Uzun vadenin cazibesi için çalışıyoruz

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, tasarruf oranlarını artırmak ve mevduatın vadesinin daha da uzamasını arzu ettiklerini belirtti.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Ece CEYHUN

İSTANBUL - Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye'nin tasarruf oranı düşük bir ülke olduğunu ve tasarruf eğilimini güçlendirmek, mevduatta vadeyi uzatmak için çalıştıklarını açıkladı.

Bakan Ali Babacan, bankalar ve şirketler için tahvil ve finansman bonosu ihracını teşvik edecek vergisel düzenlemelerin de bu yönde atılmış adımlar olarak görülmesi gerektiğini anlattı. Bakan Babacan, mevduatta vadenin daha da uzaması için devamlı çalışmalar yaptıklarını ama henüz kesinleşmiş bir karar olmadığını belirterek "Ama önümüzdeki birkaç ay içersinde yeni bir şeyler duyarsanız şaşırmayın" dedi.

Devlet Bakanı Ali Babacan ile görüşmemizde kamuoyunun gündemini meşgul eden bir çok konuya da değinme fırsatı yakaladık. Bakan Ali Babacan, tasarrufların hem oranını artırmak hem de mevduatın vadesini uzatmanın kendileri için çok önemli bir konu olduğunu belirterek "Bankaların hem iç tahvil piyasasında hem de dış tahvil piyasasına girmesinin önünü açmamız biraz öne yönelik.

Bankalar böylece uzun vadeli bir kaynak imkanı buldu. Bir bankaya mevduat yatırdığınızda ya da bonosunu aldığınızda o bankaya paranızı emanet ediyorsunuz aslında" dedi.

Bakan Ali Babacan, bunun yanında bankaların vadesine göre uzun vadeli mevduatı daha cazip kılacak bazı fikirler üzerinde çalıştıkları bilgisini de verdi. Babacan, uzun vadeli mevduatı daha cazip kılmak istediklerini kaydederek "Bankacılık sektöründe mevduat vadesinin kısalığı problem. Bankalar, kısa vadeli mevduatlarla uzun vadeli kredileri yürütmeye çalışıyorlar. Orada bir miktar risk var. Dolayısıyla Türkiye'de mevduatın daha nasıl vadesini uzatabiliriz? Nasıl daha cazip kılabiliriz? diye fikir jimnastiği yapıyoruz. Ama henüz kesinleşmiş bir karar yok. Önümüzdeki birkaç ay içersinde yeni bir şeyler duyarsanız şaşırmayın" diye konuştu.

Tobin, Nasreddin Hoca'nın Türbesi gibi

Bakan Babacan'a Tobin ile ilgili değerlendirmelerini sorduğumuzda ise "Tobin Vergisi'ni uygulayan ülkeler hiç sonuç alamadılar. Alamayacaklarını da biliyorduk. Çünkü piyasa mekanizmaları çok farklı işliyor.

Tobin Vergisi bir bakıma Nasreddin Hoca'nın türbesi gibi. Kapıyı kapattım diyorsunuz ama pencere açık, dam açık. Her tarafı kapatayım deseniz de o zaman da çok tehlikeli çünkü ülkeyi izole ediyorsunuz. Bu sermaye kontrolleri çok hassas bir konu. Dolayısıyla bizim tercihimiz burada çok daha farklı oldu. Buradaki politika bir taraftan kısa vadeli para için Türkiye'yi daha az cazip hale getirip diğer yandan da ekonomideki aşırı ısınmayı bir başka noktada tekrar geri dönüp vurulmamızı önleyecek bir politika.

Bu aslında bir yandan dışarıdan kısa vadeli bakan için düşük cazip olmayan bir faiz oranı ama içeride de munzam karşılıklar ya da başka tedbirlerle kredileri belli bir miktarda tutabilmek.

Dolayısıyla iki ayrı hedefe ulaşabilmek için iki ayrı faiz oranı oluşturmak ekonomide. Bu işin temelinde püf noktası bu" cevabını verdi. Vaktinden önce MB Başkanlığı ile ilgili sürece başlamayız Piyasaların gündemini meşgul eden bir konuda Merkez Bankası Başkanlık sürecinin nasıl işleyeceği.

Bakan Babacan, bu süreci çok dikkatli yönetmek istediklerini belirterek "Önceden o sürece başlamak istemiyoruz. Biz son değerlendirmelerimizi birkaç haftada yapıp bitiririz. O işin dedikodusu sürece de zarar veriyor. Diğer kurumlar içinde yaşadık bunu. Birkaç haftada hemen yapıp bitiririz. Ama şu önemli artık Merkez Bankası'nın karar yapısı kurumsallaştı. 2003-2004'te de Merkez Bankası benimle ilgili bir kuruluştu. O dönemlerde para politikası ile ilgili kararlar Başkan'ın tasarrufunda olurdu. Böyle PPK toplanacak, tarihleri belli olacak.

Akşam yattık sabah kalktık 2 puan artmış ya da yarım puan düşmüş. Belki o dönemde kararlar MB'nin başkanının iki dudağının ucundaydı.

Artık öyle değil. Kurumsal bir yapı var orada kararlar oylanıyor. O kararların alınması için hazırlık yapan teknik bir ekip var. Çizgi neyse o korunur" değerlendirmesinde bulundu. Gıda fiyatları tarihte hiç bu kadar yükselmemişti Emtia fiyatlarındaki yükselişin hatırlatılması üzerine de Bakan Ali Babacan, önceki hafta FAO – Dünya Gıda Örgütü'nün yayınladığı Gıda Endeksi'nin tarihi yüksek seviyeye ulaştığını kaydederek şöyle devam etti:

"Tarihte hiçbir zaman gıda fiyatları bu kadar yükselmemişti dünyada. Hem nominal olarak hem reel olarak. Türkiye çok petrol ve emtia ithal eden bir ülke. Ama Türkiye'nin yapısı çok değişti artık biz hammadde de ithal eden bir ülkeyiz. Türkiye bunların bir kısmını üretiyor ama bir kısmını da ithal ediyor. Dışarıya daha çok döviz ödeyeceğiz demek ya da bunların enflasyona etkisi yavaş yavaş meydana gelebilir. Enflasyona etkisinde de önemli olan nokta şu; eğer sadece dünya fiyatlarından kaynaklanıyorsa bu çok sorun değil para politikasında çok ciddi bir değişiklik gerektirmez. Ama ekonomide bir ısınma emaresi oluşturabilecek talepte olması gerekenden farklı bir durum bir ısınma varsa, risk görürsek Merkez Bankası gereken kararları alır."

Türkiye 6'ncı sınıftan 7'nci sınıfa geçemedi

Bakan Babacan ile cari açık konusunu konuşurken söz dönüp dolaşıp yapısal çözümlere, daha yüksek katma değer üretmeye geldi. Bakan Babacan, Türkiye'nin daha yüksek katma değer üretmesinin birey birey daha iyi eğitimle alakalı olduğunu belirterek son çalışmaları hakkında bilgi verdi.

Bakan Babacan, Türkiye'nin İnsani Gelişmişlik Endeksi'nde 83'ncü sırada olduğunu ve bu sıralamada basamak atlamak için neler yapılabileceğine baktıklarını anlattı. Babacan, "Geçenlerde biz neden İnsani Gelişmişlik Endeksi'nde 83'üncüyüz diye ilgili bakanlarımızı bir araya getirdim.

Eğitim Bakanımız, Sağlık Bakanımız, Kalkınma ile ilgili Devlet Bakanımız, sırf bu işlere bakalım diye. İnsani Gelişmişlik Endeksi 3 unsurdan oluşuyor. Kişi başına düşen milli gelir, sağlık ve eğitim. Kişi başına gelir zaten artıyor. Sağlıkta sorun yok ama eğitimde bir bugüne bakıyor birde 25 yaş üstü nüfusun ortalama okulda kaldığı süreye bakıyor endeks.

Bizde ne kadar biliyormusunuz 6.5 yıl. Yani 6'ncı sınıftan 7'nci sınıfa geçememiş. Eğitime daha çok yatırım gerekiyor. Yetişmiş insan ülkelerin en önemli kaynağı. Bilgi üreten, katma değer üreten, bir toplum olmamız ancak fert fert yetişmiş eğitimli bir toplum olmaktan geçiyor. Uzun vadede bu işin çözümü dönüyor dolaşıyor insan faktörüne geliyor" açıklamasında bulundu.

Yetişmiş insan gücünün yanında inovasyonu, Ar-Ge'yi destekleyici politikaların da önemine dikkat çeken Babacan, "Geçen sene Ar-Ge harcamalarımız binde 8.5'a çıktı. AB genelinde ortalama yüzde 2 ama 7-8 ülkenin harcaması bizden daha düşük. Yani Ar-Ge harcaması hem kamu da hem özel sektörde artıyor.

Ama bugünkü Ar-Ge harcamasının cari açığa etkisi en erken 5 sene sonra 10 sene sonra belki 15 sene sonra olacak. Bugün Almanya cari fazla üreten bir ülke ise bugünün politikaları ile değil İkinci Dünya savaşından önce 1930'larda o birikimi sağlamalarından.

Savaşta belki çok büyük maddi kayba uğradılar ama o yetişmiş insan gücü yine aldı Alman ekonomisini tekrar kazandı. Dolayısıyla iş dönüyor dolaşıyor eğitime ve insana geliyor" dedi.

TL'de real kadar değerli olsaydı, aralıkta 1 dolar 1 TL olurdu

BREZİLYA'YI örnek gösteren Babacan, ülkenin öce yüzde 2, ardından yüzde 4 ve şimdi de yüzde 6'lık bir vergi uyguladığını belirterek "Ne doğru düzgün vergi toplayabildiler ne de sermaye hareketlerini önleyebildiler.

 Ne de para birimleri realdeki değer artışını önleyebildiler. TL ile realin değerlenmesini karşılaştırdığınızda 2009 Ocak ayından 2010 Aralık ayına kadar olan 24 aylık dönemde dönemde realin TL'ye göre yüzde 30 daha fazla değerlendiğini görürsünüz. TL değerlendi diyoruz ama real TL'den yüzde 30 daha fazla dolara karşı değerlenmiş.

Diyelim ki bizim paramız yüzde 30 daha değerlenseydi 1 doların aşağı yukarı 1 TL olması lazımdı. Yani 2010 sonunda 1 dolar 1 TL olsaydı o zaman TL'de real kadar değerlenmiş olacaktı. Rezilya Tobin vergisi koydu ama işe yaramadı" dedi.

Kararların hepsi Hazine'de küçük bir çalışma ofisinde alınıyor

EKONOMİDE İSTİKRARLI büyümenin sağlanması için bir dizi karar alınırken Bakan Babacan, ekonomiye yön veren bu kararların her birinin Hazine Müsteşarlığında bulunan bir odada alındığını kaydetti.

Babacan, "Benim çalışma odamın yanında meşhur bir odamız vardır. Zorunlu tasarruf ödemelerinin kararları, İmar Bankası vakası, aklınıza ne gelirse bütün kritik kararlar o odada alınmıştır.

Odanın duvarlarının dili olsa da anlatsa denir ya bizim o odaya da 8-10 kişi anca sığar küçük bir toplantı masamız var sadece ilgili arkadaşlarımızı çağırırız kimsede görmez. Gecenin bir vakti konuşuruz ne yapacağımıza bakar ve kararların çoğunu orada alırız. Bütün bu kararların hepsi bizim o odadaki toplantılardır.

Orada genel resmi çizeriz. Kurulların bağımsızlığına çok önem veriyoruz. Resmi görün kendi kurulunuzda görüşün diyoruz. İyi bir ekimiz var" dedi.

Göreve geldiğimizde resmin bütününü kurumlarımız değil, IMF görüyordu

BABACAN, bugün her kurumun resmin bütününe görebilmesine büyük önem verdiklerinin de altını çizerek ilk hükümet olduklarında bunun tam tersinin yaşandığını ve durumun kendilerini çok üzdüğünü de aktardı. Bakan Babacan, o günlerdeki durumu anlatırken şu ifadeleri kullandı:

"Düşünün DPT başka bir partinin bakanına bağlı, Hazine başka bir partinin bakanına bağlı, Maliye başka bir partinin bakanına bağlı. Bunları bir araya getirmeniz mümkün değil. Herkes kendi siyasi primini düşünüyor. Türkiye, IMF'in eline düşmüş. İlk başladığımızda bu beni çok üzmüştü. Bakıyorum IMF heyeti kurum kurum dolaşıyor.

Her kurumdan ayrı ayrı şeyler dinliyor. Ve resmin bütününü sadece o ekip görüyor. Bizim hiçbir kurumumuz resmin bütünü görmüyor. O zaman böyle olmaz. Kurum bazında değil temalar belirleyeceksiniz, konu bazında toplantıları ayarlayacaksınız ve onunla ilgili kurumları çağıracaksınız dedik. Hazine toplantı salonuna önce kendi aranızda konuşacaksınız tek bir tutum alacaksınız ondan sonra IMF heyetini odaya alıp onlarla konuşacaksınız dedik..

Resmin bütününü sadece IMF'in gördüğü Türkiye'de hiçbir kurumun büyük resmin bütününü görmediği bir ekonomi yönetimi olur mu? Ondan sonra çalışma sistemini değiştirdik ve farklı ilerledik. 2 standby'ı biz tamamladık ve ben 10 tane niyet mektubu imzaladım. Bunların her birisi inandığımız politikalardır."

GÖRÜŞMEDEN NOTLAR / Hakan GÜLDAĞ

Başbakan Yardımcısı dünyayı nasıl okuyor?

Finans ve Borsa Servisi Müdürümüz Ece CEYHUN, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile Ankara'da yaptığımız çarpıcı ve piyasalara çok şey söyleyen röportajı iki gündür yayınlıyor.

Bakan Babacan'ın anlattıklarında benim en çok dikkatimi çekenlerden biri, Türkiye'nin bu süreçte kendi yolunu çizmesi oldu.

Bu durum geçmişle kıyaslandığında önemli bir fark oluşturuyor.

Peki, bu nasıl mümkün oldu?

Kendisi bu sözlerle ifade etmedi ama benim anladığım Başbakan Yardımcısı dünyadaki gelişmeleri okumuş ve denklemi şöyle kurmuş:

Dünyada bir ayrışma var. Bir yanda zayıf büyüme performansıyla sorunlu gelişmiş ülkeler…

Bir tarafta gelişmişlerin dört katı hızla büyüyen gelişmekte olan ülkeler…

Çin, Hindistan ve diğer gelişmekte olan ülkeler hızla büyümesine büyüyorlar ama yükselmeye başlayan fiyat artışları nedeniyle üzerlerinde enflasyon baskısı var.

Bu nedenle sıkı iktisat politikalarına yöneliyor…

Sıcak para girişini frenleyecek önlemler almaya çalışıyorlar.

ABD ve AB üyelerinin ise derdi enflasyon değil…

Onlar biraz enflasyona razı…

Yeter ki, büyüme olsun, ekonomileri toparlanabilsin…

Gelişmişlerin merkez bankaları şimdilik enflasyon konusunda rahat.

Onun için para politikaları da gevşek…

Bakan Babacan'a göre, Türkiye'nin durumu ne birine ne ötekine tam uyuyor. Ekonomi böyle bir sıkışma içinde değil…

Büyümede sorunu yok…

Böyle sürmesi zor olsa bile şu sıralarda rekor üstüne rekor kırıyor…

Fiyat artışları da büyük baskı yaratmıyor…

Onun içi ne enflasyona ne de büyümeye odaklanıyor…

Sorunumuz cari açık…

Ekonomi yönetiminin odaklandığı yer de orası…

Hedef farklı, o zaman politika da farklı olacak…

Bugün farklı bir yol izliyor Türkiye…

Belki de zamanla başka ülkelere model olabilecek bir yol…

Türkiye, gelişmişlerden de, gelişmekte olanlardan da farklı konumunu tespit etmiş, iki cephede birden harekât yürütüyor…

Bir yandan gelişmişler gibi faizi gevşetiyor, diğer yandan gelişmekte olanların aldığı tedbirlere benzer şekilde banka karşılıklarını yükselterek sıkıştırıyor.

Bu politikadan beklenti net:

Caydırma…

Neyi caydıracak derseniz, ilk adımda faiz indirimi dışarıdan özellikle kısa vadeli fonların girişini caydıracak…

Aynı politikanın sonucu olarak döviz kuru yükselerek ithalatı caydıracak…

Böylece cari açıktaki artış durdurulacak…

Banka karşılıklarının artırılması da tabloyu tamamlayacak…

Bir yandan Merkez Bankası'nın da işaret ettiği yüksek kredi kullanımı azaltılarak cari açığa olumsuz etkisi dengelenecek… Diğer yandan da tüketim iştahı ve dolayısıyla enflasyon kontrol edilecek…

Plan bu…

Dünyada "tek reçete" döneminin sona erdiği bir süreçte, kendi dinamiklerinin farkında olarak hareket etmek, ülke için buna göre pozisyon almak gayet makul görünüyor.

Soru ise şu:

Hükümet ve koordinasyon içinde hareket ettiği belli olan Merkez Bankası'nın bu politikası ne kadar sürdürülebilir?

Benim gördüğüm, o konuda Bakan Babacan rahat değil…

Tedirginlik kaynağı içten çok dıştan…

Krizde Türkiye'nin çok işine yarayan düşük petrol fiyatları yeniden tırmanışta…

Bakan da, emtia ve petrol fiyatlarına dikkat çekti ve ekledi:

"Biliyorsunuz değil mi, dünyada Gıda fiyatları tarihte hiç bu kadar yükselmemişti…

Ama merak etmeyin, Türkiye çok değişti…

Risk büyürse gereken kararları alırız"

 

Bu konularda ilginizi çekebilir