Sevr'den, Lozan'a... Tarih ve tekerrür ikilemi
Dr. Yalçın Alganer / Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi
Tarih 10 Ağustos 1920, Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz, Lehistan (Polonya), Portekiz, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya), Çek-Slovakya (Çekoslovakya) devletleri, yani diğer bir ifadesiyle, Düvel-i Muazzama (Büyük Devletler), bir tarafta ve tek başına Osmanlı diğer tarafta, Sevr (Sevres) Antlaşması'nı imzaladılar. ABD ve Sovyet Rusya, bu antlaşmaya imza koymadılar. Bu antlaşma ile sadece Osmanlı İmparatorluğu parçalanmakla kalmamakta, tüm ekonomik, adli ve idari bağımsızlığı da ortadan tümüyle kalkmakta idi. Tabii, bu antlaşmanın çok öncelerinden gerekli yatırımlar, girişimler yapılmış, kilit noktaları içeriden feşedilmiş ve gerekli altyapı hazırlanmış idi. Malm, Osmanlı tarafından ilk kapitülasyonlar -yani imtiyazlar, ayrıcalıklar ve özel haklar-, Fatih Sultan Mehmet tarafından Venedikliler'e, sonrasında da Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1535'te Fransızlar'a verilmiştir. 1838'de İngilizler'le yapılan Özel Ticaret Anlaşmaları - 1838 Balta Limanı Antlaşması, 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları, 1856 Paris Anlaşması, dış borçlandırılma stratejileri, Kırım savaşı ve 1854 ilk borçlanması, 1875 Muharrem Kararnamesi ve 1881 genel borçlar (düyun-u umumiye) idaresi, vd. ilginç tarihi kapitülasyonlar, yani ayrıcalıklar, imtiyazlar, yaptırımlar, dış borç almalar, kısıtlamalar, vb. uygulamalar devam edip durmuştur...
30 Ekim 1918'de, Osmanlı ile Britanya İmparatorluğu arasında Mondros Mütarekesi yani Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır. Dünya Savaşı galibi ülkeler, tüm mağlup ülkeler ile yani Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan ile teker, teker masaya oturmuşlar ve muhtelif görüşmeler sonucunda her biri ile barış antlaşmaları yapmışlardır. Bir tek ne hikmetse Osmanlı ile masaya görüşmeye oturmamışlardır. Bunun yerine, 14 Nisan 1920'de, San Remo'da toplanarak kendi aralarında Osmanlı'yı bir güzel paylaşmışlar, hemen akabinde de 22 Nisan 1920'de, Osmanlı'yı apar-topar Paris Barış Konferansı'na çağırmışlardır. İlk girişimleri, Osmanlı tarafından reddedilince, arkadan gelecek olan ağır Sevr şartlarının kabulüne zorlamak, ulusal birliği ve ulusal direnişi bozmak için bu kez de iç isyanlar ve işgaller başlatılmıştır. 23 Nisan 1920'de toplanan Büyük Millet Meclisi, 30 Nisan 1920'de tüm dünyaya ve bu arada tabii ki, Düvel-i Muazzama, yani galip büyük devletlere de, İstanbul'dan ayrı bir hükümet kurulduğunu bildirmiştir. Ankara Hükümeti, 18 Haziran 1920 de Misak-ı Milli' ye sadık kalınacağını ve Türk topraklarının parçalanmasına izin verilmeyeceğini" tüm dünyaya vakarla ve cesaretle duyurmuştur. Bunun üzerine derhal Düvel-Muazzama mensupları, B planına geçmişler, İzmir'de bulunan Yunan kuvvetlerini Anadolu'nun içlerine, Ege'ye ve Trakya'ya sürmüşler, Uşak, Balıkesir, Bursa ve Trakya işgalini ve istilasını oluşturmuşlardır. Bu durumda pes eden Saltanat ise, derhal Sadrazam Damat Ferit Paşa, Hadi Paşa, Rıza Tevfik bey ve Reşat Halis Bey'den oluşan ikinci heyeti Paris'e göndermiş, 25 Haziran 1920 Paris Antlaşması koşullarını kayıtsız ve şartsız kabul ettiğini bildirmiştir. Sonrasında da, bu heyet Sevr Barış Antlaşmasını 10 Ağustos 1920 de imzalamıştır. İşte 10 Ağustos tarihi onun için çok önemli bir tarihtir; bir ibret ve ders alınma tarihi olmalıdır... Ama ne yazıktır ki ders alınamamaktadır. Ders alınabilse idi, zaten tarih de tekerrür etmezdi...
Tahammül (katlanamayacağımız) ve tahayyül (hayalimizde canlandıramayacağımız) dahi edemeyeceğimiz boyutta, zor, ızdırap dolu, itibarımızın, şerefimizin ayaklar altına aldırıldığı bedbaht günler gelip çatmıştır.
24 Temmuz 1923 tarihinin ve dolayısıyla Lozan (Lausanne) Sulh Muahedenamesi yani Lozan Barış Antlaşması'nın önemini ve anlamını daha iyi algılayabilmek için bu hatırlatmalar maalesef ve mutlaka gerekiyor idi.
Sevr Antlaşması'na göre, Trakya, İstanbul, Ege Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi'nden atılıyor, Anadolu'nun ortasında, denizlere çıkışı olmayan, ufak ve garip bir devlet olarak bırakılıyorduk. Tabii ki, bu elimizden alınan yerler de, Düvel-i Muazzama mensupları arasında, belirli bir hiyerarşiye göre paylaşılıyordu. Hatta paylaşımdan dolayı, üşüşen ülkeler arasında kırgınlıklar bile yaşanmaktaydı. Ne hazindir ki, bağımsızlık -İstiklal-Kurtuluş mücadelesi, büyük ve dahi önder Mustafa Kemal Atatürk'ün komutasında, sadece Düvel-i Muazzama (Büyük Devletler) ya karşı verilmiyor, aynı zamanda, kendi padişahına, padişah ordusuna, içerideki işbirlikçilerine ve vatan hainlerine karşı da veriliyordu. Ama Türk ulusu köle olmak, sömürge olmak niyetinde değildi. Büyük Kurtuluş Savaşı başladı, Atatürk önderliğinde zaferler elde edildi, tüm bir ulus, top yekn ve çılgın (Çılgın Türkler) bir şekilde vatanlarını, namuslarını ve itibarlarını, şereflerini söke, söke kurtardılar. Askeri alanda kazanılan zaferler, artık diplomasi alanında da başarıya dönüştürülmeliydi.
İşte Lozan Antlaşması bunun için çok önemli ve çok da kıymetlidir. Bu konuların ve ayrıntılarının mutlaka öğrenilmesi ve öğretilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, bu günleri gereğince doğru süzemeyiz, oynanan oyunları, hazırlanan tezgahları, büyük projeleri algılayamayız.
Yorgun, bitkin, cılız ve dostsuz ama vakur, cesur, dirilişi yaşamış genç Türkiye bir tarafta ve gene dört ana müttefik devlet: Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya ve yanlarında diğer birleşik güçler ve devletler: Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) devletleri ve ABD, boğazlar konularında görüşmelere çağrılan Sovyet Rusya ile hem Boğazlar ve hem de Trakya sınırına ilişkin konularda görüşmelere çağrılan Bulgaristan, sadece belirli konularda görüşmelere çağrılan Belçika ve Portekiz ise diğer tarafta idi.
Herkesçe malumdu ki, esas çekişme İngiltere ile Türkiye arasında geçecekti. Onun içindir ki İngiltere, en önemli ve deneyimli müzakerecesi olan Dış İşleri Bakanı Curzon'un başkanlığında, ikinci yetkili İstanbul Yüksek Komiseri Rumbold'u ve çok geniş bir delegasyon göndermişti. Fransa ile toprak sorunu 1921 Ankara Antlaşması ile çözümlenmiş, İtalya'nın ise bir toprak talebi kalmamıştı. Japonya'nın konferansa ilgisi çok azdı. Yunanistan, İngiltere'nin himayesinde idi, eski başbakanları Venizelos'un başkanlığındaki delegasyon ile yenilgilerinin etkilerini azaltmaya çalışacaklardı. ABD nin durumu ise ilginçti. Adeta bir gözlemci gibi katılır gözüktü ama arka planda gayet de etkili bir fonksiyon görmüş, hatta Konferansı yönlendirmiştir. Heyetleri, Roma Büyükelçisi Child, İstanbul Yüksek Komiseri Amiral Bristol ve Bern Büyükelçisi Grew'dan oluşuyordu. Diğer devletler de müzakereci delegasyonlarını oluşturdular ve Lozan'a yolladılar.
Türkiye de Lozan Barış Konferansına, Baş Delege İsmet İnönü, Delegeler, Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka ile beraber yirmi iki danışman, dokuz tercüman ve geniş bir basın grubu ile katıldı.
11 Kasım 1922'de, tam sekiz ay sürecek konferanslar için masaya oturuyorlardı. Tabii ki askeri konularda müşiş tartışmalar ve hararetli münakaşalar yaşanıyordu. Diplomatik tecrübesi olmayan Türkiye Cumhuriyeti heyetine ve dolayısıyla da devletine yüklenip duruyorlardı. Heyet başkanı İsmet İnönü de kendisine verilen talimat bağlamında, vakur, dirayetli ve haysiyetli bir şekilde dava arkadaşları ile birlikte direniyor ve karşı koyuyordu. Ama müzakerelerin esas konusunun, yani buz dağının henüz görünmeyen ana konusunun ekonomi olduğu herkesin malmu idi. Ermeni devletinin reddi, boğazların denetiminin Türkiye'ye devri meselesi, azınlık sorunları, bağımsız Türk yargısının sağlanması ve nihayet kapitülasyonlardan (ayrıcalıklar, imtiyazlar) kurtulunması konuları en sorunlu meselelerdi. Nitekim, dayatmalar sonucu Türk delegasyonu konferansları terk etti ve yurda döndü (14 Ocak 1923), daha sonraları tekrar toplandı ve tam sekiz ay süren müzakereler sonucunda anlaşma sağlanabildi. Türkiye istediğini elde etmişti, en önemli erdem olan bağımsızlığını - istiklalini kurtarmıştı, tam anlamıyla tekrar geri almıştı. Çekilen zahmetleri, verilen çabaları ve haysiyet, gurur ve sinir mücadelesini bilmeli ve anlamalıyız. Unutmamak gerekir ki, bu görüşmeler yapılırken, Türk ordusunda, atların nallarına çakılacak mıh (çivi) dahi yoktu. Yani yorgundu, fakirdi ama inancı, birliği ve güveni, yani "Ulus Bilinci" tamdı; zaten bu da yetiyordu. Şayet bu çok zor elde edilmiş olan erdemler elimizden giderse veya alınırsa, şehitlerimize, gazilerimize, emeği geçenlere, ulusumuza ve vatanımıza yazık olur.
Tam 85 sene geçti. Lozan'da İngiltere delegasyonu başkanı ve baş müzakerecisi, Konferansların da başkanı olan Lord Curzon, toplantılar biterken, Türk Heyet Başkanı İsmet İnönü'ye şöyle diyordu: "İstediklerinizi şimdilik size verdik. Bunların hepsini tek tek cebimize koyuyoruz. Ama zamanı geldiğinde, gene tek,tek çıkartacağız ve yeniden önünüze koyacağız." İşte gayet açık ve seçik olarak amaç ve niyet ortaya konmaktaydı. Gerçekten de, dediklerini yaptılar...
Lord Curzon'un sözlerinde özetlenen genel amaç buydu. Yani, Sevr'in de ötesinde bir amaç söz konusu idi. Dünyanın 193 düveline de hatırlatmakta fayda görüyorum, tezgahlanmış olan oyunlara Çılgın Türkler'in verdiği cevapları, vermiş oldukları onurlu ölüm-kalım mücadelelerini zinhar ve hiç bir zaman hatırlarından çıkartmasınlar. Bizler, Büyük Kurtarıcı ve Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği, hazırladığı ve emanet ettiği yolda ilerleyen, "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sloganını ve dünya görüşünü benimsemiş, çağdaş, demokratik, Türkiye Cumhuriyeti'yiz. Cumhuriyetimizi de, demokrasimizi de ağır bedeller ödeyerek elde ettik. Mutlaka eksiklerimiz vardır ama telafi edilecektir. Yolumuz, hedefimiz bellidir. "Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır."