Pandora'nın kutusu
Orhan AKIŞIK
Şu sıralar ne ABD ne de Çin ekonomisindeki gelişmeler, AB'dekiler kadar önemli. Uluslar arası ekonomik çevrelerin dikkati, uzun bir süreden beri Birliğin kamu borcu yüksek ülkeleri, Yunanistan, Portekiz ve İspanya'ya çevrilmiş durumda. Gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) %130'larına ulaşan kamu borç stoku ve %13'ler düzeyindeki bütçe açığı ile iflasın eşiğine kadar gelen Yunanistan'ın, sonunda AB ülkeleri ve IMF'nin katılımıyla hazırlanan borç anlaşmasını kabul ettiğini açıklaması bile finansal piyasaları rahatlatmaya yetmedi. Salı günü, Avrupa ve Amerikan mali piyasalarındaki önemli düşüşler ve beraberinde Euro'nun dolar karşısında son yılın en düşük değerine gerilemesi, krizin Birliğin kamu borcu yüksek diğer ülkelerine yayılacağına dair endişeleri artırıyor.
Yunanistan'la yapılan anlaşma iki açıdan önem taşıyor. İlki, İMF tarihinde üye bir ülkeyle yapılan en kapsamlı stand-by anlaşması olması. İkincisi ise, Avrupa Parasal Birliği'nin bir üyesinin ilk defa IMF'in koşullarını kabul etmek zorunda kalması. Bu yıldan başlamak üzere, gelecek üç yıl içinde İMF kaynaklarından ve AB üyesi ülkelerden sağlanacak yaklaşık 145 milyar dolar tutarındaki yardımın serbest bırakılması, Yunanistan'ın istikrar politikasını başarıyla (!) uygulamasına bağlı. Ancak ülke içindeki gösteri ve protestolar, bunun hiç te sanıldığı kadar kolay olmayacağını gösteriyor. Kaldı ki, istikrar politikası düşünüldüğü gibi uygulansa bile, ekonominin düze çıkacağının bir garantisi de yok.
Peki, Yunanistan bu duruma nasıl geldi ? Şüphesiz bunun en önemli nedeni, uzun süren resesyonun gelir-gider dengesinde yarattığı bozulma. Ancak buna, ödeme güçlüğüne düşüldüğünde, Birliğin diğer ülkelerinden nasıl olsa yardım geleceği inancına dayanarak bütçe disiplininden uzak harcama politikasının etkisini de katmak gerekiyor. İngilizce'de moral hazard olarak adlandırılan, Türkçe'ye ahlaki zafiyet olarak çevrilebilecek bu durum, aslında parasal birliklerde mali disiplini sağlamanın önündeki en önemli engellerden biri. AB ülkelerini, Maastricht Antlaşması'nda belirtilen bütçe gereklerini yerine getirmeyen üye ülkelere yardım edilmeyeceğini öngören düzenlemenin aksine, istemeye istemeye de olsa Yunanistan'a yardım etmeye zorlayan en önemli neden, bu ülkedeki krizin AB'nin kamu borcu yüksek diğer ülkelerine yayılması olasılığı. Bu olasılığın gerçekleşmesinin, ortak para birimi Euro'nun geleceğini tehlikeye atma dışında, yarım yüzyıllık geçmişi olan Birleşik Avrupa idealini de sekteye uğratacak olması, Almanya ve Fransa öncülüğünde AB ülkelerini bir araya getiren en önemli faktör.
AB ve IMF'in, finansal yardım karşılığında Yunanistan'dan talebi, bu ülkenin kamu sektörünün küçültülmesi, sosyal güvenlik harcamalarının azaltılması, işgücü piyasasının serbestleştirilmesi ve vergilerin artırılması şeklinde özetlenebilecek klasik istikrar politikası tedbirlerini vakit geçirmeden uygulamaya koyması. Bağımsız para politikasından yoksun bir ekonomi için bu, uzun süreli resesyondan başka bir anlama gelmiyor. Ülkenin GSYİH'sının 2010'da %4 ve 2011'de % 2.6 oranında gerileyeceğini belirten Yunanistan Maliye Bakanı, bunu doğrulamakta.
Zaten 2008'den beri resesyonda olan ekonomide, bu daraltıcı politikanın Yunanistan'ı AB'nin en yüksek işsizliğe sahip ekonomisi haline getirmesi kuvvetle muhtemel.
Kriz, Yunanistan'la sınırlı mı kalacak; yoksa, AB'nin kamu borcu yüksek diğer ülkeleri, Portekiz, İspanya ve hatta İtalya'ya doğru yayılacak mı ? Görünen o ki, bulaşma riski hayli yüksek. Bütçe açıkları %12 ve % 9 dolaylarına ulaşan İspanya ve Portekiz'in durumu bunu gösteriyor. Yunanistan'dakinin benzeri bir duruma düşmemek için bu ülkelerin mali yapılarını güçlendirmeleri, yani borçların faiz ve anapara ödemelerinde bir zorlukla karşılaşmamaları gerekiyor. Fakat, büyümeden bu nasıl olacak? Çünkü, borcun ödenmesine kaynak oluşturan vergi gelirleri GSYİH'nın bir fonksiyonu. Dolayısıyla, ekonomik büyüme olmadan vergi
gelirlerini artırmak, vergi gelirlerini artırmadan ise bütçe dengesini sağlamak olanaksız. 2010 yılı için tahmin edilen büyüme rakamları bu konuda umut vaad etmiyor. Giderek yayılan borç krizi kontrol altına alınmadığında sadece Avrupa Kıtası'ndakileri değil, henüz toparlanma sürecindeki diğer ekonomileri de sarsabilir. Krizin büyümesini önlemenin yolu ekonomilerin daralmasından değil, bilakis büyümesinden geçiyor. Bu gayet açık. Geleneksel olarak fiyat istikrarını ön planda tutan, büyüme karşıtı para politikasıyla krizin kontrol altına alınması olanaksız. Yani, Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) büyümeye kilitlenmiş bir politika izlemekten başka seçeneği yok. ECB Başkanı Trichet'nin, Yunan kamu borçlanma senetlerini kredilerin teminatı olarak kabul etmeye devam edecekleri yönündeki açıklaması bunun bir işareti olarak görülebilir. Bundan sonra top, ECB'de. Pandora'nın kutusu açılıyor. Umalım ki, içinden çıkacak olanlar, küresel ekonomide istikrarın bir an önce sağlanmasına katkıda bulunsun.