Önce krizi çıkar sonrada krizin çözümünde baş aktör ol

Prof. Dr. Havva TUNÇ

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Amerikan ekonomisi dünya ekonomisine krizi ihraç etmekle kalmadı, krizin çözümünde baş aktör olma rolünü de kaptı. Diğer bir deyişle Amerika, krizin gelişmiş ve gelişen ekonomiler üzerindeki yıkıcı ve sarsıcı etkilerini giderici çözümler üretmede temel aktör olma rolünü de kimseye bırakmadı. Ve rolünün uygulayıcısı FED’e IMF ve Dünya Bankası’nı yardımcı olarak atadı. Ve böylece uluslararası arenada prestiji ve önemi azalan IMF’e kaybettiği prestij ve önem verilmiş oldu. G20 ülkelerinin krizin çözümünde birlikte hareket etme ve ekonomilere desteklerin devamlılığının sürdürülmesi gerektiği kararlarının alındığı Pittsburgh Zirvesi’ni İstanbul kararları izledi. IMF ve Dünya Bankası’nın (İstanbul’da yapılan) yıllık toplantısı sonucunda oluşan İstanbul kararlarında IMF, G20 ülkelerinin icra kurulu (krizden çıkış ve krizin etkilerini minimize edecek ve krizden çıkışı hızlandıracak ekonomilerin iyileşmesine ivme verecek uygulamalarda temel aktörlük rolü anlamında) olma görevi böylece resmileşmiş oldu.

IMF ve Dünya Bankası yıllık toplantısında, Küresel Sistematik Finanssal Krizin çıkış nedenleri ve bu krizden en az zararla gelişmiş ve gelişen ekonomileri kurtarma ve krizden çıkışa ivme vermek üzere alınan kararlarda görülen odur ki krizin doğuş nedenlerinin tam olarak algılanmadığıdır. Zira küresel sistematik finansal kriz kapitalizmin finansallaşma sürecinin bir sonucudur.

21. yüzyılda, kar oranlarında gerileme sermayenin kendine yeni kar alanları arayışını hızlandırdı. Sermayenin uluslararası arenada serbestliği önce sermayenin uluslararasılaşmasını daha sonra sermayenin kar oranı yüksek finans piyasalarına yönelmesini sağladı. Aslında kar oranlarındaki azalış önlemek için yurt içi talebin uyarılması ve sermaye birikiminin bu yolla ivme kazanılması olabilirdi. Ancak bu yöntem emeğin gelirden aldığı payın doğrudan artırılması anlamına geleceğinden ve sermayenin karlılığının artırılması açısından kabul edilebilir değildir. Dolayısıyla geriye tek bir seçenek olarak kalan sermayenin hızla finansal yatırım alanlarına çekilmesi ve sermayenin uluslararasılaşmasıdır. Yani kar oranlarındaki durgunluğun aşılması sermayenin uluslararasılaşmasını ve finansallaşmasını zorunlu kılar. Sermayenin finansal serbestlik kazanması (piyasa ekonomisi) finansal sermayenim kısa dönemli spekülatif nitelikli karları finansal krizleri kaçınılmaz kılar.

Krizlerde ve krizden çıkış önlemlerinde şefaflık, yönetim ve denetleme gibi ifadeler, finansal serbestliğin sınırlandırılması ifadeleri ile uygulama istekleri sermayenin finansallaşmasına aykırıdır. Örneğin, kredi derecelendirme kurumları bu kriz döneminde üstlerine düşen uyarı ve denetleme görevini yerine getirmediği sıkça eleştirilmelerine rağmen bugün bu kuruluşlar bir şey olmamış gibi varlıklarını ve işlevlerini sürdürmeye devam etmektedirler. Diğer bir deyişe, bu kurumların yapısı ve işleyişi sorgulanmadığı gibi denetim ve kontrolünün yapılmasını sağlayacak bir girişimde bile bulunulmamıştır. Zaten yapılacak böyle bir düzenleme sermayenin serbestîsine aykırı olacağından böyle bir beklenti içersine girmek pek gerçekçi değildir.

Uluslararası İktisat, ulusal ekonomi bağlamında üretim faktörlerinin, emek ve sermaye anlamında, mobil olduğunu buna karşılık uluslararası bağlamda faktör mobilitesinin olmadığını ve tam rekabet piyasası koşullarının geçerli olduğunu varsayar. Ekonomiler arasında tehditlerin ve sınırların kalktığı, ekonomilere müdahalenin en aza indirgenmeye çalışıldığı serbest piyasa ekonomisi koşullarının uygulandığı küreselleşen bir dünya ekonomisinde sermayenin mobil buna karşılık emeğin mobil olmadığı gerçeği sermayenin neden finansallaştığını açıklamaktadır. Diğer bir deyişle, uluslararası finans piyasalarında ülkeler arasındaki kazanç ve kayıplar bu bağlamda gerçeklemektedir.