Orman Yasası'nın 10 yıllık hak düşürücü süre hakkında maddesi iptal

Mustafa BULAN / Bankacı -Yönetici

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Ülkemizde mülkiyet hakları ile ilgili sorunlar son yıllarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Evrensel Hukuk Normları çerçevesinde verdiği kararlar sayesinde hukuk yapıcılarını yeterince harekete geçirmese de yüksek mahkemelerimizi harekete geçirmiş bulunmaktadır.

Aldığı hukuk eğitimini gerek normatif, gerek hukuk felsefesi, gerekse de hukuku kuşatan vicdan ve ahlak değerlerine oturtan, ilerde akademik çalışmalarda ve kürsülerde ismi çok anılacak Şirvan Asliye Hukuk Mahkemesi Sayın Hakiminin baktığı bir dosya da, 6831 sayılı Orman Kanunun 11. maddesinin “Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu hak düşürücü süredir.” şeklindeki cümlesinin Anayasa’nın 13. ve 35. maddesine aykırılığını ileri sürerek Anayasa Yüce Mahkemesi’ne (AYM) başvurmasıdır. Bu başvuru ve AYM’nin verdiği karar mülkiyet hakları yönünden bir milattır.
Kanun maddesinin bu fıkrasının iptalinin yanı sıra iptal gerekçeleri de 90 yıllık Cumhuriyetimizin hukuk yolculuğuna ilerde ışık tutacak niteliktedir. Özellikle orman kadastro çalışmalarında kanunun idareye hiçbir sorumluluk yüklememesi, keyfi ve 60-70 yıla kadar sürüncemede bırakarak iş yapması, tapulu alanlarda orman tahditinin kalktığına dair kesinleşmiş mahkeme kararlarını dahi tanımadığı gibi bu yerlerde yeniden aplikasyon yapıp tapuya şerh etmemesi, özellikle şehir merkezleri civarında şerh etmemeden dolayı zamanla rant oluşması, arazi ya da arsaların el değiştirerek rantın kişiler arasında realize edilmesi, ilerde doğacak hukuksal problemlerin artan rant değerine bedel ödeyerek en son alan iyi niyetli kişilere intikal edilmesi, hatta mahkeme kararları olan yerlerde tapu uygulaması da olduğundan belediyelerin tapulama tutanaklarının mahkeme kararlarını da içerdiğinden haklı olarak ormana sorma gereği duymadan imara ve iskana açması ve bu merhaleye gelmiş yerlerde imarlı iskanlı konutlara güvenerek vatandaşın satın alma yapması gibi bir çok gelişmeler içinden çıkılmaz sorunlar doğurmaktadır. Bu sorunların en çarpıcı olanı hatalı uygulamaların tapuya şerh edilmemesi sonucu buralardan mülk alan iyi niyetli şahısların devlet tarafından bir nevi tuzağa düşürülmesidir. Biri çıkıp da “Yahu burada çalışmalar tapuya şerh edilmeyerek iyi niyetli alım yapan vatandaşlar niçin tuzağa düşürüldü?” diye sorarsa verilecek cevap çok komik olacaktır. “Efendim geçmiş idarecilerin hatası.”

Devlet kurumları herhangi bir hukuk kişisi değildir. Devlet kurumlarında devamlılık ve ciddiyet ve hukukla bağlı kalmak esastır. Orman kadastro ve aplikasyon işlemlerinin tapuya şerh edilmemesi sonucu iyi niyetli alım yapanların uğradığı mağduriyetler sonucu aldığı ev ya da arsa kendisine adeta mezar olan insanlar tazmin amacıyla dava açtıklarında devletin ödediği tazminatlarla aslında kazanılan alanlardan daha çok boş kamu arazileri ormanlaştırılabilirdi. Öyleyse bu kavganın amacının esasen rant üzerinden mülkiyet kavgası olduğu, elde edilen evlerin lojman olarak kullanılmak istendiği gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.

AYM’nin 2013/64 sayılı kararı aynı zamanda Orman İdaresi’ne zamanında kadastro yapma, kadastro tebligatlarını açık ve anlaşılır yazma, ilgililere sadece askı ile değil bizzat imza karşılığı tebligat yapma, vatandaşın aldatılmaması için zamanında tapuya şerh etme gibi bir dizi sorumluluklarda yükleyecektir. Hatta orman niteliği olan alanların özel mülkiyet içerisinde korunmasına yönelik düzenlemeleri de kapsayacak şekilde veya özel mülkiyet içerisinde korunmasında şüphe duyulan yerlerde bedelsiz değil kamulaştırma yapılarak ormanların korunmasına yönelik düzenlemeleri de beraberinde getirecektir. Kanun koyucu bu yönde düzenleme yapmasa da ilerde mahkemeler bu hususları dikkate alacak almazsa en son dava süreçleri AİHM’ne bile gitmeden AYM nezdinde adaletle karara dönüşecektir.

Orman İdaresi’nin 70-80 yıllara dayanan sürüncemede bırakacak şekilde iş yapması, aplikasyon tutanaklarının askı gibi son derece ilkel bir yöntemle duyurulması, tutanakların arazi üzerindeki emarelere dayanılarak son derece kaba ve anlaşılması zor ifadeler içermesi, maliklerin ya da zilyet sahiplerinin çoğunlukla başka yerlerde ikamet ediyor olmaları nedeniyle askı mahalinde olmaması, tapuya şerh edilmemesi sonucunda mülkiyetin el değiştirilmesi ya da belediyelerce imar uygulamasına tabi tutularak rant alanı oluşması ve iyi niyetli alımlar gibi bir çok sorun dikkate alınarak ve İdare’ye de sorumluluk yükleyerek yasal düzenlemeler yapılması kaçınılmaz bulunmaktadır.
Anayasada düzenlenen mülkiyet haklarının devletin güvencesi altında olması, tapu sicilinin eksik ya da hatalı tutulmasından devletin sorumluluğu, orman idaresinin tasarruflarını zamanında tapu siciline şerh etmemesi, tapuya güven ilkesi, mahkeme kararlarına yasama ve yürütme organları ile idarenin uymak zorunda olması, tüm bu konularda anayasal kuralların çatıştırılmadan bir bütün halinde yorumlanma zorunluluğu , ayrıca AYM’nin 2013/64 sayılı kararı açık ve net bir şekilde orman kadastro ve aplikasyon tutanaklarının vatandaşa tebliğ usülünün askı ile olmasını ve kadastro çalışmalarının geciktirilmesini ilkel bularak ve ayrıca itirazla ilgili 10 yıllık zaman aşımı süresini hak aramanın önünü kapattığından anayasaya aykırı bularak iptaline karar vermesi, orman idaresinin bu kararı iyi okuyarak hukuk devletinin gereği yönünde icraat oluşturmasını zorunlu kılmaktadır. Zira tapu senetlerinin arkasında devletin güvencesi ve itibarı yatar ve üzerinde taşıdığı Türk Bayrağı ve TC rumuzu ile birlikte tapu senedi herhangi bir belge değildir.

Özellikle Karadeniz’de 1970’li yıllara kadar tarla olan araziler son 40 yıl içerisinde büyük şehirlere olan göçlerden dolayı ormana dönüşmüştür. Ancak devletimiz 1930’lu yıllardan kalan katı kanunlardan kaynaklı devletçi refleksleri ile bu alanlarında mülkiyetini hazineye geçirmeye çalışmaktadır. Buradan tarihi bir uyarı yapıyorum o alanlar özel mülkiyette olduğu için ormanlaştı şayet bunu yaparlarsa ilerde sahipleri mağdur edilecek ama o ormanlar da korumasız kalacaktır. Amaç çağdaş normlar getirerek ve özel mülkiyet içinde kalarak ormanları korumak olmalıdır.

İnsanın hukukunu koruyamayan devlet diğer varlıklarında hukukunu koruyamaz. Devlet işlem ve eylem yaparken gri alanlar oluşturmamalıdır. Hele vatandaşın bu gri alanlarda hata yapması ve yeterince bilgi sahibi olmamasına bağlı olarak zamanında hakkını aramamasından yani zaafiyetinden yararlanarak, devletin vatandaşın mülkiyetine el koymaya kalkışması ise hiç izah edilemez bir durumdur. Her şeyden önce etik değildir.