"Almanya'daki Deniz Fenerinden haberim yok”

Başbakan Yardımcısı Arınç, Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği'ni yakından tanıdığını ve yardım faaliyetlerine katıldığını söyledi

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

ANKARA - Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Ergenekon" davasıyla ilgili, yargıya müdahale edilmemesi konusunda başta siyasetçilerin çok duyarlı davranmaları gerektiğini düşündüğünü belirterek, "Bu işi yargıya bırakalım. Yargının bağımsız ve tarafsız görüşle bu konuda çok iyi bir karar vermesi, Türkiye'nin gerçekten hukuk devleti olduğunu gösterecek" dedi.

Arınç, NTV'de canlı olarak yayımlanan programda, Ankara Temsilcisi Murat Akgün'ün sorularını yanıtladı.

Akgün'ün, Deniz Feneri e.V davasıyla ilgili sorusuna Arınç, Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği'ni yakından tanıdığını ve yardım faaliyetlerine katıldığını ifade ederek, "Ama  yemin ederim Almanya'dakinden haberim yok" dedi.

Arınç, iki ülke arasındaki "adli yardımlaşma" ilkesi çerçevesinde Deniz Feneri ile ilgili dosyanın Almanya'dan istendiğini ancak dosyanın Almanya'dan tercüme edilerek mi, edilmeden mi gönderildiğini bilmediğini söyledi.

Türkiye'de, Deniz Feneri davasıyla ilgili sürecin yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediğinin sorulması üzerine Arınç, bazen bürokraside bir dosyanın bir odadan diğerine 7 günde gidebildiğine işaret ederek, bu konuda bir gecikme varsa bunun araştırmayla ortaya çıkabileceğini ifade etti.

Arınç, eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in, adli yargılamayı geciktirdiği yönündeki iddialara ilişkin, Şahin'in, "yolsuzlukla mücadele ettiğini, yolsuzluğa düşman olduğunu söyleyen kim varsa onun kadar yolsuzlukla mücadele ettiğini ve yolsuzluğa düşman olduğunu" bildiğini kaydetti.

Şahin'in, bu konuda kendi kardeşi bile olsa onu adaletin önüne çıkaracak bir şahsiyet olduğunu ifade eden Arınç, Şahin'in, bilerek ve kasti olarak adli yargılamayı geciktirdiğini düşünmediğini bildirdi. Arınç, "Ama böyle bir gecikme söz konusuysa ve bir incelemeyle bu ortaya çıkacaksa onun sonuçlarını kabul edebilirim" diye konuştu.

Arınç, RTÜK Başkanı Zahid Akman'ın Cumhuriyet Başsavcılığı'na ifade vermesi konusundaki soruya, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olmasıyla RTÜK'ün kendisine bağlandığını ancak Akman'ın Cumhuriyet Başsavcılığı'na mal bildirimi veya Deniz Feneri davasıyla ilgili mi ifade verdiğini henüz bilmediğini, bu konuda bilgi sahibi olmasının ardından bunu basınla paylaşacağını belirtti.

"Davada gecikme olduğunu sanmıyorum"

Bülent Arınç, bir başka soru üzerine de Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, geçen haftaki konuşmasında "suçu ispat edilinceye kadar herkesin suçsuz olduğuna" dair evrensel hukuk ilkesini anımsatarak gösterdiği hassasiyeti herkesin göstermesi gerektiğini belirtti.

"Kesin olarak yargı kararıyla mahkum edilmedikçe o insanın yargı önünde suçsuz olduğunun, devam eden bir konu hakkında kimsenin yargıya talimat veremeyeceğinin, yargının baskı altına alınamayacağının" Anayasa ve yasalarla teminat altına alındığını anımsatan Arınç, kendisi de dahil olmak üzere pek çok kişinin hem bu ilkeleri söyleyip hem de bunlara aykırı işler yaptığının örneklerinin ortaya konulmasının mümkün olduğunu kaydetti.

Arınç, "Genelkurmay Başkanı da çok iyi niyetle bunu söylüyor mutlaka. Birileri bir şeyler yapıyor ki bu ilkeleri kendisi çiğniyor. Türkiye'de bir şeyler karıştı. Pek çok yargı organı ve onların mensupları, basın mensupları, siyasetçiler bu konuda davranışlarını gözden geçirmeliler. Sanık sıfatı taşıyan insanlara peşinen suçlu olarak bakmamak öncelikle insan olmanın gereği, hukukun bir gereği olduğu kadar" dedi.

"Ergenekon" soruşturmasına "Ergenekon" isminin verilmesine itiraz edilmesiyle ilgili de Arınç, soruşturmaya, "örgüt kendine böyle bir isim verdiği için" bu ismin verildiğini fakat kendisinin de soruşturmanın bu şekilde isimlendirilmesinden rahatsız olduğunu söyledi.

Arınç, "Ergenekon"un Türk tarihiyle ilgili bir geçmişinin olduğuna işaret ederek, "Ama bu ismi kullanan çıkar amaçlı suç örgütleri de olabilir, bireysel bir takım konular da olabilir. Ben, yargıya müdahale edilmemesi konusunda başta siyasetçilerin çok duyarlı davranmaları gerektiğini düşünüyorum. Bu işi yargıya bırakalım. Yargının bağımsız ve tarafsız görüşle bu konuda çok iyi bir karar vermesi Türkiye'nin gerçekten hukuk devleti olduğunu gösterecek" diye konuştu.

Akgün'ün, yargının bu konuda hızlı işleyip işlemediğini sorması üzerine Arınç, "Davada gecikme olduğunu düşünmüyorum" karşılığını verdi.

Anayasa Mahkemesi üyelerinin dinlenmesi

Arınç, bazı Anayasa Mahkemesi üyelerinin dinlendiğine ilişkin iddiaları da Arınç, "üzücü" olarak değerlendirdi.

İddia bile olsa bu konuda değerlendirmeyi Anayasa Mahkemesi üyelerinin kendilerinin yapacağına işaret eden Arınç, "Anayasa Mahkemesi üyelerinin hepsinin seçkin insanlar olduğunu, bu tür adi suçlarla ilgi kurulamayacaklarını, şimdiden masum olduklarını düşünüyorum. Kendi içlerinde bir inceleme başlatmışlarsa bu kurumun itibarını da kurtaracak bir hukuki çalışma olmalı, sonucunu kamuoyuyla paylaşmalılar" dedi.

Öte yandan Arınç, hiçbir yargı kararı olmaksızın, teknolojik imkanlarla dinleme yapanların açıkça suç işlediklerini vurguladı.

Arınç, yasa dışı dinleme konusunda yasal yollarla mücadele yapılması gerektiğini ifade ederek, şöyle devam etti:

"İzinsiz yargı kararı olmaksızın birinin telefonunun dinlenmesinin ahlaksızlık olduğunu düşünüyorum, suç olmasının ötesinde... Herkesin bir özel hayatı var, kişilik hakları var. Buna saygı gösterilmesi lazım. Bir kimsenin telefonlarının dinlenmesini fevkalade çirkin bir iş olarak değerlendiriyorum. Bu işin bir zapturapt altına alınması çok ciddi bir hukuki süreçle takiple mümkün. Bunun da devletin kurumları tarafından yapılması düşünülüyor."

Anayasa değişikliği şart

Anayasa değişikliği hazırlıklarıyla ilgili olarak da Arınç, değişikliğin şart olduğunu belirtti.

Arınç, "Türkiye'nin demokratikleşme atağı içine girmesini, 1982 Anayasası'nın 60-70 maddesinin değiştirilmesi gerektiğini, daha sivil, daha insan odaklı bir anayasaya dönüşmesini olmazsa olmaz diye düşündüğünü" bildirdi.

Milli Görüş çizgisi

"Çeşitli yorumlarda kabinenin daha çok 'Milli Görüş' yaklaşımına gittiği söyleniyor. Yeni hükümet daha çok milli görüşe mi yakın, Saadet Partisinin yükselişinin bunda rolü var mı?" sorusunu Arınç, şöyle yanıtladı:

"Benim de hükümete katılmamla yorumlar epeyce zenginleşti. Şahsen bu yorumların hepsini internetten ve gazetelerden okuma imkanım var. Hepsine de saygı duyuyorum. Bazen senaryolar, uçuk kaçık yorumlar, fanteziler oluyor. Bazen de çok isabetli herkesin 'evet bu gerçekten böyledir', diyebileceği yorumlar oluyor. Artık bunların hiçbirisine ön yargılı yaklaşmıyorum. Ancak herkes bilir ki ben geçmişten bu yana siyaset yapan bir insanım. Milli Görüşçü olmamdan veya Milli Görüşte siyaset yapmamdan kasıt benim Milli Selamet Partisinden başlayarak, Refah Partisi, Fazilet Partisi çizgisinden bugünlere gelmiş olmamsa bu doğrudur. Ben o partilerde ön planda siyaset yaptım. Ama 2001'de AK Parti'nin kuruluşunu bizzat arkadaşlarımla birlikte kendi elimle gerçekleştirdim. AK Parti'de görev aldım, görev yapmaya devam ediyorum. Bugün benim kimliğim, muhafazakar demokrat kimliktir. Geçmişte milli görüş çizgisinde siyaset yapmamın bir eksiklik olduğunu düşünmüyorum. Bundan dolayı utanmıyorum, sıkılmıyorum.

Ben siyaset yaptığım her dönemde, 35 yılı buldu, her zaman fikri olan, dünya görüşü olan bir insan oldum. Günlük olaylarla değil, fikrimle dünya görüşümle siyasi çizgimle var oldum. Bu var oluşumun içinde Milli Görüşçü partilerle siyaset yapmak da bir gerçektir. Ama ben bugün AK Partiliyim. Geçmişten bu yana yanlışlarım, eksiklerim, fazlalarım bunların hepsini dikkate aldım ve Türkiye için faydalı görüşler olabilecek ne varsa ben şahsen o konuda dönüşüme uğradım."

Arınç, kabineye isim isim bakıldığında geçmişte birlikte siyaset yaptığı insanların sadece Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün olduğunu belirterek, "Ömer Dinçer, Ahmet Davutoğlu ve diğerleri bunların hepsi akademisyen arkadaşlarımızdır. Üniversitelerde çalıştılar. Siyaseti o çizgide yapmış olmak eğer böyle bir yoruma yol açıyorsa ben varım, Sayın Başbakanımız var ve Sayın Nihat Ergün var. Yani 26 kişilik kabinede 3 arkadaşımızın kabineye Milli Görüş çizgisini vurduğunu söylemek yanlış, insafsız, haksız bir yorum olur. 'Böyledir' diyorlarsa, yorumlarını buna dayandırıyorlarsa bunları da okuyacağız, bir kısmına güleceğiz, bir kısmına isabetli diyeceğiz" dedi.

"Koruculuk, geçici denirken neredeyse kalıcıya dönüştü"

Başbakan Yardımcısı Arınç, "Koruculuk sistemiyle ilgili çok yönlü bir araştırmanın zamanı gelmiş midir? Münferit bir olay mıdır?" sorusunu yanıtlarken, muhalefette oldukları ve iktidara geldikleri dönemlerde koruculuk sistemiyle ilgili çalışmalar yapıldığını belirtti.

Arınç, "geçici köy korucuları" ismini alan sistemin, kapsamdakilerin sayısı artarak, sosyal imkanlar ve haklar verilerek devam ettiğine dikkati çekti. Bunun terörle mücadele konusunda devlete, hükümete yardımcı olabilecekleri, halk güvenliğinin sağlanmasında faydalı olabilecekleri düşünülerek getirilen bir sistem olduğunu belirten Arınç, "geçici denirken, neredeyse kalıcıya dönüştüğünü" söyledi. Arınç, "Bunların süreç içerisinde tasfiye edilmesi düşünülmüştür" dedi.

Bölgenin OHAL döneminden geçtiğini, bunun bitmesinin de büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu ifade eden Arınç, "Çünkü Türkiye'nin denetim altında olması, Türkiye hakkında Avrupa'nın veya dünyanın kuşkular duyması, insan hakları ihlalleri, işkence veya fena muamele konusunda Türkiye'nin örnek gösterilmesi bizi fevkalade üzüyordu" diye konuştu.

Arınç, "devlet içerisinde görev yaparken daha sonra kişisel amaçlarla başka eylemlerin içine katılan bir takım kuruluşlardan bahsedildiği gibi köy korucularının da ellerindeki silah gücünü başka amaçla kullanmaya başladıklarının veya böyle olayların içerisinde olduklarının söylenebileceğini" belirtti. Emekli olmaları halinde yerlerine yenileri alınmayarak zaman içerisinde tasfiye edilmeleri konusunda devletin bir düşüncesinin bulunduğunu dile getiren Arınç, terörle mücadelenin sadece korucularla yapılmadığını, devletin tüm güvenlik kuvvetlerinin bu süreçte görev aldığını ifade etti. Arınç, "Bölge insanını teröriste karşı bir güvenlik aracı olarak kullanmak faydalı düşünülmüştür, bugüne kadar. Geldiğimiz noktada bunu tekrar gözden geçirmeliyiz" dedi.