Türkiye ekonomisi için enflasyon mu daha büyük risk yoksa büyüme mi?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Yrd. Doç. Dr. Okay KIYGI - Yrd. Doç. Dr. Meltem KIYGI ÇALLI

Son yayınlanan büyüme rakamlarına baktığımız zaman özellikle iç talepteki güçlü büyüme nedeni ile Dünyada Çin'den sonra en yüksek büyüme hızına sahip ikinci ülke durumunda gözüküyoruz. İlk çeyrekte %11.6 büyüyen ekonomi, ikinci çeyrekte %8.8'lik büyüme performansını yakalamış durumda.

Bu kadar yüksek büyüme hızına karşılık Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın, "Şu anda bizim dikkat etmemiz gereken konu; durgunluk ihtimalinin yükseldiği, dolayısıyla şimdiden politikalarımızı buna göre adapte etmemiz... Enflasyon riski görmüyoruz. Enflasyon ile ilgili alanda rahatız. Riskler, önümüzdeki dönemde enflasyon tarafında değil, tam tersine durgunluk tarafındaki riskler…" dir açıklaması nasıl yorumlanmalıdır?

Bundan 10-20 sene onceki Türkiye olsa bu büyüme hızının enflasyonist etkilerinin olacağı endişesiyle, ekonomiyi soğutucu tedbirler yüksek sesle seslendirilir ve Merkez Bankası bu aşırı büyümeyi dizginlemek için sıkı bir para politikası uygulayıp ekonomiyi soğutma çabasına girerdi. Peki şimdi ne değişti? Öncelikle ekonominin potansiyel büyüme hızı nedir sorusunun cevabı belirsiz. Eskiden büyüme hızının %5-6'nın üzerinde çıkması alarm zillerinin çalmasına yol açarken şu anda bu alarm seviyesinin hangi noktada olması gerektiği konusunda belli bir konsensus oluşmamış durumda. İlk iki çeyrekte ulaşılmış olan yüksek büyüme hızlarının aşırı ısınan bir ekonominin göstergeleri olduğu tezi ciddi şekilde tartışılması gereken bir konudur.

Bu konuya ilişkin ikinci önemli nokta ise yurtdışında devam etmekte olan krizler. Avrupa, diğer sorunlu ülkelere kıyasla küçüklüğü nedeniyle çoktan halletmesi gereken Yunanistan sorununu bile henüz halledememiş durumda. Her krize giren ülkede tekrarlanan senaryo olan Çin'in krizdeki ülkenin tahvillerini alacağı dedikodusu piyasalara birkaç günlük iyimserlik pompalaması yaptıktan sonra tekrar başlangıç noktasına dönülüyor. Avrupa Birliği'nde kamu borcunun yüksekliği sorunu ve bu sorunun banka bilançolarında yaratabileceği sarsıntılar ciddi bir önlemler paketinin ivedilikle uygulanmasını gerektiriyor. Amerika, Lehman Brothers'ın batmasından hemen sonra bankaların yaşadığı soruna hemen el atarak, bankaların sermaye yapılarını güçlendirerek çözüm yolunda önemli bir adım atmıştı. Avrupa'da ise bankaların yeniden sermayelendirilmesi konusunda politik liderlik, sorunu zamana bırakarak piyasaların psikolojisinin gün geçtikçe bozulmasına seyirci kalıyor.

Amerika'da FED'in iki yıl daha faizleri aynı seviyede tutacağını söylemesi, ekonominin zayıf seyrini sürdürmesi, dünya ekonomisinin büyüme konusunda sıkıntısının devam edeceğinin göstergesi. Ayrıca, bu tür durumlarda 1929'de yaşanan "Büyük Depresyon"dan bilindiği üzere komşuyu zarara sokma (beggar-thy-neighbour) politikaları tekrardan ülkelerin gündeminde. Dünyada korumacılık sesleri artıyor ve ülkeler kur savaşlarını devam ettiriyorlar. Bu kur savaşlarından zarar görmeyi engellemek için kurulan kurumlar maalesef çözüm olamıyorlar. Tarihten ders alınamıyor. En son İsviçre Merkez Bankası'nın aldığı önlemler bu tür politika uygulamalarından vazgeçmenin zor oldugunu gösteriyor.

Bu şartlar altında özellikle Avrupa'nın politik cesaretten yoksun olması nedeniyle dünya ekonomisinde büyüme performansı düşük seyretmeye devam edebilir ve kur savaşlarının tetiklediği korumacı içgüdüler nedeniyle dünya ticaret hacminde bir daralma gerçekleşebilir. Avrupa Birliği'nde yaşanacak bir iflas ve bunun bankalar üzerinde yaratacağı sarsıntı sonrası oluşabilecek banka iflasları senaryosu ise dünyayı Lehman Brothers sonrası yaşanan travmayla tekrar baş etmek zorunda bırakabilir.

Bu nedenle, Türkiye de diğer ülkeler gibi iç pazarındaki büyümesini devam ettirmek zorunda. Özellikle en büyük ticaret partnerimiz olan Avrupa'da krizin devam edecek olması ve son yıllarda artan ticaret ilişkilerimizin olduğu Arap Ülkeleri'nde yaşanan politik belirsizlikler nedenleriyle Türkiye Ekonomisi'nın büyümesine dış ticaretten yeterli destek gelemeyeceği kanaatindeyiz. Dünyadaki düşük büyüme performansının emtia fiyatları üzerindeki baskıyı devam ettireceği varsayımı altında Türkiye'de ekonomik risklerin enflasyondan daha çok büyüme tarafından gerçekleşebileceği doğru bir tespittir. Merkez Bankası'nın ve ekonomi politikası uygulayıcılarının bu konu üzerinde yoğunlaşmaları şu anda en doğru politik yaklaşım olarak gözükmektedir.