Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğin ekonomi politiği

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Prof. Dr. Havva TUNÇ / İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi

17 Aralık sonrası Türkiye'de yaşanan siyasi kaos ve iktisadi hayatın açmaza doğru gidişatına çözüm, Avrupa Birliği Kopenhag kriterlerine ve/veya Venedik Kriterlerine uyumun mevcut kaosu çözecek beklentisi bir kez daha Türkiye'nin AB'ye tam üyeliliğinin gerekliliğini hatırlattı ancak geçmişte de olduğu gibi her zaman siyasi erkin açıkça olmasa da monolog tutumu ve AB kriterlerine uyuyormuş gibi yapması bir taraftan Türk halkının hakketmediği demokratik olmayan bir siyasi yapı içinde olan biteni kabul etmek zorunda kalmasına, diğer taraftan da Türkiye’yi uluslararası arenada güvenirliğini yitirmesine yol açacak gibi görünmektedir. Durum böyle olunca Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin gerekliliği olmazsa olmaz olarak karşımıza çıkmaktadır. XX. yüzyılın en önemli ekonomik ve politik gelişmesi olarak sesini duyuran Avrupa Birliği, 1957 yılında altı Batı Avrupa ülkesi (Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg) tarafından Roma Anlaşması ile yaratıldı. Roma Anlaşması Avrupa tarihinin önemli dokümanlardan biridir.

Avrupa Birliği düşüncesi Batı Avrupa kamuoyunda geniş ilgi ve destek görmesine karşın bunun nasıl gerçekleşeceği konusunda farklı ve çelişkili görüşler vardı. Birliğin temelini oluşturan ekonomik bütünleşme noktasında görülen bu görüş ayrılığı İngiltere’nin serbest ticaret bölgesi, Fransa’nın ise gümrük birliği istemesinde odaklaşıyordu.

İngiltere’nin geri düzeyde bir ekonomik bütünleşme olan serbest ticaret bölgesini savunması çoğu eski koloni olan denizaşırı ülkelerle olan ilişkilerinden kaynaklanıyordu. Fransa ise Batı Avrupa Birliği’ni her şeyin üstünde tutuyordu. Bütün bu tartışmalara, görüş ayrılıklarına rağmen altı kurucu üye ülkenin Roma Anlaşmasını imzalanmasıyla, son verilerek o dönemki ismi Avrupa Ekonomik Topluluğu, bugünkü ismiyle Avrupa Birliği kuruldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa için ekonomik ve politik bir ortam olarak tasarlanan Avrupa Birliği bugünkü konumuyla tasarıların gerçekleştiği, bir iki aksaklık hariç oldukça başarılı bir bütünleşme olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Avrupa Birliği’nin temel hedefleri Roma Anlaşması’nda belirtilmiştir. Roma Anlaşması 278 madde ve ek protokollerden oluşmuş olup birliğin iktisadi gelişim ve ilerlemesinin gerçekleşmesini sağlayacak ortak politikalar, ilgili düzenlemeler ve süreçler açıklanmıştır. Bunların yanı sıra, Roma Anlamasında bütünleşmenin gerek kurumsal yapısı, demokratik işleyişi ve oluşumu gerekse insan haklarına saygı, ifade özgürlüğü, eşitlikle ilgili maddeler, ilkeler belirtilmiştir. 

Avrupa Birliği’ne üye olacak olan aday ülkelerin yerine getirmeleri gereken koşullar Kopenhag Kriterleri başlığı altında düzenlenmiştir. Kopenhag Kriterleri de kendi içinde sosyal,siyasi ve ekonomik olmak üzere üç ana başlık dan oluşmaktadır.

1963’de Ankara anlaşması ile başlayan Avrupa Bilirliği Türkiye arasındaki ortak üyelik ilişkisi 14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye Roma Anlaşması’nın 237. maddesi gereğince Topluluk Konseyi’ne tam üye olarak kabul edilme talebini bulunmasıyla tam üyeliğe taşınmıştır. Konsey, 27 Nisan 1987 tarihinde bu talebi inceleme görevini Topluluk Komisyonu’na iletmiştir. Başvuru tarihinden yaklaşık üç yıl boyunca hem topluluk komisyon nezdinde hem de birliğin önemli merkezlerinde yapılan bir çok toplantıda Türkiye’nin tam üyelik başvurusu incelenmiştir. 1989’da tam üyelik başvurusu reddedilmiştir. 

 Tam üyelik başvurusunun reddedildiği 1989’dan 2013’e kadar geçen sürede birliğin yıllık olarak düzenlediği ilerleme raporlarında ve komisyon düzeyinde yapılan toplantılarda Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerinin siyasi ve sosyal başlık altında belirlenmiş koşulların hala gerçekleşmediği ve özgürlük, demokrasi ve anayasal hakların önemli konular olduğu belirtilmektedir. Diğer taraftan, bugüne gelinceye kadar, toplam 35 müzakere başlığından 8 müzakere başlığının askıya alınması hariç 10 başlığın müzakere edilmekte olması dışında diğer başlıkların müzakereye açılmaması üyeliğin gecikmesinin başlıca nedenidir. AB tarafınca yapılan bu açıklamaların Türkiye’nin tam üyeliğin şimdilik olası olmadığı anlamına geldiği söylenebilir.

Yukarda da belirtildiği üzere Türkiye Avrupa Birliği birlikteliğinin, ortak üye adaylığının üzerinden 51 yıl geçmesine rağmen tam üyelik koşulları olgunlaşmadığından Türkiye’nin AB tam üyeliği gerçekleşmemiştir ve Türkiye hala aday ortak üye ülke sıfatıyla bekleme odasında tam üyeliğini beklemektedir. 

Neden ortak üyelikten tam üyeliğe geçilemediğini, neden bu birlikteliğin ortak üyelik statüsünde kaldığını, Türkiye’de her fırsatta bunun anlamsız olduğunu belirtmesinin yanı sıra birliğe üye olmak için başvurduğunda üye sayısının 6 olduğunu bugün ise,birliğe üye sayısının 28 olduğunu ve hala Türkiye’nin aday ülke konumunda olmasının açıklanabilir olmadığı sorgulanmaktadır. Aslında genel tabloya bakıldığında AB tarafınca öne sürülen siyasi ve sosyal koşulların gerçekleşmediği ve bu koşulların bir ön koşul olduğudur. Bütün bunların anlaşma maddelerinde açıkça belirtilmemesine rağmen Türkiye’nin neden aday üye konumunda kaldığını açıklamaktadır.

Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinde siyasi ve sosyalbölüm altında çeşitli başlık ve maddelerde belirtilen kriterler sadece AB tam üye olmak için mi? Yoksa demokratikleşme sürecini gerçekleştirmek Türk insanının en doğal ihtiyacı ve hakkı olduğu için mi? Sorusuna verilecek yanıt Türkiye’nin demokrasi ve eşitlik konusunda gelişimini belirleyecektir. 

Avrupa Birliği’ne üyeliği sadece ekonomik birliktelik olarak değerlendirmek Türkiye’nin Birlikle olan ilişkisini giderek zayıflatmaktadır. Yani, Türkiye ekonomisinin son on yılda yaptığı atılım ve 2008 küresel finans krizini Avrupa Birliği’ne göre daha kolay ve hızlıca üstesinden gelmesi siyasi erkin AB’ye tam üyeliği göz ardı etmesine yol açmaktadır. Aslında AB ile olan birlikteliğe sadece ekonomik yönüyle bakmayıp siyasi ve sosyal tarafını da görmek Türkiye’yi daha gelişmiş kalkınmışlık düzeyine taşıyacağı gibi Kıta Avrupa’sıyla olacak böyle bir bütünlüğün gerek Ortadoğu gerek Hazar Bölgesi gerekse Kuzey Afrika’yı kapsayan coğrafyadaki ülkelere model olacak olması nedeniyle Türkiye’nin konumunu güçlendirecektir. 

Türkiye siyasi erkinde bulunanlar, AB’ye üyeliği otorite kaybı olarak görmekte ve düşünmektedirler. Diğer bir deyişle, Avrupa Birliğine üyeliğin siyasetten iktisada ve hatta toplumsal yaşama kadar her alanda Avrupa Birliğinin hukuki ve yasal düzenlemelerin geçmişten bugüne kadar siyasi erkin başında bulunanları hep korkutmuş ve korkutmaya devam etmektedir. Ve bu korku, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin Avrupa Birliği’nce değil ama Türk tarafınca doğrudan değilse de dolaylı olarak engellenmektedir. Ve engeller Türkiye’de ilgili kurum ve kuruluşlarda ne konuşulmakta ne de tartışılmakta, yok, doğmamış kabul edilmektedir. Zira, izlenmekte olan politikalarla neden tam üyeliğin gerçekleşmesinde başarının elde edilmediği incelendiğinde mevcut politikaların birbirinden kesik ve kopuk olması yanı sıra uzlaşmacı olmadığı daha da önemlisi politikaların politikasız olmalarıdır. 

Türkiye’nin geleceği Avrupa Birliğinden uzaklaşmakta değil, birlikle olan ilişkilerinin daha da geliştirilip tam üyeliğin bir an evvel gerçekleşmesini sağlayacak kriterlerin yerine getirilmesindedir. Bu durumun gerçekleşmesi için çalışılmalı ve bu durumun önemi ve gerekliliği toplumun her kesimine anlatılmalı ve AB bilincinin oluşturulması sağlanmalıdır.