"Su"ya dokunan bir yazı…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

M. Utku Şentürk / Gazeteci-AB ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı

2012'de Fransa'da yapılacak 6. Dünya Su Forumu'na hazırlık olarak düzenlenen 2. İstanbul Uluslararası Su Forumu, Haliç Kongre ve Kültür Merkezi'nde 3-5 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşti.

Her 3 yılda bir düzenlenmesine karar verilen forumların birinci amacı metalaştırılacak yeni alanların tespiti, ikinci amacı da elde edilen metalarının dağıtımının organizasyonudur. Şirketlere devredilen dere parçacıklarının sayısı 2000'i geçti. 2006'daki Dünya Su Forumu'nun ardından Türkiye'deki bütün dereler, onlara bağlı olan regülatör, kanal yerleri, orman ve meranın içinden geçen alanlar şirketlere devredildi. Buna gerekçe olarak elektrik ihtiyacı gösterildi. Termikten nükleere kadar doğanın ticarileştirilmesi sürecine bakarsak tüm kıyılar, meralar, ormanlar, tarım alanları şirketlere herhangi bir işletme gereği devrediliyor.

Şirketler "biz bu ülkelerin su ihtiyacını karşılayacağız" iddiasıyla buradalar. Yani öncelikle metalaştıracakları yeni alanları tespit ediyorlar, Türkiye'den metalaştırdıklarını nasıl dağıtacaklarının organizasyonunu yapıyorlar. Su Konseyi'nin sponsorlarının tamamı şirketlerden oluşuyor. Buna ek olarak bu özel şirket-kamu işbirliğinin kamu ayağını oluşturan İSKİ, İBB gibi devlet kurumları var.

Su neden bu kadar önem kazanıyor?

Hayatın kaynağı su, dünyanın 4'te 3'ünü insan vücudunun yüzde 70'ini oluşturuyor. Yaşamsal faaliyetlerimizden günlük ihtiyaçlarımıza kadar su, olmazsa olmazımız. Yüzde 97.5'i okyanuslarda ve denizlerde tuzlu su olarak, yüzde 2.5'i ise nehir ve göllerde tatlı su olarak bulunan dünyadaki yararlanabileceğimiz elverişli tatlı su miktarı, bilinenin aksine oldukça yetersiz çünkü tatlı su kaynaklarının yüzde 90'ı kutuplarda ve yeraltına hapsedilmiş durumda.

Dünyada 1.2 milyar insan temiz suya ulaşamazken 5 milyon insan içme sularına atık su karışmasından dolayı hayatını kaybediyor. ABD'de kişi başına düşen günlük su miktarı 575 litre iken Avrupa'da bu rakam ciddi bir düşüş göstererek 200-300 litreye kadar iniyor. Kalkınmakta olan ülkelerde ise sayılar diğerleriyle karşılaştırılamayacak kadar düşük. Bu ülkelerdeki insanlar, kişi başına düşen minimum su miktarı olan 20 litreye bile ulaşamıyor.

Su hiç de "sudan ucuz" değil!

"Sudan ucuz", "sudan bahane", "havadan sudan konuşmak" vb deyimler toplumumuzda suyun sınırsız, ucuz ve önemsiz bir kaynak olduğunu izlenimini vermektedir. Ancak su sanıldığının aksine hiç de "sınırsız" bir kaynak değil, hele ki bu coğrafyada; Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre ülkemiz su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır. Kişi başına düşen yıllık su miktarı 1652 m3 civarındadır. (DSİ)

Su varlığına göre ülkeler aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaktadır.

· Su fakirliği: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1,000 m3'ten daha az.

· Su azlığı: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 2.000 m3'ten daha az.

· Su zenginliği: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8,000 - 10,000 m3'ten daha fazla.

Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) 2030 yılı için nüfusumuzun 100 milyon olacağını öngörmüştür. Bu durumda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1.120 m3/yıl civarında olacağı söylenebilir.

 Su fakirliğine doğru koşar adım gidişe ek olarak ne yazık ki Neo Liberal politikalar ile su kaynaklarının tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de özelleştirme furyası ile talan edilişi ile "ucuz" ve "önemsiz" bir kaynak olmadığını görüyoruz.

Su, dünyamız için yaşam kaynağıdır. Dünyanın "Küresel Isınma" felaketinden dolayı, giderek daha fazla su sıkıntısı çekeceği gerçeğini de bilim insanları dile getirmekte. Buna ilaveten yakın bir gelecekte, dünyada su savaşlarının kaçınılmaz olacağı da belirtiliyor!

Bunu derken biraz da 90'lı yıllardan itibaren Dünya Bankası öncülüğünde bir kamu malı olan su kaynaklarının özelleştirilerek yağmalanmasının gündeme gelişini göz önünde bulunduruyor olsa gerek. Zira bugün ülkemiz de dahil olmak üzere tüm dünyada tatlı su kaynakları birer birer şirketlerin eline geçiyor. Bu yüzyıldaki su savaşları askerle değil, tatlı su kaynaklarının özelleştirilmesi, şirketlerin özellikle de çokuluslu şirketlerin eline geçmesi yoluyla başlamış durumdadır. Geçmişten günümüze savaş sebebi olan, toprak ve yer altı zenginliklerinin son dönemlerde yerini suya bırakacağı gözüküyor. Ortadoğu için güncel bir konu olan su çekişmeleri Türkiye, Irak ve Suriye'yi daha çok ilgilendirmektedir. Dolayısıyla da stratejik bir kaynak olarak su, her geçen gün daha çok önem kazanmaktadır.

Suya kapitalist tehdit

Eko-Sosyalist Michael Löwy'nin de dediği gibi  su giderek daha kıt ve kirletilmiş hale geliyor. İnsanlar su içtiklerinde ve musluklarını açtıklarında bu sorunu yaşıyorlar. Kapitalizmin hayatın temel kaynaklarından birini, suyu tehdit ettiğine dair giderek büyüyen bir kavrayış var. Kentlerde su dağıtımının kamulaştırılması talebi çevresinde gelişmeye başlayan hareketler ortaya çıktı. Örneğin Fransa'da, yerel yönetimin suyu özel işletmelere satıldı ki bu da fiyatları yükseltti ve suyun kalitesini düşürdü.

İkisi aynı anda oldu. Dolayısıyla giderek daha fazla insan su dağıtımının yeniden kamulaştırılması için mücadeleye katılma ihtiyacı duyuyor. Fransa'da tartışma konusu olan sorunlardan biri de su dağıtımı özel şirketlerin elinde mi kalacak, yoksa yeniden bir kamu hizmeti mi olacak?

Su konusunda ayrıca kapitalist tarımın suyun fantastik biçimlerde israf ettiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Suyu her zaman halka yönelik olmayan ürünler için, sınai ihtiyaçlar için kullanıyor. Dolayısıyla tarım modelini değiştirmeye, daha biyolojik yoğunluklu hale getirmeye yönelik mücadeleler de var. Yani su gerçekten de politik bir sorun; ekolojik ve toplumsal sorunları birleştiriyor.

Su ve arıtmanın ulus ötesi şirketlerin eline bırakılması kapitalizmin yıllardır yapısal krizini çözmek için kullandığı araçlardan biri. Sonuç: Öncelikle yoksulların yaşam hakkının ihlali.

Her gün dünyada 3 bin 800 çocuk sağlıklı suya ve atık su sistemine erişimden yoksun olmakla bağlantılı hastalıklar nedeniyle ölüyor.

Ama mücadele edip kazananlar da var. Bolivya'da halk, suyuna el koyan büyük şirketleri korkuttu; buna izin veren hükümeti devirip attı; ardından da şirketleri kovdu.

Güney Afrika'da yoksullaştırılan halk, örgütlenerek su hakkı için mücadele ediyor; 'apertheid'ı en iyi bilenler olarak 'Özelleştirme ayrımcılıktır' diyor.

Su hakkıyla ilgili olarak genelde üç temel talep sıralanmaktadır:

1. Su hakkı insan hakkıdır. Bu haktan kesinlikle vazgeçilmemelidir.

2. Su kaynaklarında ve kullanımında kamu mülkiyetinden vazgeçilmemelidir.

3. İnsanca yaşam için gerekli temiz su miktarı ücretsiz olarak verilmelidir.

Su sorunu temelde Kapitalizm'in kaynakları yağmalaması, her şeyi metalaştırıp paraya çevirmesi ile ilgili bir sorun. Kapitalizm tasfiye edilmeden bu sorun tamamı ile çözümlenemeyecek. Zira Kapitalizm insanlığa karşı bütün suçların ana sorumlusudur. Ancak Bulutsuzluk Özlemi'nin sevilen şarkısında da denildiği gibi  "çelişkiler keskinleşsin diye"  böyle geçmesin ömrümüz istiyorsak Kapitalizm'in tasfiyesini beklemeden elimizden ne geliyorsa bugünden tezi yok yapmalıyız…