Şehrin dönüşümü ve rant üretimi
Kadem EKŞİ / MMG Yerbilimleri Komisyon Başkanı
Bölgenin medeniyet tarihiyle özdeş bir tarihe ve kültürel birikime sahip şehirler, o civarın aynı zamanda ekonomik kalkınmasının da öncüleri olmuşlardır. Gerek tarihi ve kültürel dokusu gerekse de ekonomik canlılığı içinde barındırması açısından şehir kavramı oldukça önem arz etmektedir. Bu noktadan hareketle bir şehri doğru yönetmenin ne denli önemli bir olgu olduğu da ortaya çıkmaktadır. Öyle ki, kötü yönetilen şehirlerin bölge ekonomisine ve sosyo-kültürel yapısına büyük zararlar verebileceği de görülmektedir.
Şehircilik anlayışını temel alan yerel yönetimler, gelecek on yıllara ve yüz yıllara hizmet sunacak alt yapı ve üst yapı projelerini belli bir plan dâhilinde hayata geçirerek şehrin kontrollü büyümesine imkân ve zemin hazırlamalıdırlar.
Nüfus arttıkça iş ve ekonomik hacmi artan bölgenin, yeni iş sahaları ve istihdam alanları oluşmasıyla göç çekim gücü artmakta ve göçle gelen yeni nüfus bölgeye yeni hareketlilik ve dinamizm katmaktadır. Fakat tüm bunlar birbirini tetikleyerek hızla gelişirken, ortaya çıkan en önemli sorunların başında, plansız ve kontrolsüz yapılaşma ve şehrin öngörülmeyen akslarda büyümesi sorunu geldiğini görmekteyiz.
Oluşan bu sorunu şehir bir müddet büyük maddi külfetlerle ve altyapı yatırımlarıyla çözmeye çalışsa da iş artık içinden çıkılamaz bir hal aldığında tümüyle bir bölgeyi yeniden inşa etmek fikri ortaya çıkmaktadır. Alt yapı hazırlıkları tamamlanmadan yapılan konutlar, alışveriş merkezleri, iş yerleri ve diğer sosyal mekânlar daha sonraları birkaç misli ekonomik bedel ödenerek ve eksik olarak alt yapıya kavuşsa da bu sorun ileriki dönemlerde kontrolsüz büyümeyle birlikte yeniden ortaya çıkabilmektedir.
Buradan yüzyıllardır birçok medeniyete ve kültüre ev sahipliği yapan 2010 Kültür Başkenti İstanbul'a gelecek olur isek, tüm bunların en açık ve canlı örneklerini burada ne yazık ki rahatlıkla görebilmekteyiz. İstanbul, kendi doğal nüfus artışının çok daha fazlasını göç alarak içine çekmiş ve birçok aksta kontrolsüz olarak büyümüş bir büyük anakent. 15 milyona yaklaşan nüfusu ile çok sayıda ülkeden daha büyük bir ekonomik hacme ve hareketliliğe sahip bir şehir. Bu büyük şehrin artık sayısız noktasında 2000'li yılların başından itibaren kentsel dönüşüm fikrinden söz edilmekte ve yapıların yeni bir düzen ve plan dâhilinde ele alınarak dönüştürülmesinden bahsedilmektedir.
Yapılaşması kısmen veya tümüyle tamamlanmış bir bölgenin dönüştürülmesi hiç kuşkusuz çok sayıda sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu sorunların başında hukuki anlaşmazlıklar, rant paylaşımı, imar sorunları, dönüşüm sürecinde oluşan kayıpların telafisi, mevcut sosyo-kültürel ve tarihi yapının korunması gibi çok sayıda farklı alanları içeren konular gelmektedir.
Tüm bu hassas noktaları kapsayan optimum çözümü elde etmek ve bir model oluşturarak belirlenen bölgenin dönüşümünü sağlamak elbette mümkündür. Nitekim ülkemizin müteaddit bölgelerinde bunların örneklerine rastlamakta ve başarılı dönüşümleri görmekteyiz.
Ancak konu İstanbul gibi rantı büyük şehirler olunca, şehir dönüşümlerinde tüm diğer sorunların önüne geçen en önemli faktör bu getirinin ne şekilde değerlendirileceği ve bu dönüşümden kimin ne pay alacağı noktasında toplanmaktadır. Özellikle İstanbul gibi yoğun yapılaşmanın ve deprem faktörünün etkili olduğu bölgelerde şehir dönüşümleri daha da önemli bir konu olarak çözülmeyi beklemektedir. Şehir dönüşümlerinde sıkça sözü edilen sadece imarı arttırmak dikey yapılaşmaya doğru gitmek problemi çözmez, aksine bunun dahi yanlış uygulanması sorunu daha da büyütebilir.
Bir şehri dönüştürmek oldukça kapsamlı ve makro planlar dâhilinde ele alınması gereken bir süreçtir. Bir şehrin dönüşümü gerçekleştirilirken, şehrin altyapı sorununu çözmeye, depreme karşı yapıların güvenliğini arttırmaya, yeşil alanlarını zenginleştirmeye, otopark ve trafik yükünü azaltmaya, kaçak yapıları azaltmaya, kültürel dokusunu korumaya ve o bölgeye yeni bir kimlik ve değer katmaya ortak bir çözüm sunması gerekmektedir. Tüm bunları olası en iyi şekilde ele almadan gerçekleştirilen tüm dönüştürme çalışmaları başarısız olacak ve yapı maliyetinden sonra ek işletme maliyetleri getirecektir. Oysa şehir dönüşümden beklenti ileriki yıllarda tüm işletme giderlerini minimize eden bir anlayışta olmalıdır.
Bir şehri dönüştürürken, maddi külfetini karşılamak doğrultusunda aynı zamanda bununla paralel bölgeye yönelik rant üretimi de sağlamak gerekmektedir. Ancak maalesef ülkemizde rant üretimini sadece imar artışlarıyla sağlamak gibi yanlış bir anlayış da mevcuttur. Oysa bir bölgeye, yeşil alan kazandırarak, sosyal doku kazandırarak ve hepsinden daha önemlisi marka bir değer ve kimlik kazandırarak da rant üretmek mümkündür. Gittikçe karmaşıklaşan şehir yaşamında artık insanlar evlerinde gittiklerinde sessiz, korna sesinden araç sesinden uzak, pencerelerinden baktıklarında dingin ve huzurlu doğayla iç içe yaşamı barındıran yerleri görebilecekleri alanları tercih ediyor. Tüm bu hususları dikkate alarak rant üretimini de sadece imar ve metrekare artışıyla sağlamaktan kaçınarak değişik konsept çalışmalara yönelmenin de gerekliliği ortadadır. Aynı metrekareyi koruyarak bölgeye yeni bir kimlik ve değer katarak da rant üretebiliriz, imarı iki katına çıkarıp sadece olaya ekonomik getiri açısından bakarak da rant üretebiliriz. Oysa bu getiriyi sadece maddi konular açısından ele alarak değerlendirmek, bizi, istediğimiz dönüşüm sürecindeki başarı oranından saptırabilir. Şehirleri veya kısmi muhitleri dönüştürüp yeniden inşa ederken bölgenin kültürel ve sosyal dokusuna da dikkat etmek gerektiği ortadadır. Bunun yanında sadece bir karar alarak dahi bölgeye yeni bir değer katmak ve getirisini arttırmak dahi mümkün olabilmektedir. Ticari faaliyetlerin olduğu bir bölgeyi araç trafiğine kapatıp yayalaşma oranını arttırarak bile bölgeyi ekonomik değer ve getiri katmak mümkündür.
Görüldüğü üzere şehir dönüşümleri ve bunu yaparken bununla beraber gelişmesi gereken rant üretimleri çok sayıda konuyu içermekte ve değişik çözümleri ortaya koymaktadır. Gerekli hukuksal yapının oluşturulması ve makro planlamaların yapılması ile şehirlerimiz vizyonu olan bir anlayışla öz değerlerini yitirmeden yeniden ve güvenli bir şekilde dönüşecek ve bu dönüşüm hiç kuşkusuz ülke ekonomisine de her anlamda olumlu katkı sağlayacaktır.
Ülkemizde inşaat sektörü tüm ticari kalemleri faaliyete geçirecek ölçüde önemli bir değere ve kapasiteye sahiptir. Rahatlıkla söylenebilir ki, yapıların bu dönüşüm süreci başladığında bu lokomotif, tüm sektörleri çekebilecek ve harekete geçirebilecek bir güce erişecektir.
Şehirlerimize özgüveni yüksek bir marka değer katabilmek için, daha güvenli daha çağdaş ve insan odaklı yapılara kavuşmak için, şehirlerimizin merkezden kaçarak büyümesini önlemek ve kontrollü izinli kaçak yapılaşmanın olmadığı yapılarla yarınlara ulaşmak için, alt yapı otopark yeşil alan ve sosyal donatı eksikliğinin olmadığı sağlıklı ve huzurlu gelecek için, kentsel dönüşümlere bir an önce başlamak gerektiği inancındayız.