Suç aynaya bakmayanındır!
TEKİRDAĞ'DAN / M.Nedim ÇAĞLAR
Çorlu'da geçtiğimiz günlerde "Çorlu'nun Ekonomik Dinamikleri ve Ticari Yaşamı" konu bir toplantı düzenledik. Çorlu'nun geleceğini konuşalım istedik. Toplantıda, genel olarak iki konu etrafında şekillendi; 1- Ortaklık kültürüyle yapılan ve yapılacak yatırımlar
2- Alt yapı ve çevre kirliliğine sivil toplum örgütlerinin bir arada kamuoyu oluşturarak çözüm araması
Toplantı iki ana konu etrafında aktı gibi görünse de ana tema tekti: Dayanışma
Aslında 2 saati aşan toplantıyı, Osman S. Arolat'ın bir cümlesi özetledi: "20 yıl önce Ergene için buraya geldiğimde….aynı şeyler konuşuluyordu…. artık yakınmayı bırakalım, neler yapabileceğimize bakalım" Evet öyle gerçekten, bir 20 yıl daha bunları konuşabiliriz bıraksalar.
Konuşanlara göre, Çorlu'nun gelişmesinin önünde engeller vardı: Plansız sanayileşmeyle gelen kirlilik, kaynak israfı ve artan büyümeye karşın alt yapı eksikliği. TRAKYASİAD Başkanı Doğan Ünal, "Bizler yıllar önce buraya geldiğimizde, siz sadece yatırım yapın gerisini sonra halledersiniz, dediler. Sormadılar ne üreteceksin, ne kadar su kullanacaksın, çevreyi kirleten atığın var mı? Sadece yer gösterdiler" diyor. Suç kimde şimdi, tarihte kalmış politikacılarda mı, dönemde mi, sanayicide mi? Doğan haklı, ama sanıyorum, bu ahvalde koşulursa sonuç çıkmaz bu tartışmadan. Yeni kurulan TRAKYASİFED Başkanı Kadir Baran'ın, "Sanayici nereye giderse orayı önce kirletir, sonra temizler" sözü, fark edildi mi bilmiyorum ama, tartışmaya bir çözüm getirebilirdi.
Benim çok şahane bir önerim olacak naçizane. Gelin biz şu "sorun" ve "çözüm" lafını lügatimizden çıkaralım, derdimizi ifade etmek yerine "sivil toplum" kavramının tarihini başucu kitabı yapalım. "Üretmek" fiili zaten "sorun" kavramını içeriyor diyelim, bunun yerine "birliktelik" kavramıyla "çözmek" filini yer değiştirelim. Kişi hayatında basit, hep söylenen, klişe olanlar emin olalım ki, insanoğlunun en çok ihtiyacı olanlardır; bu meyanda, toplantıda, "Ben, Trakya'nın bu dağınık sanayileşmesini bu çevre kirliliği sorununu çözmek için bir araya gelip kamuoyu oluşturamamasını gerçekten anlamıyorum" sözünü milat alalım. "Üretmek"i "yeniden üretmek" olarak algılayalım, ki doğa da toplum da maliyetimize olumlu katkı yapsın.
Demem o ki; Durkheim, bir yüzyıl önce "toplumsal iş bölümü" analizindeki, "mekanik ve organik dayanışma" kavramıyla, Batı toplumlarının sanayi sonrası toplumsal kalkınmasının haritasını çizmişti. Ne ilgisi var derseniz, şöyle: Batı toplumlarının verimli ve karlı üretebilmesinin koşulu, üretimdeki iş bölümünü (mekanik dayanışma), üretimden kaynaklanan sosyal problemlerin çözümü (organik dayanışma) ile birlikte ele almak gerekiyordu. Çünkü, aksi durumda doğa ve toplum üretime ekstra bir fatura kesecekti. Rekabetin önündeki engel, birlikte rekabet edememekti. O yüzden hayatiydi, normlar oluşturabilen dayanışma. Tasarruf ne kadar hayatiyse bizim için, dayanışma adına da tedbirler o kadar hayati demek istiyorum.
Neo-liberal ekonomi "asgari devlet azami kâr" ana fikriyle boy gösteriyorsa eğer, aynı zamanda azami kar elde etmek istiyorsa sanayici-üretici, devletten de asgari beklentiyi kabul etmeli. Ama, boşluğu da dayanışmanın gücüyle doldurulmalı, "demokratik toplumuz" diyorsak eğer. Biliyorum, "teorik" bunların hepsi. Ama ille de suçlu arayacaksak, pratik" için bir hatırlatma sadece.
O maksatla, suç aynaya bakanındır ya da bakamayanındır, deyip harekete geçelim.