Türkiye Kıbrıs'ın IMF'si mi Oldu? ,

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Mücahit CİVRİZ / Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü Devlet Muhasebe Uzmanı

Bazı konular vardır, o konular hakkında söz söylemek, yazmak, o konulara ilişkin tezleri-antitezleri belirlemek ve sonuca ulaşmak zordur. Konunun tarafları hem aynı safta, hem de karşıt saflarda yer alıyor görünebilmektedir.  Herkesin kendi perspektifinden haklı olduğu noktalar varken, tartışmalar farklı zemine rahat biçimde kayabilmekte ve sonuçta taraflar, çok da beklemedikleri bir tartışmanın içerisinde bulabilmektedirler kendilerini. O konuların başında, hiç şüphesiz Yavru Vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gelmektedir.  

1489-1570 yılları arasında Venedik, 1570-1878 yılları arasında Osmanlı, 1878-1960 yılları arasında İngiliz hâkimiyeti altında olan Kıbrıs Adası, 1960-1974 yılları arasında Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında varlığını sürdürmüştür. 1974 yılında gerçekleştirilen Barış Harekâtı sonrasında 1983 yılına kadar Kıbrıs Türk Federe Devleti-Kıbrıs Rum Yönetimi idaresi altında yönetilen Adada, 15 Kasım 1983 tarihi itibariyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti varlığını resmen ilan etmiştir. Sadece Türkiye tarafından tanınan Kıbrıs, de jure (kanunen)Kıbrıs Cumhuriyeti'ne bağlıdır ve birçok devlet ve uluslararası kuruluş Kuzey Kıbrıs'ı de facto (fiili) devlet olarak tanımlamaktadır. Hal böyle olunca, Adanın 3355 kilometrekarelik alanını kaplayan "Yavru Vatan Kıbrıs"ın dışa açılan kapısı Türkiye Cumhuriyeti olmuş, Barış Harekatı'nın yapıldığı 1974 yılından günümüze Türkiye Cumhuriyeti tarafından Kıbrıs'a kol kanat gerilerek ekonomik, siyasi ve de askeri konularda her zaman gereken destek ve önem verilmiş, değişen iktidarlar ve siyasi görüşlere rağmen bu anlayış değişmemiştir. Batılı Devletlerce Güney Kıbrıs Rum Kesimi karşısında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne karşı benimsenen farklı ve haksız politikalar, Ülkeyi bir girdabın içine sokmuş ve Türkiye'ye bağımlılıktan başka bir seçenek Kıbrıs'a sunulamamıştır. Ancak bu sahipleniş ve birliktelik Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında anlayış ve algılayış farklılıklarını ortadan kaldırmamış ve üzüntüyle ifade etmek gerekirse, bu süreçte iki ülke arasında ortak bir dil geliştirilememiştir.

Ne var ki, bugün geldiğimiz noktada Türkiye ile  bu ekonomik ve mali yapının sürdürülmesi mümkün görülmemiş ve kısa vadede can acıtıcı gibi görünen ancak orta ve uzun vadede Kıbrıs lehine sonuçlanacak bir vizyon Türkiye Cumhuriyeti'nce  ortaya konulmuştur.  Başlıkta yer alan soruya cevap  verirsek cevabımız tabi ki Hayır şeklinde olacaktır. Her ne kadar son dönemde Kıbrıs'la ilgili konuşma ve tartışmalar bu soruyu akıllara getirse de, bu soruya Evet cevabı vermek, Türkiye'nin Kıbrıs ile ilgili çizdiği vizyona büyük haksızlıktır.Türkiye'nin ortaya koyduğu bu vizyonla; ekonomisi rekabet edebilir, kamu maliyesi sağlam, özel sektör eliyle kalkınma modelini benimseyen, e-devlet uygulamaları ile Kıbrıs Halkına büyük kolaylıklar sağlayan bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var edilmek istenmiştir. Ancak yaşanan son tartışma ve eylemler Kıbrıs'ta yaşayan herkesin aynı vizyona sahip olmadığını ortaya koymuş, değişim ve dönüşümün ne kadar zor olduğunu konunun taraflarına bir kez daha hatırlatmıştır.

Kıbrıs'ta bugüne kadar iki ülke arasında Protokollerle yürütülen ekonomik ve mali konularda Türkiye'nin gereken desteği KKTC'den esirgemediği bilinmektedir. Ancak bu destekler incelendiğinde bugüne kadar yaşanan sorunların, bir ağrı kesici misali, öngörülen geçici tedbirlerle hafifletildiği, kalıcı bir çözüm vizyonu olmadığından sorunun kökünün kurutulup temizlenmesi mümkün olmamıştır. O nedenle uygulamaya konacak programın, bir antibiyotik gibi, mevcut sorunların köküne inerek ekonomide kalıcı ve sürekli bir iyileşme vizyonuna sahip olması büyük önem taşımaktadır.

Değişim ve dönüşüm kavramları bir arada kullanıldığında bunun tedbirler ve acı reçeteler anlamına geldiği herkesin malumudur.  Ancak Türkiye'nin 2002 yılından itibaren uygulamaya koyduğu acı reçetelerin (!) sonuçları da ortadadır.  Dolayısıyla ekonomik ve mali alanda parlak bir KKTC başarısından, tam bağımsızlığa giden yolda mali bağımsızlığın öneminden söz etmek istiyorsak, bu acı reçete zorunlu görünmektedir. Ancak bu acı reçeteler uygulanırken, yeni bir dile ihtiyaç olduğu da aşikardır: bu tartışmalar, karşılıklı anlayış ve yeni bir dil ile çözülebilecek, Kıbrıs ekonomisinin üzerinde sorun yaratan pek çok konunun üstesinden gelinebilecektir. Kıbrıs'ta yaşayan yurttaşlarımızı "hazır yiyiciler" olarak görmek, TC Devletini ise "baskıcı, işgalci ve Kıbrıs'ın IMF'si" niye nitelendirmek, taraflara hiçbir fayda sağlamayacak aksine bazı kesimlerin sevincine sevinç katacak bir durumun ortaya çıkmasına neden olacaktır. Ve bu durumda Ekonomisi düzgün işlemeyen ve kamu maliyesi aksayan bir KKTC ekseninde, Kıbrıs'ı verelim ve kurtulalım (ver kurtul) ile onlar bizim kardeşimiz ne yaparlarsa/ne derlerse göz yumalım (sev kurtul) söylemleri arasında Kıbrıs'ı tartışmaya, çözümsüzlük girdabında ekonomisi SOS veren bir KKTC Gerçeğini uzun yıllar konuşmaya devam etmek zorunda kalırız.

Şu soru akıllara gelebilir; böylesine küçük, dışa kapalı bir ekonomi için böylesine detaylı/kapsamlı tedbirler gerekli midir? Türkiye burayı kendisi için güvenli bir liman ve tampon bölge olarak kabul ederek, bütçesinin on binde 30'luk rakamı buraya aktarsa, bu Türkiye için ciddi bir maliyet/yük anlamına gelir mi? Elbette bu ve benzeri soruları sormamız mümkün. Kıbrıs Ekonomisine ilişkin değerlendirmeleri nominal büyüklükler açısından yaparsak, konuyu tartışmak anlamlı görünmemektedir.  Zira küçük bir ada ekonomisinden bahsediyoruz. Ancak özellikle başta kamu maliyesine ilişkin göstergeler olmak üzere, diğer ekonomik ve sosyal göstergelere oransal kriterler çerçevesinde bakıldığında, Kıbrıs Ekonomisinde bir değişim ve dönüşüm mecburiyeti dikkatlerden kaçmayacaktır. Üstelik Kıbrıs'ta bu tecrit ve izolasyon politikasının ne zamana kadar sürdürüleceği bilinmemektedir. İzolasyonların kalkması durumunda "Türkiye'siz bir Kıbrıs'ın kendi  ayakları üzerinde nasıl duracağı" sorusu akıllardan çıkarılmamalıdır. Görünen o ki, Kıbrıs üzerinde duran yorgan Kıbrıs'a kısa ve dar gelmektedir. O nedenle uygulanmak istenen program ile bir yandan yorgan uzatılmak istenirken, diğer yandan ayakların yorgana uyumlu hale getirilmesi hedeflenmektedir.

Zorluklar ve mesafe kat edilmesi konular ne kadar fazla olursa olsun, yine de ümitsiz olmayı gerektirecek bir tablo yok karşımızda. Yapılan çalışmalar ve tartışmaların olumlu sonuçlarını ümit etmek zorundayız. Çalışmayı KKTC Başbakanı İrsen KÜÇÜK'ün umut dolu sözleriyle noktalayalım:"Kimse merak etmesin.  Sıkıntılar aşılacak, Kıbrıs Türk halkı Anavatan Türkiye'nin de desteğiyle muhakkak kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi yaratarak kendi kendiyle gurur duyacak bir noktaya gelecektir."

Not:  Bu yazı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Mali Reform Arayışları: "Ver Kurtul-Sev Kurtul Tartışmalarının Gölgesinde Bir Kıbrıs Analizi isimli çalışmanın kısaltılmış halidir. Çalışmanın tamamına Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü Devlet Muhasebe Uzmanları Derneği web sitesinden(www.demud.org.tr) ulaşılabilir.