Özel sektörün yurtdışı borçlanması artarken…
Gence Kayacık
Kurumsal Finansman Uzmanı
Türkiye'nin belli başlı grupları; holding düzeyinde, "jumbo" özelleştirmelere-ihalelere katıldıkları ve yatırım projeleri gerçekleştirdikleri için 'proje-bazlı borçlanmalara', iştirak düzeyinde ise holdingin bu şirketlere dikte ettirdiği 'temettü dağıtım' hedefleri sebebiyle arttırılamayan ve sermaye üzerinden elde edilmesi beklenen 'ekonomik kâr' hedeflerinin daha kolay elde edilmesi için artırılmayan, büyümeyi desteklemez düzeydeki sermayeler kaynaklı sermaye yetersizliği ve nakit akışı dengesizlikleri sorunlarını gidermek için borçlanmaya artan oranda başvurmaktadırlar. Doğal olarak, büyük işletmeler için durum bu iken KOBİ'ler için borçlanma ihtiyacı daha da fazladır.
Böylesine bir ortamda, TC Merkez Bankası'nın en son açıkladığı verilere göre Mayıs 2013 itibariyle Türk özel sektörünün uzun vadeli yurtdışı borçlanmasının %8.51'inin resmi alacaklılardan, %79.13'ünün özel alacaklılardan ve %12.36'sının tahvil alacaklılarından elde edildiği açıklanmıştır. Kısa vadeli özel sektör yurtdışı borçlanmasının ise %0.99'unun resmi alacaklılardan, %98.97'sinin özel alacaklılardan ve %0.04'ünün tahvil alacaklılarından sağlandığı belirtilmiştir. Ayrıca, Türk özel sektörünün resmi ve özel alacaklılardan temin ettiği uzun vadeli yurtdışı borçlanmasının %26.93'ünün ve kısa vadeli yurtdışı borçlanmasının ise %38.16'sının ABD ve İngiltere merkezli kurumlardan yani genel itibariyle "batmak için çok büyük" oldukları düşünülen Wall Street bankalarından elde edildiği belirtilmiştir.
Tabi ki bu bankalar hakkındaki gerçeğin böyle olmadığı 2007 Ağustos ayında başlayan devasa büyüklükteki global ekonomik kriz esnasında anlaşılmıştır.
Hatırlanacağı gibi, bu büyüklükteki bir ekonomik felaketin tohumları çok daha önceleri 1990'ların sonunda bankaların deregülasyonu, kısa dönem risk alımını teşvik eden Wall Street maaş sisteminin varlığı gibi faktörler sebebiyle atıldı.
Asya Krizi'nin başlaması sonrasında, 1997 sonlarında bankalar batık kredilerin ortaya çıkardığı riskleri azaltma yollarını aramaya başladılar ve bu bağlamda yeni bir kredi türev ürünü yarattılar. Bankalar aktiflerindeki kurumsal kredileri getirileri, ratingleri ve batma risklerine göre sınıflandırıp, dilimler halinde kümelendirip bunları (collateralized debt obligations - CDO) 'kredi temerrüt takasları' (credit default swaps - CDS) tahtında yatırımcılara satmaya başladılar. Bu tahvile benzer sigorta hüviyetindeki yatırımlar ile yatırımcılar aldıkları risk için prim kazanmakta, bankalarda kredilerinin batmasına karşı korunmaktaydı.
Bu şartlar altında, doğaları gereği gelirlerini katlamak için bankaların sermayelerinin ortalama 30 katına kadar borçlanmamaları ve (düşük kaliteli subprime pazarı dahil) mortgage kredileri başta olmak üzere büyüyen aktiflerindeki kredileri yeni ürünlerine 'hammadde' yapmamaları düşünülemezdi.
Bankaların maruz kaldıkları CDO risklerinin tamamına yakınının hedge edildiği hususunda ısrarlı oldukları yıllar geçip de piyasa koşulları bozulduğu anda kullandıkları algoritmaların gerçekte temelsiz olduğu, piyasa ve kredi risk departmanlarının risk yönetimine hiçbir zaman yeterli önemi vermedikleri anlaşıldı.
Her şey Ağustos 2007 başında 2 trilyon dolarlık subprime pazarının çöküp subprime mortgagelere dayalı menkul kıymetlere yatırım yapan 1.6 milyar dolarlık bazı Bear Stearns ve 2 milyar dolarlık bazı BNP Paribas fonlarının batması ile başladı. Başta mortgageler olmak üzere CDO'lara temel teşkil eden krediler ve benzerleri değer kaybetmeye / batmaya başlayınca bankalar zarar yazmaya başladı, bilançolarında bu artan zararları taşıdıkça kıpırdayamaz hale geldiler ve sonuçta kredi piyasaları çalışamaz hale geldi.
Böylesine bir ortamda bankalar 2008 yılı içinde bir dizi işlem içerisinde yer aldılar; 14 Mart'ta JP Morgan Bear Stearns'ü ele geçirdi, Temmuz'da Bank of America (BofA) Countrywide Financial'ın ele geçirilmesini tamamladı, 15 Eylül'de Lehman Brothers iflas başvurusu yaptı ve Merrill Lynch'in BofA'ya satışı açıklandı, 21 Eylül'de Goldman Sachs ve Morgan Stanley yatırım bankacılığını terk edip "banka holdingi" (bank holding company) oldular, 23 Eylül'de Berkshire Hathaway Goldman Sachs'dan ve 13 Ekim'de ise Mitsubishi Morgan Stanley'den imtiyazlı hisse almayı kabul etti.
Tüm bu işlemlerin "batmak için çok büyük" oldukları düşünülen Wall Street bankalarının ayakta kalmasına yetmeyeceği anlaşılınca da 19 Eylül'de ilk duyurusu yapılan, 700 milyar dolarlık "Sorunlu Varlıkları Kurtarma Programı" (Troubled Asset Relief Program - TARP) 3 Ekim'de Başkan George Bush'un ilgili yasayı (the Emergency Economic Stabilization Act of 2008) imzalaması ile kuruldu. İlk aşamada da; BofA'ya 25 milyar, Citigroup'a 25 milyar, Goldman Sachs'a 10 milyar, JP Morgan'a 25 milyar, Morgan Stanley'e 10 milyar, State Street'e 10 milyar ve Wells Fargo'ya 25 milyar dolarlık sermaye desteği TARP kapsamında sağlandı. En önemli olarak da tüm bu bankalara Amerikan Merkez Bankası'ndan (FED) çok yüksek meblağlarda borçlanma imkânı sağlandı.
Ama tabi ki, kredi piyasalarının konjonktürel yapısından dolayı bankaların içinde olduğu bu zor durum sonsuza kadar sürmeyecek, global ekonomik krizden çıkmak için devreye alınan parasal genişleme politikaları en sonunda kredi piyasalarının açılmasını, kriz öncesi ortama geri dönüşü sağlayacaktır. Ancak unutulmaması gerekir ki; bu durumda sonsuza kadar sürmeyecek ve muhakkak yeni bir global ekonomik kriz yaşanacaktır.
Bu bilinçle ve yakın zamanda yaşananlardan dersler çıkararak ekonomi kurumlarımızın ekonomimizin selameti için proaktif stratejiler geliştirmesi elzemdir. Bu çerçevede Türk özel sektörünün yurtdışı borçlanmasının çok daha yakından takip edilmesi -tüm ince detaylarının (teminat yapısı, raporlama gereklilikleri, temerrüt halleri, ihtilaf halinde aktif husumet ehliyetine haiz alacaklılar, geçerli hukuk, tahkim yeri vb.) kayıt altına alınması, herhangi bir kriz anında yabancı bankaların sözleşmelerini ihlal etmeleri halinde bu eylemlerinin yurtiçinde -yurtdışında soruşturulmasını sağlayacak şekilde hazırlıklı olunması ve bunlar için hukuki altyapının hazır edilmesi gereklidir.