"Sıfır sorun" nereye koşuyor?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dr. Beken SAATCİOĞLU

Son zamanlarda Türk dış politikasındaki sıcak gelişmelerin ardı arkası kesilmiyor. İsrail'e yaptırım kararlarını takiben Başbakan Erdoğan'ın sıcağı sıcağına çıktığı "Arap Baharı" turunun yankıları daha dinmemişken hükümetin gerek ABD Başkanı Obama'yla New York'ta gerçekleştirdiği görüşme gerekse BM nezrindeki girişimleri gündemi fazlasıyla meşgul eder oldu. Bu temaslarda Başbakan Erdoğan, öngörüldüğü üzere Türkiye'nin Mavi Marmara olayında İsrail'e karşı olan haklılığını ve bu anlamdaki beklentilerini yineledi ve yıllardır İsrail işgali altında yaşamakta olan Filistin halklarının meşru devletleşme mücadelesine destek verdi. Kuzey Afrika ve ABD'de politika Erdoğan'ın "Ortadoğu liderliği" yönünde şekillenirken, Doğu Akdeniz'de de sular iyice ısındı. Güney Kıbrıs'ın tek taraflı ilan ettiği "münhasır ekonomik bölgede" petrol ve gaz arama çalışmalarını başlatmasına karşılık Türkiye de KKTC ile kıta sahanlığı anlaşması imzalayarak benzer sondaj girişimlerini hızlandırdı.

Tüm bu sıcak gelişmeler arasında kimilerine göre AB'nin Türkiye'ye karşı yıllardır izlediği ikiyüzlü genişleme politikasının kabak tadı vermesi kimilerine göre ise hükümetin ideolojik kaynaklı "neo-Osmanlıcı"lığı sonucu ikinci plana düşen AB meselesi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Almanya ziyareti vesilesiyle adeta tekrar hatırlandı. Gül AB'ye karşı şimdiye kadar görülmemiş netlikte bir üslup kullanarak müzakere süreci sonunda Türkiye AB ülkeleri tarafından "yük olarak görülürse" ülkesinin üyeliği tercih etmeyeceğini belirtti.

Tüm bu gelişmeler Türkiye'nin dış politikada uluslararası hukuk normlarını ve imzalanmış olan meşru anlaşmalardan doğan haklarını kullanarak bölge hatta dünya lideri ülke konumunda etkin rol üstlenmek istediğine işaret.

Bu da Davutoğlu'nun kriz çözücü, "akilli güç" kullanımına dayalı dış politikasının kararlılıkla yürütüldüğünü gösteriyor.

Ancak madalyonun kaçırılmaması gereken, "realpolitik" dediğimiz bir diğer yüzü var ki bu politikanın başarıya ulaşmasını yakından ilgilendiriyor. uluslararası ilişkilerde devletlerin haklı olması meselelerin her zaman lehte çözüleceği anlamına gelmez. Dış siyasetin uluslararası normlardan beslenmesi son derece önemli ve saygı duyulası bir şeydir elbet ancak izlenen siyaset gerekli politik stratejiyle desteklenmezse basarisizlik kaçınılmaz olur. Bu anlamda yakın gelecekte Türkiye'nin dikkatle üzerinde durması gereken en azından birkaç önemli mesele var diyebiliriz.

Birincisi, Türkiye her ne kadar ABD'nin "stratejik müttefiki" konumunda olsa da İsrail'le yaşanacak olası bir ihtilafta ABD'nin Türkiye'den çok İsrail'in yanında yer alacağı açıktır. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Mavi Marmara konusundaki BM'nin Palmer raporunu "titiz ve profesyonel" bulması, Başkan Obama'nın da Türkiye'nin BM'de başını çektiği Filistin'in tam üyelik başvurusunu veto edeceğini ilan etmesi buna işaret. Türkiye'nin bu konularda ABD'nin tam desteğini sağlayamamış olması önemli bir eksiklik. İkincisi, Malatya'ya yerleştirilecek NATO'nun füze kalkanı radar sistemiyle İsrail her ne kadar "yatıştırılsa" da Netanyahu hükümetinin Türkiye'nin uluslararası alanda elini zayıflatacak girişimlere destek vermekten geri durmayacağı aşikar.

İsrail'in Doğu Akdeniz'deki sondaj çalışmalarında Rumlara destek vermesi de şimdiden bunun somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Üçüncüsü, Erdoğan'ın Arap baharı turu her ne kadar bölge halkları nezrindeki popülaritesini arttırmış olsa da Türkiye'nin "bölge lideri ülke" konumunu mevcut durumda gölgeleyen önemli bir faktör var: İran. Hükümetin Beşar Esad rejimine karşı ABD ile birlikte yaptırım kararlarına destek verecek olması uluslararası hukuk açısından meşru olabilir ancak bunun Esad'ın yakın destekçisi İran ile olan ilişkilere olumsuz etkileri olacağı da açıktır.

Halihazırda İran'ın Malatya'ya konuşlandırılacak olan NATO radar sisteminden rahatsız olduğu da zaten bilinmektedir. Sonuç olarak, dış politikada normlar savunulmalıdır elbet ancak uluslararası ilişkilerde stratejinin önemi ve uluslararası planda diğer "oyun kurucu" ülkelerin rolü de dikkate alınmalıdır. Bu ucunun beraber yürütüldüğü bir dış politika Türkiye'nin daha hayrına olacaktır.