Nasıl bir girişimci, nasıl bir girişimcilik dersi?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Yrd. Doç. Dr. Emre BALIKÇI / Okan Üniversitesi Öğretim Üyesi

Türkiye’de yükseköğretim alanında son yıllarda görmezden gelinemeyecek bir eğilim, hatta bir moda var: Devlet ya da özel tüm üniversitelerimiz yalnızca işletme ile ilgili olanlara değil, tüm bölümlerine Girişimcilik dersi koymak için birbirleriyle yarışıyorlar. Beklenti, üniversitelerin özel sektörle ilişkilerini bu dersler aracılığıyla yoğunlaştırması ve küçük girişimciler yoluyla işsizliğin düşürülmesi.

Girişimcilik dersinin bu denli popülerleşmesi her ne olursa olsun olumlu karşılanmalıdır. Girişimcilik dersleri, “Ne tür bir girişimci istiyoruz?” sorusunun sorulabilmesine ve bunun toplum yararına yanıtlanabilmesine hizmet ettiği sürece desteklenmelidir. Bununla birlikte bu konuda sadece Türkiye’de değil dünyada da olumlu bir eğilimden bahsetmek zor. Örneğin bu alanda ABD’de yazılmış ders kitaplarının bile büyük çoğunluğu girişimcileri yüzeysel bir biçimde yalnızca “piyasada para kazanabilmek için fırsat kollayan” bireyler olarak tanımlamaktadır.

Açıktır ki bu tanımlama işin nasıl yapılacağına dair teknik detaylar, uzmanlaşma ve kalite gibi unsurları içermemektedir. Önemli olan para kazanmak için iş ya da iş alanlarının seçilmesidir. Başka bir deyişle girişimci, aynı bir borsa yatırımcısının her gün farklı hisse senetlerinin yükselme ihtimallerini tahmin etmeye çalıştığı gibi farklı sektörlerin koşullarını sürekli olarak değerlendirmeli ve yüksek kazanç için gerekli gördüğünde hemen faaliyet alanını değiştirecek esnekliği gösterebilmelidir.

Birey temelli düşünüldüğünde, gerçekten de büyük paralar kazanabilmenin tek yolu doğru fırsatları bulabilmek ve kaynakları hızla bu alanlara aktarabilecek esnekliği göstermekten geçer. Ancak kamusal bir hizmet olan bilginin en önemli üreticisi üniversitelerin, bir konuya bu kadar birey temelli bakması doğru mudur? Üniversiteler, yalnızca kişisel zenginliğini düşünen ve “fırsat kollayan” girişimciler yetiştirmekle yetinebilir mi? Yoksa bir yandan iş fırsatlarını değerlendirirken diğer yandan da ülke ve insanlık için yararlı şeyler üretebilen zanaatkâr girişimci tipi mi hedeflenmeli?

Bu sorular üzerinde önemle durulmalıdır. Altı çizilmesi gereken girişimciğin bireysel bir faaliyet olmadığı ve bir toplumun kaderini bile etkileyebilecek kadar toplumsal olduğudur. Örneğin 19.yy Danimarka’sında kırsal bölgelerde oluşmaya başlayan grup temelli girişimcilik kültürünün, İskandinav dayanışmacı davranış kalıbının, sosyal demokrasinin ve yüksek yaşam kalitesinin temellerini attığı söylenebilir. Bununla birlikte aynı şekilde Rusya'da Soğuk Savaş sonrası dönemde yeni ortaya çıkan girişimci sınıfının, devletle olan ilişkilerini olağanüstü servetler edinmek için kötüye kullanması Rusya'yı mutluluk seviyesi en düşük ülkelerden biri haline getirmiştir.

Yapılan araştırmalar, Türkiye’deki girişimcilik kültürünün şaşırtıcı bir biçimde bugün verilen Girişimcilik dersinin içeriğiyle büyük oranda örtüştüğünü göstermekte. Türk girişimcileri, Cumhuriyet tarihinin önemli bir kısmına hâkim olan istikrarsızlığın da etkisiyle faaliyet alanlarını büyük oranda çeşitlendirmiş görünüyorlar. Koç, Sabancı ve Boyner gibi ünlü Türk girişimci aileleri ne yazık ki uzman oldukları bir ya da iki faaliyet alanına sahip değiller. Bu aileler uluslararası akademik dünyada da; Avrupa’da yüzyılı aşkın bir süredir tek bir sektörde faaliyet gösteren Heineken, Philips aileleri gibi uzmanlık alanlarıyla değil kriz anlarında fırsatları değerlendirebilme kabiliyetleriyle anılmaktadır. Bu durum Türkiye’deki girişimcilerin önemli miktarda sermaye biriktirmelerine el vermiş ancak dünya çapında yüksek rekabet gücü olan bir Türk markasının çıkmasını da engellemiştir.

 Dünya ekonomisinde gelişmiş bir toplum olarak yerini almak istiyorsa Türkiye “fırsat arayan” girişimci tipinden, ürettiği ürünün ya da hizmetin kalitesini arttırmak için ter döken girişimci tipine geçiş yapmalıdır. Bu konuda üniversitelere de büyük iş düşmektedir. Akademik camianın acilen girişimcilik derslerinin içeriğini ciddi anlamda sorgulaması ve bu dersi, gençlere kısa yoldan nasıl zengin olunacağına dair haplaştırılmış öğütler veren bir kişisel gelişim seminer dizisi formatından ve iş dünyasında "her nasıl olursa olsun" başarılı olmuş işadamlarına bir güzelleme biçiminden kurtarması gerekmektedir.