Osmanlı-Türkiye Anayasalarında ve Yeni Anayasada Vatandaşlık
Fazıl Hüsnü Erdem / Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi
Yeni bir anayasayla yeni bir başlangıç yapabilmenin yollarından biri, yürürlükteki Anayasa'da ifadesini bulan sorunlu vatandaşlık anlayışını terk etmekten ve yeni bir vatandaşlık anlayışı üzerinde uzlaşmaktan geçiyor. Vatandaşlık kavramı ve özellikle bu kavramın kültürel kimliklerle olan ilişkisi, yeni anayasa yapım sürecinde en fazla ilgi gören ve tartışılan konulardan birini oluşturuyor. Bu nedenle, vatandaşlık başlığının, Anayasa Uzlaşma Komisyonunu en fazla meşgul edecek ve mutabakat konusunda en fazla zorlayacak konulardan birini oluşturacağı anlaşılıyor. Dahası, bir taraftan cari vatandaşlık tanımı ve buna eşlik eden uygulamalar nedeniyle kendilerini dışlanmış hissedenlerin itirazları, diğer taraftan kimi siyasi aktörlerin bu itirazlara yönelik sert tepkileri ve vatandaşlığa ilişkin anayasal statükoyu "kırmızı çizgi" olarak ilan etmeleri, vatandaşlık eksenli tartışma ve müzakerelerin çetin geçeceğine işaret ediyor.
Oysa yeni bir anayasayla yeni bir başlangıç yapabilmenin ve bu anayasayı herkesin anayasası haline getirebilmenin yollarından biri, yürürlükteki Anayasa'da ifadesini bulan sorunlu vatandaşlık anlayışını terk etmekten ve yeni bir vatandaşlık anlayışı üzerinde uzlaşmaktan geçiyor. Çünkü sosyokültürel alanda yaşanan kimlik sorunlarının çözümünde, cari vatandaşlık paradigmasından kopuşu sağlayacak yeni bir anayasanın yapılması elzem gözüküyor.
Öte yandan, klasik vatandaşlık kavramının farklılıkları bir arada tutmadaki yetersizliği yeni bir kavramlaştırma arayışına yol açmış ve bu arayışlar sonucunda, "anayasal vatandaşlık" (anayasal vatanseverlik) kavramı öne çıkmıştır. Anayasal vatandaşlık kavramı, esas itibariyle, günümüz demokratik toplumlarında siyasi kimliği yeniden tanımlama girişimini ifade eder. Girişimin temelinde yatan saik, "farklılıkları, eş düzeyli olarak barış içerisinde birlikte yaşatma" iradesidir. Açıkçası, bugüne kadar bastırılmış kimlikleri de içine alacak "eşit vatandaşlık" anlayışını hâkim kılmak, anayasal vatandaşlık kavramının temel amacını oluşturur. Anayasal vatandaşlık, kimliklerin birer ayrıcalık ya da ayrımcılık aracı olarak kullanılmasına izin vermez; kamu otoritesinin kimliklerden herhangi birinden yana bir tutum içinde olmasına, diğer kimlikleri bastırmasına veya asimile etmesine geçit vermez. Kamu gücü karşısında bütün kimlikleri eşitler.
Toplumun bütün kesimlerinin katılımına açık tutulan ve toplumun çok önemli bir kısmının temsil edildiği TBMM çatısı altında eşit temsil esasına dayalı olarak oluşturulan "Anayasa Uzlaşma Komisyonu" tarafından hazırlanacak yeni anayasadan yana en büyük beklenti, bu anayasanın, bugüne kadar yapılanların aksine, herkesin anayasası olabilmesini sağlamaktır. Yeni anayasayı bir toplum sözleşmesi olmanın yanı sıra, bir "ortak kimlik belgesi" haline getirebilmek için mevcut kimliklerden herhangi birine atıf yapılmaması gerekir. Bunun için de, vatandaşlık konusunda iki yöntemden biri tercih edilebilir. İlk yöntem, vatandaşlığa ilişkin bağımsız bir düzenlemeye yer vermemektir. İkinci yöntem ise, anayasada vatandaşlık konusunu bir madde şeklinde düzenlemek, ancak bunu yaparken vatandaşlığı nötr bir kavram olarak ele almaktır. Tüm bunlarla birlikte, vatandaşlık, sadece tanımlama ya da isimlendirme meselesi değil, bir zihniyet meselesidir.
Çok yönlü bir politika ve uzun soluklu bir mücadele
Eşit ve özgür vatandaşlık anlayışı üzerine yükselen anayasal vatandaşlığın hayata geçirilebilmesinin temel gereklerinden biri, kamu gücünü/devleti, açık ya da gizli bir biçimde kültürel kimliklere karşı ayrımcı veya taraf bir tavır içine girmekten uzak tutmaktır. Belirli bir kimliğe sahip olmak, devlet karşısında avantaj ya da dezavantaja dönüşmemelidir. Hiç kimse taşıdığı kimliğinden ötürü aşağılanmamalı, hor görülmemeli, düşmanca bir muameleyle karşı karşıya kalmamalıdır. Bütün bunların gerçekleşebilmesi, ancak çok yönlü bir politikayla ve uzun soluklu bir mücadeleyle mümkündür. Bu amaçla, acilen bir dizi önlemin alınması gerekir. Bunlardan birkaçını şu şekilde sıralamak mümkündür:
i. Mevzuat, eşitlik ilkesi ile ayrımcılık yasağına aykırılık arz eden, bunlarla bağdaşmayan hükümlerden arındırılmalıdır.
ii. Ayrımcılıkla mücadele amacıyla kanun çıkarılmalı ve bu kanunun uygulanmasını takip edecek kurumsal bir yapılanmaya gidilmelidir.
iii. Nefret suçu işleyenler tolere edilmemeli, büyük bir kararlılıkla üzerine gidilip cezalandırılmalıdır.
iv. Milli eğitim müfredatında yaygın olan ayrımcı unsurlar ayıklanmalı; müfredat çoğulcu bir anlayış çerçevesinde yeniden tanzim edilmeli; farklı kültür ve kimliklere hoşgörü ve saygı kültürünü aşılayıcı ders kitapları müfredata dâhil edilmelidir. Müfredat, çok kültürlü ve çok kimlikli hale getirilmelidir.
v. Yazılı, görsel ve işitsel medya; eşitlik, çoğulculuk, farklılıklara saygı ve hoşgörü gibi değerler konusunda duyarlı kılınmalıdır.
vi. Kamu personeli, eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı konusunda sık sık uyarılmalı ve hizmet içi eğitimden geçirilmelidir.
vii. Kamu personeli alımında tamamıyla objektif kıstaslar geçerli kılınmalıdır. Özetle ifade etmek gerekirse; vatandaşlık, sadece tanımlama ya da isimlendirme meselesi değildir, bundan daha önemlisi bir zihniyet meselesidir. Toplumdaki bütün farklılıkların eşit ve özgür vatandaşlar olarak bir arada ve barış içerisinde yaşayabilecekleri bir zihinsel ve toplumsal vasat oluşturabilme meselesidir.
Kaynak: SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı)