Tahrir'den Wall Street'e sokaklar neyi sorguluyor?

Neresinden bakılırsa bakılsın insanlığın tasarlayıp geliştirdiği kuram, karar ve kurumları yeniden tasarlamak gerekiyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Neresinden bakılırsa bakılsın insanlığın tasarlayıp geliştirdiği kuram, karar ve kurumları yeniden tasarlamak gerekiyor. 400 yılda geliştirdiğimiz kurumların yarattığı eşitsizliği, adaletsizliği, güvensizliği, korkuyu, endişeyi azaltan yeni bir sistemi hızla tasarlayarak hayata taşımak gerekiyor. 

Hintli bir köylü, 74 yaşındaki Anna Hazare' nin açlık grevinin verilen kitle desteği herkesi şaşırtıyor. İsrail, kısa tarihinin en büyük sokak gösterilerine tanıklık ediyor. Yunanistan'da öfkeli gençlerin gösterileri durmak bilmiyor.

İspanya'da gençler sokakları zapt ediyor. Birçok uzman, Avrupa Ülkelerinin daha sıkı birliktelikler oluşturacakları düşüncesinin bir rüya olduğunu söylüyor. Tahrir Meydanı'ndan Wall Street'e kadar orta sınıfın sesi yükseliyor. ABD gibi süper güç haline gelmiş bir ülkede orta sınıfın, sistemin kalbine, Wall Street'e yönelik gösterileri ülkenin diğer büyük kentlerine yayılıyor. ABD Başkanı Obama "göstericileri anlıyorum" diyor. Dallas Fed Başkanı Richard Fisher, "İşsiz sayımız çok fazla.Gelir dağılımımız eşitlikten çok uzak. Çok sayıda insan, çok uzun süre işsiz kalıyor. Halkımız çaresiz bir öfke içinde ve bu öfkeyi anlayabiliyorum" diyerek, gelişmelerin şakaya gelmez yanına dikkat çekiyor.

John Perkins, dilimize "Kafes" adıyla çevrilen kitabında, sistemin zayıflıklarına dikkat çekiyor: "Neredeyse 200 milyon çocuğun insanlık dışı koşullarda işçi, hatta köle olarak çalıştırıldığı bir sistem. Yoksul ülkelerin aldığı her 1 dolarlık dış yardım için,dış borçları ödemeye 1 dolar 30 cent harcıyor" diyerek sistemin sürdürülemezliğini haykırıyor.

Çok sayıda araştırmacı, yaşanan büyük finansal kriz ardından sistemin çıkmazlarını analiz eden çalışmalar yapıyor. James Petras aşırı borçlanmanın orta sınıf ve işçi sınıfının istikrarlı yaşam standardını tutturma olasılığını ortadan kaldırdığını, en zengin yüzde 1'lik kesim ile geriye kalan yüzde 99'luk arasındaki eşitsizliğin giderek arttığını belirtiyor. Vergi bağışıklıkları yoluyla refahın bir grup süper-zengin kesimin elinde yoğunlaştırıldığının altını çiziyor ve şu saptamayı yapıyor: "1974 yılında Amerikan halkının en zengin yüzle 1'lik kesimi, ulusal toplam gelirin yüzde 8'ine karşılık gelirken; 2008 yılı sonrasında ulusal gelirin yüzde 18'ini kazanmaya başladılar. Bu yüzde 18'lik dilimin büyük bölümü ise, en zengin yüzde 1'lik kesimin süper zengin olan yüzde 1'lik bölümünün ellerinde toplanmış durumda. Yani Amerikan toplumunun yüzde 0,01'lik kısmından söz ediyoruz. Süper zenginler hazineyi talan edip işgücünü sömürürken, orta gelirli kesime hitap eden işkolları ise azalıyor. 1993'ten 2006'ya dek, orta gelirli sınıfa hitap eden istihdamda yüzde 7'nin üzerinde bir düşme kaydedildi."

Yaklaşık 400 yıllık sistem

Turquie Diplomatigue'nin 32'nci sayısında Dawid DeGraw'in "Dünya'yı kim yönetiyor? En zenginlik yüzde 0,1'lik kesim mi?" başlıklı araştırmasında, sistemin orta sınıfın koşullarını bozan bir dizi gelişmenin altı çiziliyor: En güncel Nüfus İdaresi verilerine göre, Amerikan halkının yüzde 14.3'ü yani 43.6 milyon kişi, 2009 yılında sefalet içinde yaşadı. DeGraw'ın hesapları ise sefalet içindeki insan sayısını 52 milyon olduğunu gösteriyor.

Çocukların yoksulluğu daha da kötü. Çocukların 15.5 milyonu 2009 yılında sefalet içinde yaşadı; bu da tüm çocukların beşte birini oluşturuyor. Amerika'nın en büyük kentlerinden 9'unda yoksulluk oranı yüzde 25'in üstüne çıkıyor.

2005 yılında gıda yardımına muhtaç Amerikalı sayısı 25,7 milyon iken, halihazırda bu sayı 48,5 milyona yükselmiş durumda. Gıda yardımına muhtaç insan sayısı giderek artıyor. "Resmi" işsizlik rakamları yüzde 9 (14 milyon kişi) görünürken, hükümet rakamları düşük tutuyor. Farklı metotlar kullanarak hesaplandığında işsizlik oranında yüzde 22 düzeyine bile ulaşabiliyor. Bu tüm zamanların rekorunu oluşturuyor; 34 milyon Amerikalı'nın iş aradığını gösteriyor. Amerika'da yaşam maliyeti 1990-2000 yılları arasında yüzde 67 oranında artarken, çalışan kesimin ücretleri azaldı. IRS verilerine göre 2009 yılında ortalama gelir yüzde 6.1 oranında azaldı; bu işçi başına 3 bin 516 dolar kayıp anlamına geliyor. Ortalama gelir, 2007-2009 yılları arasında yüzde 13.7'lik azalma oldu. Bu da çalışan başına 8 bin 588 dolar demekti. 1975-2010 yılını kapsayan 35 yıllık zaman kesitinde işçi üretkenliği yüzde 80 arttı. Bu zaman kesitinde CEO gelirlerinde ise 4 katı bir artış oldu. Amerika'da 400 kişinin geliri, 154 milyon Amerikalı 'nın toplam geliriyle eşdeğer. Vergi sistemi, serveti sürekli çok küçük bir azınlığın elinde topluyor.

Temel ihtiyaç maddelerinden sadece giyim eşyalarının fiyatı azalırken, diğeri sürekli olarak artıyor. Özellikle eğitim masraflarındaki artış aileleri borçlandırıyor.

Tarım kesimi farklı değil

Sistemin yarattığı eşitsizlik, endişe ve korku sadece sanayi ve hizmetler kesimi ile sınırlı değil. Tarım işyerlerinde sorunları araştıran Hele Jeppesen ve Betine Marx'ın saptamaları şöyle: Almanya'da süt üreticileri, mevcut süt fiyatlarıyla geçinemeyeceklerini sokaklara taşıdıkları protestolarla dile getiriyor. AB ülkelerinde her inek vergi mükelleflerine günde 2.5 euroya mal oluyor. ABD nüfususun sadece yüzde 3'ü geçimini tarımdan sağlıyor. Birlik toplam bütçesinin yarısını tarım sübvansiyonlarına ayırmak zorunda kalıyor. Amerika'da pamuk üreticileri fiyatlaşın düşüklüğü nedeniyle pazardan çekilmek zorunda kalıyor. Afrika ülkelerinin çoğunda halkın yüzde 80'i geçimini tarım kesiminden sağlıyor ama, çiftçiler devletten destek almıyor. Küçük geleneksel tarım işletmeleri sorunları giderek artarken, örgütlü büyük tarım işletmeleri piyasada belirleyici oluyor. Amerika'da çiftçilerin yüzde 60'ı hiçbir destekten yararlanamazken, en zengin çiftçiler dilimindeki yüzde 10'luk kesim devlet teşviklerinin yüzde 72'sini alıyor.

Ekmek isyanından Tahrir Meydanı sorgulamasına

Tahıl fiyatlarındaki artış sonucunda, nüfusunun yarısı yoksulluk sınırında yaşadığı Mısır'da ekmek alamayacak noktaya geldiğini anımsatan Christoph Rickings'ın analizi, küçük ölçekli çiftçiler ile büyük ölçekli tarım işletmeleri arasında verim farklılıkları, devlet destekleri arasında eşitsizlik vb. nedenlerle insanların karınlarını doyurma konusunda bile geleceğe güvenleri kalmadığını ileri sürüyor. Annia Ciezadlo, buğday üretimin başladığı Altın Hilal'in buğday ithalatçısı durumuna geldiğini kaydediyor. 2010 yılında, en büyük buğday ithalatçısı ülkelerin neredeyse yarasının Ortadoğu'da bulunduğunu belirtiyor. Mısır ilk sırada yer alırken, Cezayir 4'üncü, Irak 7'nci, Fas 8'inci, Yemen 13'üncü, Suudi Arabistan 13'üncü Libya 16'ncı ve Tunus 17'nci buğday ithalatçısı. Gelirlerdeki farklılaşma, Kenichi Ohmae'nin Ulus-Devletin Sonu kitabındaki "kalkınma merdiveni" kavramına biraz daha geniş çerçevede bakmayı gerektiriyor. Gelir bin dolar düzeyinde ise ekmek, 1500 dolar düzeyinde bisiklet, 5 bin dolar ise ev sahibi olma, 10 bin dolarda uluslar arası kurumlara üye olma, olimpiyatlara ev sahipliği yapma, 17 bin dolarda ise yaşam zenginliği bakımından görüntüdeki farkların kapanması ve özgüven yaygınlaşması söz konusu olabiliyor.

Orta sınıf güvenli yarınlar arıyor

HARVARD Üniversitesi'nden Yochai Benkler, kendi kendilerini örgütleyen 20'li ve 30'lu yaşlardaki insanlardan söz ediyor. Genç insanlar, devlete ve ekonomiye hakim kılınan şirketler yerine, katılımcı, daha az merkeziyetçi, geleneksel örgütlenme modellerine daha az bağımlı bir toplum örgütlenmesi istedikleri saptamasını yapıyor. Orta sınıfın sokaklara taşan tepkilerini özellikle Araplar açısından yorumlayan Türki El Hamid, Radikal gazetesinde 28 Aralık 2006 tarihinde aktarılan yazısında, zenginliği topraklarda iklimlerde arama yerine insanlarda aramak gerektiğini vurguluyor ve soruyordu: "Hiçbir doğal zenginliği olmayan Japonya; denize set çekerek sıfırdan kendi servetini üretmiş küçük Hollanda; ne tarım ne de hayvancılık yapabilen çölün üzerinde dünyanın dört bir yanından turist ve yatırımcıları çeken Dubai; bugünün dünyasında rekabet edebilen Singapur ve Malezya dururken, ellerinde her şeyi olan diğer ülkeler neden ne geçmişte ne şimdi başarı elde edememiş, neden doğal zenginlikleriyle hiçbir şey yapamıyor?" Hamid çıkış yolu olarak, zihinlerde egemen olan kültürün, ister elverişli olsun, ister elverişsiz,doğal çevre koşullarına boyun eğmeye dayandığını, beklemek ve boyun eğmek davranışının zihinlerde yerleşen kalıbını kırmak gerektiğini; zorluklara meydan okuma, ilerleme ve gelecek kavramlarına dayalı kültür oluşturmanın önemini vurguluyor.Fehmi Hüveydi'de sorunları çözmede "iç dinamiklerle diyalog" kurma gereğini,bu güçlerin krizi bloke edebileceğini ileri sürüyor.

Neresinden bakılırsa bakılsın, insanlığın tasarlayıp geliştirdiği kuram, karar ve kurumları yeniden tasarlamak gerekiyor. Eğer temel amaç, maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırmaksa, 400 yılda geliştirdiğimiz kurumların yarattığı eşitsizliği, adaletsizliği, güvensizliği, korkuyu, endişeyi azaltan yeni bir sistemi hızla tasarlayarak hayata taşımak gerekiyor. Yer altı ve yerüstü zenginlikler, uygun bir coğrafi konum işimizi kolaylaştırır ama çözmez. İnsanımızın zihni hazırlığı, eğilimleri doğru algılaması, uyum yeteneğimizi geliştiren eğitime ağırlık verilmesi ve sorun çözen örgütlenmelerin önünün açılması gerek şartı oluşturuyor.

Bu konularda ilginizi çekebilir