loğoğlu, "AKP, Esad'ın bu kadar kalıcı olduğunu öngöremediği için bir bataklığa saplanıldı, şimdi bunun cezasını çekiyoruz" dedi.
Canan SAKARYA
ANKARA - AKP Hükümetinin mezhep ekseninde bir dış politika yürütüğünü savunan CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu "Mezhep eksenindeki bir dış politikanın fevkalade tehlikeli ve yanlış olduğunu düşünüyoruz" dedi. Loğoğlu, mezhep ekseninde bir kutuplaşmanın bölgenin sonu olacağını dile getirdi.
CHP Dış İlişkiler ve Yurt Dışı Örgütlenmelerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun açıkladığı mültecilerin sayısının 100 bini aşması halinde güvenlikli bölge kurulmasının ancak uluslararası hukukun gereklerinin yerine getirilmesi ile mümkün olacağını belirterek, aksi takdirde savaş nedeni olacağı uyarısında bulundu. Loğoğlu, son dönemde artan terör olayları, Gaziantep'te sivillere gerçekleştirilen terör saldırısı, terör sorunun çözümü ve Suriye'de izlenen politikalar konusunda Ankara Temsilcimiz Ferit Parlak ile arkadaşımız Canan Sakarya'nın sorularını yanıtladı:
-Terör olaylarında son dönemde yaşanan artışı neye bağlıyorsunuz?
Son dönemdeki terör olayları hem nitelik hem nicelik itibariyle değişiklik gösteriyor. Terör sorunu bir ay, 3 ay, 5 ay öncesinin terör sorunu olmaktan çıktı başka bir kitle haline geldi. Bunun nedenlerini iyi belirlemek lazım ben buradaki temel değişikliği PKK'nın taktik ve strateji geliştirmesinden çok bölge dinamiklerine bağlıyorum ve bu olayların arkasında yatan temel neden olarak görüyorum. Bugün artık Türkiye'nin, Irak'ın, İran'ın, Suriye'nin ayrı ayrı Kürt meseleleri yok hepsinin birbiriyle irtibatlı hale geldiği, bölgesel boyut kazanan bir Kürt meselesinden bahsediyoruz. Dolayısıyla Türkiye içinde cereyan eden olaylar, Türkiye'nin komşuları ile İran, Irak özellikle de Suriye ile olan ilişkilerimizden kaynaklanan bir evinim içinde. O bakımdan değişen sadece PKK değil, PKK'nın faaliyetlerini gösterdiği bölge içinde Türkiye'nin komşularıyla ilişkilerindeki değişiklikler. Bir de uluslararası boyutu var. Yani Kürt sorununa, katkı yapan onu yönlendirmeye çalışan güçler var, bu Batı da olabilir Rusya da olabilir, bizim istediğimiz anlamda PKK'nın faaliyetlerinin durdurulması noktasında yeterince enerjik davranmıyorlar.
-Sebep ne olabilir?
-Sebep ne olabilir?
Burada tek bir cevap yok. Bağımsız Kürt devleti açısından girerseniz o bir cevap oluyor. Bölgede İsrail'e kardeş bir ülke yaratmak noktasından girerseniz yine bağımsız bir Kürt Devleti ile noktalayabilirsiniz cevabınızı ama bana daha önce gelen sebep İran. Çünkü özellikle Washington ve Brüksel bölgeye baktığı zaman önce İran'ı görüyor. İran'ın bölgedeki nüfuzunu kırmanın kendilerince en akla yatkın ve kolay yolu Suriye'yi İran'dan koparmak. Suriye'yi İran'dan kopardığınız zaman İran'ın bölgedeki stratejik gücüne ağır bir darbe vurmuş oluyorsunuz. Bu kolay geldi çünkü Esad'ın kısa bir sürede devrileceği hesabını yaptılar. Bu yanlış hesapta büyük bir ihtimalle bizimkilerin katkısı çok büyük oldu. Çünkü hesap hatasını en fazla yapan ülke Türkiye oldu. Hiç bir AKP'li yetkili özellikle de Sayın Ahmet Davutoğlu, Esad'ın bu kadar kalıcı olduğunu öngöremediği için bir bataklığa saplanıldı, şimdi bunun cezasını çekiyoruz.
-Gaziantep'in seçilmesinin özel bir nedeni var mı? Gaziantep'teki saldırıda PKK'nın PYD'nın taşeronluğunu yaptığı yönündeki değerlendirmelere katılıyor musunuz?
Gaziantep'in Foça'dan, Şemdinli'den ayrı bir konumu var. Suriye'ye yakın, Suriye ile ilişkilerimiz açısından ifade ettiği bir anlam var. Gaziantep, Türkiye-Suriye ekonomik ilişkilerinde bu işin motoruydu. Buradan Suriye'ye yapılan ihracat yüzde 95 oranında azaldı. Basında PKK'nın , PYD'nin taşeronluğunu yaptığını söyleyenler oldu, ben buna katılmıyorum. Ben PYD'nin, PKK ile işbirliği yaptığını düşünüyorum. PKK'nın taşeron olması için bir sebep yok çünkü aynı eylem ve saldırılarda bulunuyor. O bakımdan Gaziantep'teki olayda çok büyük bir olasılıkla PYD'nin katkısı var ama onun ötesinde iktidar partisi yetkililerinin ileri sürdüğü gibi Suriye rejiminin de bir katkısı var mı onu bilemiyorum. Elimde bunu doğrulayacak ya da aksini gösterecek bir bilgi yok. PYD ile PKK arasında bir işbirliği yapıldığı çok büyük ihtimaldir. Çünkü PYD, Türkiye'ye 'Suriye'nin kuzeyinde sen benim önümü almaya çalışırken sen de ülkenin güneyinde bu gibi durumlarla karşı karşıya kalırsın' mesajını verdi.
-Tampon bölge oluşturulmasının savaşa yol açacağı şeklinde bir uyarınız oldu, bu konuyu biraz açar mısınız?
[PAGE]-Tampon bölge oluşturulmasının savaşa yol açacağı şeklinde bir uyarınız oldu, bu konuyu biraz açar mısınız?
Biz CHP olarak savaşa karşıyız. Suriye halkı bizim düşmanımız değil Türkiye halkı Suriye'nin düşmanı değil. Tam aksine akrabalık dostluk ve etnik bağlarımız var, gayet iyi geçiniyorduk, biz de parti olarak bunu destekliyor takdir ediyorduk. Savaş söylemini biz yersiz ve aykırı buluyoruz ama AKP'nin izlediği bu politika ile her an Türkiye ile Suriye'nin karşı karşıya kalması mümkün. Türkiye tarafından angajman kurallarının değiştirilmesi durumu sıkıştırdı. Türkiye ile Suriye arasında siyasi bir yangın devam ediyor ve kontrol altına alınmış değil. O bakımdan savaş tehlikesi Türkiye'nin atacağı herhangi bir yanlış adımdan ötürü ülkenin karşı karşıya kalabileceği bir tablo.
Tampon bölgeye gelince bu konuyu araştırdım uzun bir tarihçesi var. 1940'lardan beri Cenevre Sözleşmeleri var, BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin kurulmasından sonra Srilanka'da, Irak'ta, Bosna'da kurulmuş güvenlikli bölgeler var. Çatışma durumunda olan birçok yerde uygulanmış, baktığınızda bunların kurulabilmesi için üç ayrı koşulun olması gerekiyor. Aynı anda değil, her biri eşit derece geçerli. İlgili devletin yani Suriye'nin evet demesi gerekiyor. İkinci koşul çatışan taraflar arasında, Suriye örneğinde muhaliflerle rejim arasında güvenlikli bölge kurulması için bir anlaşma olması gerekiyor. Veya BM Güvenlik Konseyi bir karar alıyor burada durum felaket insanlar ölüyor, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği denetimi altında güvenlikli bölgeler oluşturulsun diyor. Bu üç şarttan birinin olması gerekiyor yani mülteci sayısının 100 bini geçmesi tek başına yeterli bir gerekçe değil. Önemli bir gerekçe, gerekli bir gerekçe ama yeterli bir gerekçe değil. Ama Sayın Davutoğlu 70 bindeyiz, 30 bin kişi daha gelirse Türkiye önemli bir faktör elde eder ve bunu yapar gibi bir izlenim vermeye çalışıyor.
-Türkiye güvenlikli bölge oluşturursa ne olur?
[PAGE]-Türkiye güvenlikli bölge oluşturursa ne olur?
Suriye Devleti'nin rızası yok taraflar arasında anlaşma yok, BM Güvenlik Konseyi'nden bir karar yok, Türkiye ben güvenlikli bölge oluşturuyorum dayanamıyorum derse nerede yapacaksa orayı kontrol altına alması gerekiyor. Nasıl kontrol altına alacak çoluk çocukla değil, askerle. Asker soktuğunuz zaman Suriye topraklarını işgal etmiş oluyorsunuz. Asker güvenlikli bölge ya da bölgeleri kontrol altına alacak ve saldırıyı önleyecek yığınak yapacak, bunu neye hangi hukuka dayanarak yapacaksınız? Suriye buna tepki verir ikincisi bunu yapmak için TBMM'ye giderek izin almanız gerekiyor. Uluslararası hukuk, iyi komşuluk ilişkileri ve aklıselime dayanan bir politika olarak bunun tek taraflı bir irade ile yapılması yanlıştır. Adına tampon bölge, uçuşa yasak bölge de ne dersen de Türkiye'nin bütün bu önlemlere tek taraflı bir irade ile kalkışması uluslararası hukuka, iyi komşuluk ilişkilerine aykırı olur. Türk dış politikası bugün en kötü dönemini yaşamakta. Türkiye hiçbir dönemde bu kadar güçlü bu kadar ağırlığı olduğu bir noktada bu kadar dış tehdide maruz kalan bu kadar yalnızlaşan bu kadar komşularıyla kötü ilişkiler içinde olmamıştır. Nasıl oluyor niçin buralara geldik sorgulanması lazım. Bunun baş mimarı Sayın Davutoğlu'dur, sorumlusu da Başbakandır.
-Esad'ın bu kadar uzun süre direnmesini neye bağlıyorsunuz?
Esad'ın çok önceki bir tarihte düşüp gideceği düşünüldü olmadı neden olmadı çünkü Suriye diğer Arap ülkelerinden siyaseten, etnik ve mezhepsel yapısı itibariyle çok farklı bir yapıya sahip. Baas Partisi baskıcı, özgürlüklere ve insanlarına saygısız bir parti. Suriye'de güçlü bir devlet, güçlü bir istihbarat yapısı, güçlü bir silahlı kuvvetler var. Dışarıdan güçlü bir İran ve Rusya desteği var, Suriye'ye çok fazla dokunulmasını istemeyen bir Çin var. Bütün bunları üst üste koyduğumuz zaman Esad'ın daha ne kadar direnebileceği bana göre yanıtı belli olmayan bir soru. Onun için kısa sürede gideceğine ilişkin bütün öngörüler bana göre yanıltıcı olur. Kalsın demiyorum, gidecek, gitsin ama bu hep söylediğimiz gibi Suriye halkının kendi dinamikleri çerçevesinde vereceği bir karar. Hangi ülkenin hakkı var Suriye'deki yönetim gidecek diye bir hedef koşmaya. Bunu dışarıdan dayatıyorlar dışarıdan dayatıldığı ve Türkiye'de aynı oyunu oynadığı için Suriye birbirine girdi olan Suriye halkına oldu ama Türkiye'ye de geri dönüşü başladı. Gaziantep, bunun ilk acı dönüşüdür.
-Esad sonrası Suriye'de istikrar sağlanır mı?
[PAGE]-Esad sonrası Suriye'de istikrar sağlanır mı?
Ne olacağı belli değil. Türkiye'nin de hesabı ABD'nin de hesabı ılımlı olarak gördükleri kendilerine yakın ya da kendileri tarafından yönlendirilebilecek Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesi. Tek sistem dışı organize güç onlar olduğu için en fazla onlarla temas içinde oldukları için sanki Esad gidecek ve düzgün bir şekilde Müslüman Kardeşler iktidara geçecekler beklentisi var. Bir defa bunun böyle olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Esad'ın şu veya bu şekilde yönetimden düşmesi veya düşürülmesi halinde bir yönetim kavgası başlayacaktır. Bu Libya'da ve Tunus'ta olduğundan çok daha uzun, Tunus'ta olduğundan çok daha kanlı, Mısır'da olduğundan çok daha kanlı ve uzun bir iktidar mücadelesi olacak. Suriye'de sayıları az da olsa Gayrimüslim azınlıklar da var onlar çok büyük sıkıntıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle Suriye'de kontrollü, uluslararası bir tertip dahilinde bir geçiş süreci olmadığı takdirde Esad'dan sonrasına geçiş çok kanlı olacaktır, bugünlerden çok daha sıkıntılı günleri Suriye yaşayabilir. Biz onun için hep diyoruz ki ilk hedef şiddetin durdurulması, ikinci hedef Suriyeli muhalifler ile rejim arasında bir siyasi süreç başlatılması. Bu da uluslararası bir konferans ve uluslararası toplumun bir irade koyması ile mümkün olur.
-Mezhep çatışmasında sıranın Türkiye'ye geleceğini iddia edenler var. Böyle bir risk görüyor musunuz?
Ben bir parti yetkilisi olarak çok kesin çizgilerle bunu ortaya koymak istemem ama köşe yazarları tarafından yazılan çizilenlere baktığımız zaman bizimde zaman zaman endişe ettiğimiz nokta şu: AKP Hükümeti mezhep ekseninde bir dış politika yürütüyor. Bunu örneklemek mümkün Irak konusunda sessiz kalan AKP, Suriye konusunda insan hakları eksenli bir politika izlediğini ve oradaki insanların çektiği zulme sessiz kalamayacağını ileri sürüyor. Sudan'da ki, tekrar karışmakta olan Bahreyn'deki gelişmelere pekala ilgisiz kalabiliyor.
Bu nedenle mezhep eksenindeki bir dış politikanın fevkalade tehlikeli ve yanlış olduğunu düşünüyoruz. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1 Ekim 2011'de Meclis'in açılışında yaptığı konuşmada bölgedeki en tehlikeli gelişmenin mezhep ekseninde bir kutuplaşma olduğunu buna hiç kimsenin izin vermemesi gerektiğini bunun bölgeyi felakete götüreceğine dikkat çekti. Biz de Cumhurbaşkanını bu görüşlerine katılıyoruz ama bunun ilk adresinin de AKP Hükümeti olduğunu düşünüyoruz. AKP Hükümeti, mezhep eksenli bir politika izlemediğini davranışlarıyla, politikalarıyla, kararlarıyla bütün ülkelere, ülkeler içindeki bütün gruplara eşit yaklaşımı ile göstermek zorunda. ABD'de aktif görevdeyken düşünce kuruluşlarıyla yapılan toplantılarda, özellikle İsrail'in güvenliği açısından Şii İran hilaline karşı Sünni bir karşı hilal oluşturulması yani karşı bir cephe oluşturulması ve bunun önderliğinin de Türkiye tarafından yapılması, İran'ın bölgedeki nüfusunu dengelemek bakımından bir karşı cephe oluşturulması şeklinde bir düşünce vardı. Ben her defasında buna karşı çıkardım çünkü mezhep eksenin de bir kutuplaşma bu bölgenin sonu olur.
-Artan terör olaylarıyla birlikte dışarıda Türkiye bir terör ülkesi görüntüsü vermeye başladı. Bu durum başta ekonomiye olmak üzere kısa ve orta vadede etkisi ne olur?
Türkiye'nin ekonomik açıdan sıkıntıya düşmemesini isteriz. Terör olaylarının önü alınamadığı takdirde Türkiye'ye yatırım yapmak isteyen insanlar bu tabloyu görecekler ve bundan birtakım sonuçlar çıkaracaklardır, bunun da olumlu sonuçları olmayacaktır. Biz ülkede huzurun ve güvenliğini sağlanmasını sadece toplumsal bir beklenti bakımından değil aynı zamanda Türkiye'nin refahı ilerlemesi bakımından da istiyoruz. Sadece yabancı yatırımcılar değil Türkiye içindeki yatırımcılarında doğuda batıda her yerde yatırım yapması için terör sorununun sona erdirilmesi lazım. Bunun için sürekli çağrıda bulunuyoruz ve tek adres olarak gösterdiğimiz TBMM'de konuyu ele alalım diyoruz.
-Terör sorununun çözümü konusunda Meclis'i adres gösteriyorsunuz. Şemdinli'ye giderken yolda silahlı PKK'lılarla karşılaşan ve onlarla kucaklaşan BDP'li milletvekillerinin verdiği görüntüden sonra BDP ile aynı masaya oturur musunuz? BDP bu görüntülerden sonra meşruiyetini kaybetti mi?
Bu çok yerinde, hassas bir soru bizim önerimiz geçerliliğini korumakta. Terör meselesi ve ona bağlı bütün meselelerde, buna bakış açınıza göre Kürt meselesini de dahil edebilir yada etmeye bilirsiniz ama bütün bu meseleler yumağının halledilmesi gereken yer Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. BDP'nin son verdiği fotoğraf, yaklaşımındaki inandırıcılığı, samimiyeti büyük ölçüde yok etmiştir. Ama bu BDP artık sistem dışıdır meşruiyetini tamamen yitirmiştir anlamına gelmiyor. Çünkü TBMM'de hala temsil edilen bir siyası parti, onlardan beklediğimiz o fotoğraflarda verdikleri görüntü değil. Terör dursun kan akmasın söylemlerinde hakikaten samimi iseler o doğrultuda hareket etmeleri. Benim bütün siyasi partilere önerim artık çatışma çekişme alışkanlığımızı bırakıp birbirimizi anlama ve birbirimizin görüşlerini dinleme noktasına gelelim. Fizikten bir tabir çalalım, bu bir kuantum atlayışı gerektiriyor CHP olarak biz bunu yapabiliriz diğer partilere de çağrımız bu yönde.