Teşvik paketi eleştirisi ve cari açık için alternatif bir yapısal öneri (2)
Prof. Dr. Vefa TARHAN / Chicago Loyola Üniversitesi ve Northwestern Üniversitesi Finans Ana Bilim Dalı Başkanı
II. ALTERNATİF YAPISAL REFORM ÖNERİSİ: İHRACAT DESTEKLEME POLİTİKASI
Bence, cari açık probleminin çözümü yukardaki eksiklikleri/olumsuz yan etkileri nedeniyle bir ithalat-ikame politikası yerine, ihracat hedefli bir yapısal yaklaşımı içermeli. Tabii ki, bu konuda oluşturulacak yapısal paketin ilk etabı ülkenin hangi konularda mukayeseli avantajının olduğunun belirlenmesi olması gerekiyor. Eğer söz konusu ürünlerin küresel piyasalarda mukayeseli avantajı uzun vadeli, bilhassa kalıcı ise, programın başarı derecesi yüksek ve bunun uzantısı olarak da cari açığa getireceği çözüm de kalıcı olur. Tabii, inovasyonların yüksek frekanslı olarak gerçekleştiği (örneğin teknoloji sektöründe olduğu gibi), bu günün dünyasında bu nitelikli ürünlerin var olabileceğinin sorgulanması normal olur. Yukarda belirtildiği gibi, Türkiye bazı yönlerden şansız bir ülke olmasına rağmen, ülkenin şanslı olduğu taraflarının da olduğu görülmeli. Türkiye'nin küresel pazarlarda 3 ana alanda mukayeseli avantajı olduğu, üstelik bu avantajların uzun vadeli olduğuna kuvvetle inanıyorum. Bunlar:
1. Tarım sektörü (hayvancılık dahil),
2. Lojistik kesimi,
3. Katma değeri yüksek, dolayısıyla, işçilik yerine, insan sermayesi ağırlıklı olan sektörler.
Avantajın uzun vadeli olmasının en önemli nedeni yukardaki 3 sektörün ürünlere bu gün bile yüksek seviyede olan talebin ilerde daha da artacak olmasından kaynaklanıyor.
Bu ürünlerin bir başka olumlu özelliği de yakın geçmişteki önemli ihraç kalemleri yüksek seviyeli ara malı ithalatını gerektirirken ve ihracatın ara malları ithalatını karşılama oranı bir bozulma trendi göstermekteyken, yukarıdaki sektörlerdeki ihraç ürünlerinin aramalı ihtiyacı çok düşük bir seviyede. Bu demek oluyor ki, bu ihraç ürünlerinin desteklenmesi için dizayn edilecek politikalar cari açığı, hem ihracatı artırarak, hem de ithalatı azaltarak küçültme potansiyeline sahip. Örnek olarak, yakın geçmişin en önemli ihracat kalemlerinden birisi olan otomobil ürününü, bir tarım sektörü ürünü, diyelim buğday ile karşılaştırıldığında, İhraç edilecek bir otomobil için ithal edilmesi gereken ara mallarının, buğday ihracatının gerektirdiği ara mallarına kıyasla çok daha yüksek oranda olduğu bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Buğday için gereken ara malları tohum, gübre, kimyasal maddeler vs. Bunların ithal edilmesinin gerekmesi bile tartışılabilir. İthal ediliyor olsalar bile, söz konusu ara malı ithalatı bir tarım ürünün fiyatına oranı yüksek olamaz. Öte yandan, otomobil ara malları ithalatının bir otomobil fiyatının çok yüksek bir yüzdesi olduğu bir gerçek.
Benzeri bir durum, lojistik sektörü için de geçerli. Bir dağıtım merkezinin, ya da, bir limanın sağlayacağı lojistik ihraç hizmetleri için ne gibi ve ne kadar ara malları gerekebilir? Bu örnekler cari açık için yapısal çözüm denklemin ihracat kalemini destekleme yöntemiyle gerçekleştirilmesinin çok daha etkili olacağına işaret etmekte.
Son olarak da yukarda bahsettiğim gelir esneklik konusu var. Ülkenin mukayeseli avantajı olan sektörlerinde (bilhassa tarım ve lojistik kesimlerinde) gelir esnekliğinin düşük olduğu şüphesiz. Tabii, bu durum ekonomik durgunluk ortamında bu ürünlere olan talebin önemli derecede düşmeyeceği anlamına geliyor. Küresel şokların, yukarda belirtildiği gibi ilerde daha sık, daha derin ve daha uzun süreli olacağı beklentisi çerçevesinde, bir ülkenin ihraç ürünlerinin düşük gelir esnekliği olmasının önemi abartılamaz.
Önerdiğim ihraç ürünlerinin desteklenmesi bir sübvansiyon yöntemi yerine bu sektörlerde gereken alt yapı yatırımlarının yapılmasını içerdiği için, relatif fiyat mekanizmasına müdahale etmiyor, ve dolayısıyla, ekonomide kaynak dağılımının randımanını düşürmüyor. Bu alt yapı yatırımlarının önemli boyutta olması gerekebilir. Ancak, yaratılan avantajların çok çeşitli olması (uzun vadeli, çok düşük miktarda ara-malı gerektirmesi, düşük gelir elastikliği, vs.), söz konusu yatırımların çok değerli olacağını ima ediyor (yüksek seviyeli Net Bu günkü Değeri olan yatırımlar). Ayrıca, bu yatırımların cari açığa çözüm getirmenin ötesinde ekonomide çok önemli ek değerler yaratma potansiyeli de var (istihdam, dış finansman yükünün azaltılması, büyümenin dengeli olması, vs.). Bu nedenlerle ihracat destekleme boyutlu bir yapısal çözüm önerisinin hükümetin ithalat-ikame teşvik programından çok daha üstün olduğuna inanıyorum.
1. TÜRKİYENİN MUKAYESELİ AVANTAJI OLDUĞU SEKTÖRLER: TARIM VE HAYVANCILIK
Geçmişte sanayii modernleşme ile eş tutulmuş olduğu için hor görülmüş olan tarım sektörünün ürünleri belki de küresel pazarlarda ülkemizin mukayeseli avantajının en yüksek olduğu ihracat alanını temsil ediyor. Türkiye'nin coğrafya ve iklimine bakıldığında ve dünyanın en önemli tarım ülkesi olan ABD ile karşılaştırıldığında şu gözlemi yapabiliyoruz: Türkiye, iklim ve coğrafya olarak ABD'de tarımın çok önemli olduğu şu 3 yörenin kombinasyonunu temsil ediyor. 1. "Dünyanın ekmek sepeti" olarak bilinen ABD'nin Orta-batısı (İç Anadolu, Güney Anadolu'nun bazı kesimleri), 2. Kaliforniya (Ege ve Akdeniz bölgeleri), 3. Pasifik Kuzey-batısı (Doğu Karadeniz Bölgesi). Tarımın önemli olduğu iller sıralamasında birinci olan sadece Konya ilinin (13 milyon dekar), tarım arazisi Lübnan'ın toplam yüzölçümünü (10.2 milyon dekar) aşıyor.
Hayvancılık sektöründe de benzeri şartlar hakim. Ülkenin bilhassa Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgeleri, hayvancılık açısından çok olumlu şartları içermesine rağmen, bu kesim ülkenin potansiyeline oranla en cılız kalmış sektörlerden birisini temsil etmekte.
Dünya nüfusu azalmak yerine artacağına, gıda fiyatları uzun vadede düşmeyeceğine, tarım ürünlerinin gelir elastikliği düşük olduğuna ve Türkiye'nin tarım konusundaki olumlu arazisi/iklimi değişmeyeceğine göre, ülkenin mukayeseli avantajının bu kesim ürünlerinde olduğu ve bu avantajın "kalıcı" bir yapısının olduğu bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, bu sektörü destekleyecek politikaların devamlı olarak yenilenmesini gerektirmiyor.
Buna rağmen, tarım ve hayvancılık sektöründe, bilhassa son yıllarda artan bir dış ticaret açığı söz konusu. 2003-2011 dönemi incelendiğinde, 2005 ve 2006 yıllarında tarımda ufak seviyeli 0.77 milyar dolar ve 0.83 milyar dolarlık dış ticaret fazlalarına karşılık, sektörün diğer yıllarda dış ticaret açığı oldu. Bu açık, bilhassa 2008'de 2.23 milyar dolar, 2010'da 1.34 milyar dolar ve 2011'de 3.52 milyar dolar yüksek seviyedeydi. 2003-2011 dönemi toplam tarım kesimi dış ticaret açığı 6.52 milyar dolar, 2006-2011 arasında ise 7.84 milyar dolardı. Mukayeseli avantaj açısından bakıldığında bu sektörün devamlı olarak ve yüksek miktarda dış ticaret fazlası yaratan bir sektör olmamasının tek nedeni tarımın toplam yatırımlardan hak ettiği payını alması olmalı. Şartların bu kadar uygun olması, ülkenin bu kesimde büyük çaplı ve kalıcı mukayeseli avantajı olmasına rağmen ve tarımın toplam istihdamdaki payı %25.5 olduğu halde, bu sektörün ülke GSYH'sine sadece %9'luk bir katkısının olması ilk bakışta şaşırtıcı görünüyor.
Ancak, ülkemizi diyelim Hollanda gibi bir ülkeyle karşılaştırdığımızda bunun nedeni ortaya çıkıyor: Hollanda'da istihdamın tarımda payı sadece %4 (tarımın bu ülke GSYH'sine katkısı %2.7). Ek olarak, Türkiye'de tarım sektörü dış ticaret açığı verirken, Hollanda yılda $55 milyarlık tarım ihracatı ile dünya 3'üncüsü (ABD ve Fransa'dan sonra). Bu nedenle, Hollanda tarım sektörü kronik dış ticaret fazlası veriyor. Nitekim ülkenin tarım ihracatı toplam ihracatının %15'i civarında. Daha da önemlisi, Hollanda'nın tarım dış ticaret fazlası, toplam dış ticaret fazlasının %42-%48'ini oluşturuyor (2005-2011). Hollanda tüm dünya domates ihracatının %25'inden, salatalık ve biber ihracatının 1/3'ünden sorumlu. Hollanda, tarımdaki bu başarısını tarıma elverişli arazisi sadece 908 bin hektar (dünyada 108.'i) olmasına rağmen (Türkiye'nin tarım arazisi 24 milyon hektar, yani 25 misli daha büyük. Dünyada 6'ıncı) gerçekleştirebiliyor. Tarımın bir parçası olan hayvancılık alanında Hollanda'nın üstünlüğü çok daha yüksek. Bu karşılaştırma sonuçlarının tek taraflı olarak Hollanda lehine olmasının nedenleri ortada: Hollanda'nın tarıma makina, silo ve diğer yatırımları yapmış olması, en son teknolojik tarım metodlarını uygulaması, gübre ve zirai ilaç kullanımında Türkiye'nin çok ilerisinde olması, vs. Bu durum bilhassa, verimlilik istatistiklerinde görülüyor, örneğin hektar başına tahıl verimliliği (100 kg. olarak), Türkiye'de 25.7 iken Hollanda'da 85.9. Hollanda / Türkiye karşılaştırması, gereken yatırımlar yapıldığında Türkiye'nin bu alandaki potansiyelinin ne kadar yüksek seviyeli olacağını göstermekte.
Yatırım eksikliğinin bir göstergesi, sektörün yeterli seviyede sermaye bulamaması olur. Nitekim, bunun bir örneği Türkiye'de tarım kredilerinin çok düşük seviyede olması gösteriyor. BDDK verileri çiftçilerin borçlarını ödeme kültürlerine sahip olduklarını ve verilen kredilerin takibe dönüş oranının ülke ortalamasından düşük olduğunu gösteriyor. Buna rağmen, tarım sektörünün toplam banka kredilerindeki payı sadece %4. Benim görüşümce, tarımın milli gelire katkısının, istihdamdaki payının %25.5'ken sadece %9 olmasının başlı-başına ekonomik politika hatalarını temsil ediyor. Bunun ötesinde, sektöre sağlanan kredinin bu rakamlarla bile orantılı olmaması, ekonomik yöneticilerin tarım kesiminin önemini kavrayamayıp, belki de yanlış olarak sanayileşmeyi modernleşmeyle eş tutup, tarımı ihmal etmiş olmalarını gösteriyor. Hiç bir ülkenin, ekonomisinin hiç bir kesimini, haksız, ön yargılı ve irrasyonel olarak tercih ya da ihmal etme lüksü olamaz. Ülke yöneticilerin tek hedefi, ülkenin refah seviyesini en yüksek seviyeye getirecek ekonomik politikaları uygulamak olmalı.
Tarım ürünleri ihracatının desteği için gereken altyapı yatırımları barajlar, yollar, modern tarım makinelerini (biçerdöver, tarım kombinleri), silolar, vs. içermekte. Ayrıca, modern tarım teknoloji uygulamalarının gerçekleştirilmesi de gerekiyor (tohum, gübre, kimyasal ilaçlar, vs. gibi konularda). Ülkemizin tarım sektöründe küçük parçalı arazi sistemi hakim. 3-5 dönümlük arazilerde yüksek teknoloji kullanacak tarım metodlarının uygulanması mümkün olmayacağı için, yapılması gereken yapısal değişiklikler, ölçek ekonomi faydalarının gerçekleşeceği boyutlu arazilerin oluşmasını mümkün kılacak hukuki alt yapı reformlarını da içermek zorunda. Yine Hollanda'ya bakarsak, bunun gerçekleşmiş olmakla kalmayıp bir trend haline gelmiş olduğunu da görüyoruz. Örneğin, bu ülkede bir kişinin çalıştığı tarım "girişimlerin" sayısı 2001 yılında 55 bin iken (toplam girişim sayısı 90 bindi), bu rakam 2006'da 44 bine düşerken, 5-10 kişinin çalıştığı tarım şirketleri sayısı aynı dönemde 3 binden 3 bin 500'e çıktı.
Tarım sektörünü küresel piyasalarda rekabet edebilecek seviyeye getirmek için gereken yatırımlar genellikle hem maliyet açısından önemli boyutlu, hem de meyveleri ancak uzun vadede görülebilecek nitelikli. Ancak, tarımın cari açık problemine kalıcı bir çözümü temsil ettiği, sektörün küresel ekonomik dalgalanmalara karşı ayakta kalıcı niteliği ve bu yatırımların pozitif dışsallığı olduğu, ihracatı destekleyecek alt-yapı yatırımlarının zaten devlet tarafından yapılması gerektiği gerçekleriyle birleştirildiğinde, bu yatırımların ne kadar değerli olacağını gösteriyor. Ayrıca, söz konusu yatırımlar teşvik paketinin tersine fiyatlara müdahale etmemesi nedeniyle, kaynak dağılımının verimini düşürmeyeceği gibi ek faktörler de göz önüne alındığında, bu yatırımların değerinin çok yüksek olacağını destekliyor.
Tarım kesimi yatırımlarının yukardaki tüm olumlu niteliklerine ek olarak, çok önemli olduğuna inandığım için bilhassa vurgulamak istediğim bir başka cazip yönünün de minimum miktarda ara malı ithalatını gerektirmesi. Ek olarak, bu yatırımların ülkenin tarım ürünlerini ithal etmek zorunda olamayacağı da ayrı bir gerçek. Bu faktörlerin önemi şu: önerdiğim tarım ihracat destek politikaları cari açıkla iki boyutlu olarak savaş edebilecek. Bir, ihracatı artırarak, iki, ithalatı azaltarak. Yukarda bu ürünlerin ihracat yönlü olarak cari açığa kalıcı bir çözümü temsil ettiğini de belirtmiştim. Tabii ki tarım sektörünü desteklemek cari açığa aynı zamanda ithalat boyutlu olarak da kalıcı bir çözümü temsil etmekte.
Bu arada hemen şunu da belirtmek isterim: Tarım konusundaki yukardaki olumlu faktörlerin neredeyse tümü aynı zamanda ülkenin mukayeseli avantajı olduğuna inandığım diğer 2 sektör için de geçerli (lojistik ve yüksek katma değerli ürün ve hizmetler). Dolayısıyla, bu sektörlerle ilgili tartışmam kısa olacak.
Yapılacak tarım (ve diğer mukayeseli avantajımız olan ürünler) için gereken alt yapı yatırımlarının miktarını bölgeye bağlı olarak belirleyip, teşvik paketinin içerdiği bölgesel eşitsizliklerin elimine edilmesi hedefi önerdiğim program çerçevesinde de gerçekleştirebilir. Dolayısıyla, önerdiğim ihracatı destekleyen yapısal değişiklikler teşvik paketinin her iki hedefini de karşılayabilecek bir kapasitesi var.
2. TÜRKİYENİN MUKAYESELİ AVANTAJI OLAN SEKTÖRLER: LOJİSTİK
Ülkenin bir takım tabii kaynaklardan nasibini almamış olmasına rağmen, ticaret açısından çok stratejik bir pozisyonda olması, ülkenin tarıma uygun olan iklim/arazisiyle birlikte belki de en önemli tabii kaynağını temsil etmekte (THY'nin en azıdan büyüme konusundaki başarısı, bence bu mukayeseli avantajdan kaynaklanıyor). Ülkenin dünya coğrafyasındaki stratejik pozisyonu değişmeyeceğine göre, bunun yarattığı lojistik konulu mukayeseli avantajının da tarım sektöründe olduğu gibi kalıcı olacağı da şüphesiz. Ancak ihracat hizmetleri açısından ülkenin bu mukayeseli avantajını değerlendirebilmesi için tarım sektöründe de olduğu gibi lojistik alanında da gereken alt yapı yatırımlarını yapması şart. Bu yatırımlar hava ve deniz limanları, hızlı tren, dağıtım merkez ve depoları ve lojistik yazılım yatırımlarını içermekte. Tarım konusunda tartışılan tüm olumlu faktörler (aramalı ithalatının gerekmemesi/minimum olması, yatırımların pozitif dışsallığı içermesi, kaynak dağılımı konulu olumsuz yan etkilerinin olmaması vs.), bu kesim için de geçerli olduğu için bunları tekrarlamayacağım.
3. TÜRKİYENİN MUKAYESELİ AVANTAJI OLAN SEKTÖRLER: KATMA DEĞERİ YÜKSEK ÜRÜNLER
Bu ürünler dizayn, yazılım, Ar-Ge, teknoloji, tıp servisleri (tıbbi turizmin keşfedilmiş olması bu alandaki avantajımızın bir göstergesi oluyor) gibi alanları kapsıyor. Bu ürünler için gereken alt yapı yatırımlarının tümü eğitim sahasında. Bir kısmını aşağıda tartışacağım çeşitli nedenlerle 3 mukayeseli avantaj alanımız arasında, eğitim konulu alt-yapı yatırımlar belki de en güç olanı.
Ülkedeki eğitimin seviyesinin daha yüksek kaliteli olmaması büyük bir muamma, ekonomist olarak şuna inanırız: eğer bir toplum herhangi bir konuyu önemli bulursa ve o konunun gelişmesi için gereken kaynakları sağlarsa, o ürün, yüksek kaliteli olarak oluşur. Maalesef, ülkedeki aileler ana okuldan başlayarak çocuklarının eğitimine yüksek miktarda para harcamalarına rağmen, bunun sonucu olarak ortaya çıkan "eğitim ürünü" yeterli kalitede değil. Nitekim hepimizin aşina olduğu "genç ve eğitilmiş bir nüfusumuz var" kilişesini her duyduğumda, ben "genç ve diplomalı bir nüfusumuz var" şeklinde düzeltiyorum.
Örneğin, okullar "gereken eğitimi" sağlıyor olsalar, Türkiye'de başka ülkelerde yaygınlığı ülkemize yaklaşmayan önem derecede olan dershane endüstrisi nasıl var olabilir? Aslında, bu endüstri bence eğitim vermiyor, öğrencilere sadece sınav geçme "sanatını" öğreterek, "sistemi nasıl yenebileceklerini (delebileceklerini) gösteren" kısa yollu bir "hile"yi temsil ediyor.
Kaliteli eğitimin yoksunluğundan tabii ki çok boyutlu nedenler sorumlu. Kısmı bir liste şunları içeriyor: yüksek eğitim masraflarına rağmen, öğretim üyelerinin maaşlarının düşük olması ve bu nedenle akademisyenlerin bilimsel aktiviteler yerine ek gelir sağlayacak ticari aktivitelere girmeleri (danışmanlık gibi), araştırma kültürünün oluşmamış olması, eğitim kültürünün, temel ilişkileri anlama yerine, ezber sistemine odaklanmış olması, vs.
Benim görüşümce bunlara ek olarak, kaliteli eğitime bir başka engel de eğitimde verilmesi gereken en küçük detay seviyesindeki kararların bile üniversitelerin elinden alınıp merkezileştirilerek, üniversitelerin inisiyatif gösterme ve inovasyon yapmalarını önleyen ve verimsiz bir mikro-yönetimi temsil eden YÖK sisteminin varlığı. Ayrıca, bu sistem üniversiteleri politikalaştırarak (rektör seçimleri gibi) eğitim kalitesini olumsuz yönde etkiliyor. Engeller ne olursa olsun, katma değeri yüksek ürünlerin oluşması, ülkenin bu sahalarda küresel platformda rekabet edebilmesi ancak kaliteli bir eğitim alt yapısının kurulmasıyla mümkün olabilir.
CARİ AÇIĞA YAPISAL ÇÖZÜM: TEŞVİK PAKETİ Mİ, İHRACAT DESTEKLEME POLİTİKASI MI?
Cari açık probleminin kronikleşmiş olduğu ve standart makro politikalarla çözülebilme seviyesini aşmış olduğu ve muhtemel bir çözümün ancak yapısal bir yaklaşımla mümkün olabileceği konusunda, hükümet dahil, bir görüş birliği oluştu. Hükümetin, neden problemi denklemin ihracat kalemi yerine ara malı ithalat kanalıyla çözmeyi tercih ettiğini anlamamış olduğumu itiraf etmek zorundayım. Benim görüşümce, teşvik paketi yukarda tartıştığım epey sayılı önemli nedenlerle probleme kalıcı bir çözümü temsil etmiyor, aynı zamanda önemli derecede belirsizlikleri de içeriyor (bilhassa maliyet konusunda). Ayrıca, bu programın ekonomide olumsuz yan etkiler yaratma ihtimali yüksek (kaynak dağılımının verimsizleşmesi gibi).
Bu yazıda alternatif bir yapısal yaklaşımı temsil eden ve ülkenin hem bu gün hem de ilerde mukayeseli avantajı olacak olan alanlardaki ihracat mallarının üretiminin desteklenmesini öneren yapısal reform programını detaylı olarak sundum. Benim görüşümce, önerdiğim bu program "teşvik paketinin" eksik ve yanlışlıklarından yoksun olmakla kalmıyor, aynı zamanda, hem cari açığın çözümü, hem de ekonominin geleceği için de sağlam bir temel oluyor.
Teşvik paketi ile önerdiğim program karşılaştırıldığında, önerdiğim programın üstünlüğünü şu özellikleri gösteriyor: Önerdiğim yaklaşımın cari açık üzerindeki etkileri geçici yerine kalıcı nitelikte, hem devamlı yenilenmesi gerekmeyen hem de yenilemenin içerebileceği maliyet belirsizlikleri olmayan bir program olması, cari açık ile hem ihracat hem de ithalat yönlü olarak mücadele eden bir yapısal program olması ve buna bağlı olarak da cari açığa etkisinin daha büyük boyutlu olması, desteklenmesini önerdiğim ihraç ürünlerinin küresel ekonomik şoklara hassasiyetinin düşüklüğü, önerimin relatif fiyat mekanizmasının işlemesine müdahale etmemesi nedeniyle kaynak dağılımını verimsiz yönde etkilemesi, öngörülen yatırımların maliyetinin belirlenmesinin nispeten kolay olması, basit bir reform paketi olduğu için uygulanması büyük bir bürokratik yapıyı gerektirmemesi, vs. Bu programın yukarıdaki olumlu yönlerinin olması 2 ana nedene dayanıyor;
1. Söz konusu ihracat ürünlerindeki ülkenin mukayeseli avantajının çok uzun bir süre için geçerliliği olacağı.
2. Programın, öngördüğü yatırımların ortak noktasının, pozitif dışsallıkları olan yatırımlar olması nedeniyle zaten devletin yapması gereken alt yapı yatırımlarını temsil etmesi.