Uyan ey Avrupa!
Orhan AKIŞIK
The Economist Dergisi'nin 10 Ekim 2009 tarihli sayısında Avrupa ekonomisi ile ilgili yazının başlığı aşağı yukarı böyleydi. Dünyanın en büyük ekonomik gücü ünvanına sahip Avrupa Birliği'nin (AB) daldığı uykudan uyanıp, dünya ekonomisinde belirleyici bir rol üstlenmesinin zamanının çoktan geldiğinin belirtildiği yazıda, aksi halde AB'nin ABD ve Çin'in yanında ikinci planda kalacağı görüşüne yer verilmişti.
Geçtiğimiz yılın sonlarında Yunanistan ekonomisinin içine düştüğü borç krizinin bu uyku haliyle, farklı bir deyişle AB'nin büyüme karşıtı para ve maliye politikasından kaynaklanan zayıf ekonomik performansıyla yakın bir ilişkisi var. Sorunun bu yanını görmezden gelip, sadece borcun nasıl finanse edileceğine indirgemek bize göre, hedef saptırmaktan başka bir anlama gelmiyor.
2009 yılında, bütçe açığının gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) %12.7'sine, kamu borç stokunun ise %125'lerine ulaştığı Yunanistan'ın, iflas bayrağını çekip çekmeyeceği, son zamanlarda hemen herkesin üzerinde durduğu konuların başında geliyor. Gerçekten, 1998'de Rusya'da, 2002'de Arjantin'de olanların, bu defa da Yunanistan ve AB'nin kamu borcu yüksek diğer ülkeleri, İspanya, Portekiz, İngiltere ve Fransa'da olmayacağının garantisi var mı?
Avrupa Birliği yetkililerinin Yunanistan'a yardım edilmeyeceği, bir başka deyişle finansal yardım paketinin söz konusu olmadığı şeklindeki söylemlerinin pratikte bir geçerliliğinin olmadığı gelen haberlerden anlaşılıyor. Zira, bu ülkenin olası iflasının Avrupa'dan başlayarak, henüz resesyondan yeni yeni toparlanmakta olan diğer ülkelere sirayet etmemesi zor. Zaten, Şansölye Merkel, AB'nin hiç bir üyesinin, üye bir ülkenin içine düştüğü güçlüğe seyirci kalamayacağını cok daha önceden belirtmişti.
Yunanistan'ın bütçe açığını kapatmak için ihtiyaç duyduğu 54 milyar Euro'yu borçlanabileceği söylense de, bunun ülkeye maliyeti önemli bir sorun. Zira, yüksek faiz ödemelerinin hükümeti bütçe disiplinini sağlamak konusunda hayli zorlayacağı, hatta bir krizi tetikleyebileceği ihtimal dahilinde. AB tarafından geçenlerde onaylanan plana göre, bu ülke bütçe açığını 2012'ye kadar %3'e indirmeyi planlıyor. Kamu harcamalarının azaltılması, vergilerin artırılması şeklinde tezahür edecek bu politikanın ekonomi üzerinde yapacağı tahribatı söylemeye gerek yok. Bir ülkenin borçlanabileceği miktara gelince …
Bu, kolaylıkla geriye ödeyebileceği miktarla sınırlıdır. Bir başka deyişle, cari ve gelecekteki GSYİH'nın büyüklüğüne bağlıdır. Zira, borcun geriye ödenmesinde kullanılacak esas kaynak olan vergi gelirleri, GSYİH'nın bir fonksiyonudur.
Öte yandan, toplam borcun GSYİH'ya oranı olarak bilinen borç stokunun zaman içinde büyümesi önemli bir sorun teşkil etse de, milli gelirin daha hızlı bir oranda artması durumunda, borç stoku azalacaktır. Dolayısıyla, bütçe açıklarını da, kamu borçlarını da kontrol altına almanın yolu, ekonomik büyümenin sürekliliğinden geçiyor. Bu gerçekleşmeden, sadece harcamaların azaltılması ve vergilerin artırılması şeklinde kendini gösterecek daraltıcı maliye politikalarının, krizden henüz çıkmakta olan kırılgan AB ekonomilerini yeniden resesyona sokması işten bile değil.
Hatırlanacağı üzere, 1993'de ABD'de Clinton yönetimi işbaşına geldiğinde, ABD resesyondan yeni çıkmıştı ve bugünkü kadar yüksek olmasa da, önemli ölçüde bütçe açığı sorunu vardı. GSYİH'nın %8'ni aşan bütçe açığı, daraltıcı maliye politikasının gevşek para politikasıyla eşzamanlı uygulanması sonucu, ekonomi tekrar resesyona girmeden %3'ler seviyesine indirilebilmişti. Benzer bir politikanın, AB içinde uygulanması ise söz konusu değil. Nedenlerine gelince… Bu, Avrupa Para Birliği'nin, makroekonomik performansın önemli iki belirleyicisi para ve maliye politikalarına ilişkin yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Her iki iktisat politikasının öncelikleri arasında iktisadi büyümenin teşvik edilmesine yer verilmemiş, tam tersine açık bir şekilde büyüme karşıtı bir politikanın izlenmesi öngörülmüştür.
İktisadi politikanın parasal yanına bakıldığında, Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB), diğer merkez bankalarından farklı olarak, sadece fiyat istikrarını ön planda tutan, gerektiğinde büyümeyi baltalama pahasına olsa da enflasyonla savaşmayı amaçlayan bir politika izlediği görülüyor. Esasen, Avrupa Para Birliği'nin başlangıcından beri, para politikasının ekonomiyi genişletmekten ziyade daraltmak üzerine yapılandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu, "ECB, ekonomik gelişmeyi değil, enflasyonla savaşmayı ön planda tutuyor. Bunda, aşırıya da kaçıyorlar. Kanımca, biz AB'nin sahip olduğu büyüme potansiyelini tam olarak kullanmıyoruz" diyen, Avusturya'nın önceki maliye bakanlarından Hannes Androsch tarafından çok da güzel ifade edilmişti.
Ekonomi politikasının, maliye ayağına baktığımızda, farklı bir manzara ile karşılaşmıyoruz. AB ülkeleri hükümetlerinin elleri, 1997 tarihli İstikrar ve Büyüme Antlaşması'nın bütçe açıklarını GSYİH'nın %3'üyle sınırlayan maddesinden dolayı bağlanmış durumda. Bütçe açıklarına getirilen bu tavan oran yüzünden, konjonktürel dalgalanmalarda para politikasının büyüme üzerindeki olumsuz etkisini telafi etmek de zorlaşıyor. Bu %3'lük bütçe sınırlamasının pratikte ise, geçerliliği pek yok gibi. Fransa ve Almanya'nın açıklarının zaman zaman bu sınırı aştığı bir gerçek. O zaman şunu sormak gerekiyor: Bu çifte standart niye ?