Rekabetçi ekonomi inovasyonla mümkün
Amerikan Anayasası'nın Birinci Maddesi'nin 8. Bölümü'nde şöyle der: “Yazarlara ve mucitlere, sınırlı bir süre için yazıları ve buluşları üzerinde münhasıran hak tanıyarak, bilim ve yararlı sanatların gelişmesini teşvik etmek..." Bir bağımsızlık savaşı sırasında, bir anayasanın daha ilk maddesinde telif hakkından söz etmek, yaratıcı düşünceye verilen önemin en net örneği.
Telif hakları ve buna bağlı olarak patentin anlam ve önemi, bunun korunması için hukuki önlemler alınması gibi konular, Amerikan halkının ortak kültür belleğinde ve bilinçaltında kayıtlı.
O kadar ki, “sadece" bir yıl süreyle örgün (formel) eğitim alabilmiş olan ABD Başkanı Abraham Lincoln, patent sahibi tek başkan! Sistem, böyle bir şeye fırsat veriyor. Lincoln'ün 22 Mayıs 1849'ta aldığı 6469 numaralı patenti, denizcilikle ilgiliydi: Sığ sularda gemilerin karaya oturmasını engellemek amacıyla, içi hava doldurulan balonlar, geminin kenarına diziliyor ve şişiriliyor.
Ne var ki Lincoln'ün patenti ticari bir ürüne dönüştürülemedi: Çünkü balonları taşıyan aksamın ağırlığı, tekneyi daha da ağırlaştırıp, karaya oturmasını kolaylaştırıyordu. Ticari fayda sağlamasa da, Lincoln'ün fikri özgündü ve patenti hak etmişti.
Lincoln denilince akla gemicilik değil devlet başkanlığı ve köleliğin yasaklanması için çabaları, bunun, ülkeyi iki kampa bölmesi üzerine çıkan iç savaş akla gelir. Ama Lincoln, siyasete atılmadan önce Missisippi Nehri'nde New Salem'den New Orleans'a nakliyecilik yapmıştı. Sığ sularda yük teknelerinin karaya oturmasına çok tanık olmuştu. Bu soruna çare üreten yaratıcı fikrine patent aldı ama bundan para kazanamadı. Bu öykü, patentin ille ve mutlaka işe yaraması gerekmediğini gösteriyor. Buna ek olarak bir patent, bir süre işe yarasa (ticarileşse) bile sonradan eskiyip işlevsiz hale gelebilir.
Amerikan Anayası'nda telif haklarından söz edilmesinde ise ABD'nin “kurucu baba"larından, Bağımsızlık Bildirgesi'nin “baş" yazarı (ve 3.Başkan) Thomas Jefferson'un büyük rolü var.
Lincoln'den 100 yıl önce yaşamış olan Jefferson, fazla titiz ve kılı kırk yaran, tereddütlü (eski ve doğru deyimiyle: mütereddit) biri olduğu için, “gerçekten" işe yarayacak buluşlarına patent almadı. Çünkü, kendisi Patent Ofisi'nin başkanıydı. Kendi buluşları için patente başvurmayı doğru bulmadı.
Jefferson'un buluşları kadar, Amerikan ekonomisi için patentin (yani yenilikçilik-buluşçuluğun) önemini halka anlatması, bu konuda öncülük yapması nedeniyle kendisine “Amerikan Buluşçuluğunun Babası" denilir. Patent konusuna, ABD'de henüz bağımsızlık fikri doğduğu sıralarda bile önem veriliyordu. Bugün de öyle. Ve Türkiye dahil bütün ülkeler, patent sayılarını artırma uğraşı içinde.
Çünkü patent, özgün ve yenilikçi (inovatif) bir uygulamaya verilen onay. Ne kadar çok yenilikçi uygulaması varsa bir ülkenin, o ülkenin küresel rekabet gücü o kadar çok oluyor.
Örneğin Çin, tam bu nedenle, “Ulusal Patent Geliştirme Stratejisi 2011-2020" hazırladı ve Aralık 2011'de açıkladı. Raporun, 2015 yılına kadarki hedefi:
- Patent tesçili 1 milyon olacak.
- Faydalı model tesçili 2 milyon olacak.
Faydalı Model diye, özellikle küçük ve orta boy şirketlerin yenilikçi ürün/hizmet geliştirmesini özendirmek amacıyla, inceleme işlemleri daha hızlı, daha ucuz ve faydacı bir uygulamaya deniliyor. Buluşu 10 yıl süreyle üretme ve pazarlama hakkı sağlıyor. Patentte süre genelde 20 yıl. Türkiye'ye bakarsak, patent konusunun, diğer küresel göstergelerdeki durumumuzdan farklı olmadığını görüyoruz. 133 yıl önce Osmanlı Dönemi'nde kabul edilen Patent Kanunu'ndan bu yana - yaklaşık- 46 bin patentimiz olmuş. Ama bunların 38 bini terk edilmiş (en başta anlatılan şekilde eskimiş, uygulanmamış, yenilenmemiş v.b.). Ve bugün elimizde, Dünya Patent Kurumu'nun Aralık 2011'de yayınlanan verilerine göre 7,469 “işleyen" patentimiz var. Bazı ülkelerde ise 2011'de “işleyen" patent sayıları:
ABD 2,017,318 Japonya 423,432 Çin 564,760 Almanya 514,046 Fransa 435,209 Yunanistan 32,120 İşleyen patentlere değil de, Türkiye Patent Kurumu tarafından verilmiş patentlere sadece sayı olarak baktığımızda şunu görüyoruz: TPE, 2011'de tesçil ettiği (onayladığı) 6,539 patentin sadece 847'sini “yerli" sayıyor. Geri kalan 5,692 patent ise “yabancı" kaynaklı. Yani, Türkiye'de çalışan yabancı
şirketlerden...
1995-2011 arasında “yerli" patent oranı yüzde 7.6. “Yabancı" patent oranı yüzde 92.3 Şimdi de işleyen patent sayısı ve toplam patent sayısından daha da önemli olan Triadik Patent sayısına bakalım. Triadik (Üçlü) patent diye, Avrupa-ABD-Japonya patent kurumları tarafından, yani üçünün ortak kararıyla “patent" olarak kabul edilen patentlere deniliyor. Bu patentler, sadece bir ulusal patent kurumunun kararı olmayıp, üç uluslararası kurumun kararı olması bakımından çok daha önemli bir gösterge. Türkiye'nin, 1996-2009 arasında Üçlü Patent sayısı 4'ten (yazı ile: dört) 24'e çıktı.
Türkiye, Üçlü Patent bakımından OECD içinde 23. sırada. En son 2009 yılına ait olan verilere göre en fazla Üçlü Patent sahibi ülke ABD: 13,715. İkinci sırada Japonya var: 13,322. Üçüncü sıradaki Almanya'nın Üçlü Patent sayısı 5,764. Ve liste böyle gidiyor.
Yüzde olarak baktığımızda dünyada Üçlü Patent sahipliğinde ABD yüzde 29.2 paya sahip. Japonya'nın payı yüzde 28.3. Avrupa Birliği yüzde 30.3. Geri kalan bütün dünyanın payı yüzde 12.2.
Dünyada en çok patent alınan bölgelere de bakabiliriz. OECD'nin hesabına göre ilk 10 bölgenin üçü Japonya'da,dördü ABD'de, biri Fransa ve diğeri Güney Kore'de:
1.Tokyo
2.San Jose-San Fransisco-
Oakland (Silikon Vadisi ve yöresi)
3.New York-Newark-Bridgeport
4.Boston-Worcester
5.Seoul ve yöresi
6.Los Angeles-Long Beach
7.Kanagawa (Japonya'da
Yokohama bölgesi)
8.Osaka
9.Paris ve yöresi
10.Minneapolis-St.Paul
Buraya kadar sıraladığımız veri ve bilgiler, biri diğerini tamamlayan yenilikçilik ve patentin tesadüflere bağlı olmadığını, bir bilim ve teknoloji kültürüne, bunların altyapısına dayandığını göstermiş olmalı: Türkiye'nin “yeri ve durumu" hakkında başkaca bir değerlendirme yapmaya gerek kalmıyor. Herşey açıkça belli. Türkiye olarak, yenilikçilik konusunda (ve patent geliştirmede) azim ve hevesle bilinçli olarak hareket etmemiz, ve bir Ulusal İnovasyon Stratejisi hazırlamamız gerektiğini söyleyebiliriz. 19 ve 20. yüzyıl tarzı kategorik sanayi üretimi hedeflerini temel
alarak 21. yüzyılda da rekabetçi olmayı ümit edemeyiz. Ama bilgi ve iletişim teknolojilerine bu konuda can simidi gibi sarılabiliriz. Çünkü Türkiye'de BİT sektörü sermayesinde yüzde 1'lik artış sağlanırsa, kişi başına gelirin yüzde 1.6 artabileceği TÜBİSAD tarafından hesaplandı.
Örneğin, genişbant kullanımı yüzde 10 arttığında, yenilikçiliğe dayalı ürün satışı yüzde 3'e yakın artıyor. Elektronik ticaret değerleri 2 kat arttığında, yenilikçilik yapma eğilimi yüzde 3 artıyor.
TÜBİSAD'ın raporunu, 2023 Türkiye'si için hükümet tarafından saptanan hedeflere ulaşmak için, yenilikçiliği hızlandırmayı amaçlayan bir yol haritası olarak görüyoruz.