Yargıtay Balyoz kararı gerekçelerini açıkladı

Yargıtay'ın Balyoz Planı davasına dair kararının gerekçesinde, dijital delillerin elde ediliş ve muhafaza şekillerinin hukuka uygun olduğu belirtildi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

ANKARA - 65 sayfalık gerekçede, usul ve uygulamaya ilişkin iddialar 8 başlık altında ele alındı.  

Gerekçede, yargılamayı yapan mahkemenin olağan yargı yeri statüsünde ve doğal hakim ilkesine uygun olduğu, bu nedenle sanık ve müdafilerin Anayasa'ya aykırılık iddialarının ciddiye alınmadığı belirtildi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubunun dava görülürken, dava kapsamındaki tutuklamaların adil yargılama normları bağlamında keyfiliğine değinen ve yargısal bir niteliği bulunmayan kararının daire bakımından bağlayıcı olmadığı vurgulandı. 

Gerekçede, yargılamanın usule uygun oluşturulmuş yetkili, görevli, bağımsız ve tarafsız bir mahkemece icra edildiğinin anlaşıldığı ifade edildi. 

Engin Alan'a yüklenen suçun yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kaldığı belirtilen gerekçede, bu nedenle kovuşturma yapılmasına engel durum bulunmadığı kaydedildi. 

Gerekçenin esasa ilişkin değerlendirmeleri içeren bölümünde, deliller irdelendi. 

Dijital delillerin yapısı gereği manipülasyona açık olduğunun bilindiği vurgulanan gerekçede, dijital delillerin de sonuçta deliller hiyerarşisinin kabul edilmediği, delil serbestisinin benimsendiği ceza muhakemesi sisteminde bir ispat aracı olduğu belirtildi. 

Dijital delillerin hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil olgusuna aykırıdır  

Tüm deliller gibi dijital delillerin de sanıklar ya da başkaları tarafından çeşitli şekillerde gizlenmeye, değiştirilmeye, bozulmaya elverişli olduğu ifade edilen gerekçede şunlar kaydedildi: 

"Sanıklar veya başkaları tarafından delillerin yok edilme, silinme, gizlenme, değiştirilme veya bozulmak istenmesi o kadar olağandır ki yasa koyucu maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından büyük bir tehlike oluşturan bu fiilleri ayrı bir suç olarak veya nitelikli hal olarak düzenlemiştir. Ancak dijital delillerin değiştirilebilme kolaylığı ve sanal oluşundan hareketle hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil olgusuna aykırıdır. Kaldı ki dijital deliller Türk Ceza Muhakemesi sisteminde ilk kez bu davayla gündeme gelmiş olmayıp geçmişte de pek çok davada tartışılmış ve hükme esas alınmıştır." 

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2003'te verdiği Hizbullah terör örgütüyle ilgili karara atıfta bulunulan gerekçede, bu davadaki dijital delillerin mevcut halleriyle ve taşıdıkları delil değerleri ölçüsünde hükme esas alındığı belirtildi. 

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin aynı yönde farklı kararlarının bulunduğu da kaydedildi.  

Gerekçede, "Dijital delillerin ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Dairemizce de izlenen arama işlemlerine ilişkin kamera kayıtları ve delillerin başkaları tarafından bu mahallere konulduğuna ilişkin savunmaların soyut bırakılmış olması karşısında delillerin sanıklar dışındaki kimseler tarafından bu mahallere konulmuş olduğuna dair savunmalar dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun görülmemiştir" ifadesi kullanıldı.  

Sanık Cem Aziz Çakmak ve Çetin Doğan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdukları hatırlatılan gerekçede, "AİHM'in kabul edilebilirlik kararında ulaştığı sonuca dava dosyasındaki aleyhte delil unsurlarını oluşturan dijital belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları ve savunma makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarını inceleyerek ulaştığı nazara alınmalıdır" ifadesine yer verildi.  

Gerekçede, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin iç hukukun ve ulusal yargının yetki alanına giren delillerin kabul edilebilirlikleri veya bunların değerlendirilmeleriyle ilgili konularda bir kural koymadığına işaret edildi. 

Hükme esas alınan dijital delillerin hayatın olağan akışına, akla ve mantığa uygun bulunduğu, böylelikle de hukuka uygun deliller olarak hükme esas alınmalarının isabetli olduğu neticesine varıldığı ifade edilen gerekçede, bu nedenlerle dijital delillerin mevcut halleriyle hükme esas alınamayacağına ilişkin temyiz itirazlarının yerinde bulunmadığı kaydedildi. 

TSK'nın yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanma 

Gerekçenin esasa ilişkin değerlendirmeler içerisinde "özel değerlendirme" bölümüne yer verildi. Bu bölümde şunlar kaydedildi: 

"TSK'daki teamüller gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurası'nda Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek ve Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Halil İbrahim Fırtına ile mutabakata vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı gerekçesiyle, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı Hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava unsurları olarak harekat ve eylem planlan hazırlama ve hazırlanan planları gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını aldıkları, 

Bu kapsamda l. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın, ittifak ettiği ast birlikleri olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesini istediği; 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlıkları ile l. Ordu ve Harp Akademileri Komutanlığınca belirlenen isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın eki olan 'görevlendirmede yetkili personeli' belirleyen EK-A listesinin oluşturulduğu anlaşılmıştır." 

"Hayatın olağan akışına uygun değil" 

Yargıtay 9. Ceza Dairesinin gerekçesinde, yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek için hazırlanmış elverişli bir plan olan Balyoz, Suga, Oraj planları ile diğer planların ve bunlara ilişkin organizasyon, görevlendirme ve bu görevlendirmelerin gereklerine dair çok geniş coğrafi alana yayılan yaklaşık 20 bin gerçek kişi ve kurumu ilgilendiren 2003'e ait bilgi ve değerlendirmeleri içeren çalışmaların, ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki savunmaların dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığının anlaşıldığı belirtildi. 

Gerekçede, şu ifadelere yer verildi: 

"Bu sahteciliğin gerçekleştirilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü tarihler, yapılan çalışmaların kapsam ve ayrıntılarıyla sanıkların görev, unvan ve çalışma alanlarının uyumu, yine yapılan tüm çalışmaların suç tarihine ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğu ile gerçekleştirilmek istenen amaç suça matufiyeti göz önüne alındığında; yıllar öncesine ait geniş bir alanı ilgilendiren detaylı bilgilerle yıllar sonra bu çap ve içerikte bir plan ve eklerinin kurgu olarak isabetli bir biçimde hazırlanmış olmasının hükme esas alınan bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate alındığında mümkün görülmediği, dosyada bulunan planlar, ekleri ile tüm belgelerin suç tarihinde sanıklar tarafından amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bir anlaşma ile bu anlaşmayı takiben gerçekleştirilmiş icra hareketlerini gösteren belgeler olduğu sonucuna varılmıştır." 

[PAGE]

Gerekçede, "Ayrı bir hiyerarşik yapı ve illegal bir organizasyon ile gizlilik ve güvenlik prensiplerine uyularak nispeten kısıtlı imkanlarla yapılan işler olduğundan, imha edilmeyip daha sonra kullanılmak üzere ele geçirildikleri tarihe kadar saklanmaları, sanıklar tarafından girişilen eylemin ve ulaşılmak istenen neticenin mahiyetine ve bu çerçevede hayatın olağan akışına uygun görülmüştür. Kaldı ki aynı mahallerde Balyoz, Suga, Oraj harekat planları ve icrası ile ilgisi olmayan ancak TSK'nın görev ve yetkileri ile de ilgisiz aynı mahiyetteki ve sanıklar tarafından da kabul edilen çok sayıdaki belgenin de saklanmakta olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda, yapılan bu tür yasadışı çalışmaların daha sonra yapılacak benzer faaliyetlerde de kullanılmak gibi sebeplerle saklanmakta olduğu sonucuna varılmaktadır" denildi. 

Belgelerin ele geçiriliş şekli ve mahallerinin, planlar dahilinde görevlendirilecek unsurların çeşitliliği ile de uyumlu olduğu anlatılan gerekçede, "Plan ve planın icrası kapsamında, kara, hava ve deniz unsurlarının yer alması ile plan ve diğer belgelerin Donanma Komutanlığına ait istihbarat görevi icra eden bir mahalde ve Hava Kuvvetlerinden istihbarat görevindeyken ayrılmış bir emekli albayda gizlenmiş olarak ele geçirilmiş olması ve gazeteciye ulaştırılmış olan belgelerin de kara unsuru olan 1. Ordu Komutanlığının kozmik oda olarak bilinen kontrollü evrak bürosundan çıkarılmış olması arasındaki paralellik, oluşa ilişkin kabulün hayatın olağan akışına uygun olduğunu göstermektedir. Dava konusu plan ile bu kapsamdaki belgelerin, ilgili suçun icrası kapsamında olsun ya da olmasın, bu planın icrasında görev alan unsurlara ait yerlerde ve mensup kişilerde en az bir nüsha olarak çıkması görev bölümü ve oluşumu doğrular nitelikte görülmüştür" değerlendirmesinde bulunuldu. 

Gerekçede, 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde 4-6 Mart 2003'te icra edilecek plan seminerinde örtülü şekilde Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın görüşüleceğinin kararlaştırıldığı belirtilerek, dönemin 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın 5 mart 2003'te plan semineri açılışında, "Bazı endişe verici gelişmeler var. Bu bakımdan içte gelişecek olumsuz gelişmelere karşı hazırlıklı olmak, planları gözden geçirmek ve yeni planlar üretmek durumundayız" şeklindeki ifadelerinin bu durumu teyit eder nitelikte olduğunun anlaşıldığı kaydedildi. 

Çetin Doğan'ın ve bazı komutanların konuya ilişkin yaptığı konuşmalardan bölümlere yer verilen gerekçede, şu tespitler yapıldı: 

"Dosya kapsamına göre, birçok belgeden de anlaşılacağı üzere, 'bilmesi gereken' ve 'bilinmesi gereken' prensiplerine uygun hareket tarzını esas almak suretiyle gizliliğe de riayet ettiği anlaşılan, TSK'nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya giden oluşumun, planlama, bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun çalışmaları yaptığı sonucuna ulaşılmıştır." 

Hukuki nitelendirme

Anayasanın 6. maddesine göre egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu anımsatılan gerekçede, egemenliği kullanmaya ilişkin yetki ve görevin yasama, yürütme ve yargı erklerine verildiği, hiç kimse veya hiçbir organın kaynağını anayasadan almadığı bir devlet yetkisini kullanamayacağı vurgulandı. 

Anayasal bir erk olan yürütmenin ceza hukuku bağlamında korunmasının tabii olduğu ifade edilen gerekçede, tek tek yürütme organına mensup kimseler veya bu kimselerin başında bulundukları bakanlıkların idari fonksiyonları değil, siyasi icra fonksiyonlarını bir araya getirerek oluşturdukları yürütme organının bütününün korunduğu anlatıldı. 

Gerekçede, şöyle denildi: 

"Yasa koyucunun doğrudan doğruya yürütme organını korumak amacıyla yapmış olduğu düzenleme sadece bundan ibaret değildir. Gerçekten yasa koyucu, 'yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya bunları teşvik eylemek' suçunu 765 sayılı TCK'nın 147. maddesi ile cezalandırırken, bu suçun icra hareketlerinin dahi başlamadığı safhada 'bu suçu işlemek için birkaç kişinin gizlice ittifak etmesini' 765 sayılı TCK'nın 171/2. maddesinde, 'halkı hükümet aleyhine silahlı isyana teşvik etmek' suçunu ise 765 sayılı TCK'nın 149. maddesinde düzenlemiş bulunmaktadır. Sanıkların eylemlerine uyan yasal düzenlemenin değerlendirilmesinde, yasa koyucunun hukuki konuya verdiği önem ve korunması bakımından yaptığı diğer düzenlemeler ile bunların niteliği de dikkate alınmalıdır. Seçimleri kazanan siyasi partiler, hükümetler üzerinden siyasi iktidan anayasal çerçevede kullanırlar ve doğal olarak da kendi programları çerçevesinde icraatta bulunurlar. Nitekim, Anayasamızın 68/2. maddesine göre de, siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır." 

Anayasa Mahkemesinin AK Parti'ye yönelik kapatma davasında ve AİHM'in Türkiye Birleşik Komünist Partisi kararındaki siyasi partilerle ilgili tespitlere yer verilen gerekçede, bir programın uygulanması vaadiyle demokratik serbest seçimler sonucunda millet tarafından iktidara getirilen siyasi partilerin, siyasi iktidarı kullanma bağlamında siyasi icraatlarda bulunmalarının doğal olduğunun altı çizildi. 

Siyasi partilerin her türlü denetiminin nasıl, kimler ve hangi kurumlar tarafından yapılacağı ile iktidardan uzaklaştırılmalarına ilişkin hukuka uygun, meşru yol ve yöntemlerin de Anayasa ve yasalarda gösterildiğine işaret edilen gerekçede, "Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağına göre, meşru yollarla işbaşına gelmiş bir siyasi iktidarın buradan uzaklaştırılması ancak ilgili kurallar çerçevesinde ve yetkisini Anayasa'dan alan kurumlar eliyle olabilecektir. Bu husustaki meşruiyet ve yetki çerçevesi Anayasa'dan, hukuka uygunluktan ve demokrasiden başka bir yerde, başka bir anlayışta aranmamalıdır" değerlendirmesine yer verildi. 

Yasa koyucunun suçun konusunu farklı açılardan korumak üzere farklı suçlar düzenlediği belirtilen gerekçede, bu bağlamda kalan düzenlemelerde gizli ittifak suçunun, "hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme" suçunu hususi vasıtalarla işlemek konusunda gerçekleşecek bir irade birliği ile tamamlanacağı anlatıldı. Gerekçede, ittifakın vasıtaları tespit etmiş olmasının, ciddi, amaca yakın ve korunan hukuki değeri tehlikeye düşürecek nitelikte bulunması gerektiği, suçun oluşması için vasıtaların temin edilmiş olmasına gerek bulunmadığı ifade edildi. 

Gerekçede, şu ifadelere yer verildi; 

"Bu ittifakın sağlanması ve ittifak edenlerin iradelerinin tek bir irade haline gelmesi ile bu suç oluşacağından, cebir de içeren bu ittifakın icabı olarak, bu ittifakı takiben amaç suçun icrası kapsamında gerçekleştirilen faaliyetler, amaç suçun, yani hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun icra hareketleri sayılacaktır. Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun işlenebilmesi için elverişlilik bakımından gerekli olan unsurlardan biri de bu suçu işleyecek olan elverişli sayıdaki failin, elverişli bir biçimde bir araya gelmiş ve elverişli vasıtalarla harekete geçmiş olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında; Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planı'nın hedef, yöntem ve içerikleri, bu planların birbirleri ile uyumları, ortaya koydukları amaç, organizasyon ve çalışmalar, diğer belgeler ve seminer konuşmalan ile tüm dosya kapsamından, sanıkların meydana getirdikleri oluşumun, icra hareketleri başlamadan önce amaç suçun işlenmesine ilişkin bir ittifakı içerdiği açıkça görülmektedir." 

Sanıkların, TSK'nın hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyip illegal bir oluşum olarak faaliyet gösterdikleri ifade edilen gerekçede, "TSK'nın meşru emir komuta zinciri dışına çıkabilen, gizliliğe, güvenliğe, denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturduklarından, oluşum çerçevesindeki görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı yerine bu illegal hiyerarşi kapsamında verildiği ve bu nedenle görevlerin tebliği ve kabulünün yasal askeri hiyerarşi ve bu hiyerarşiye ilişkin teamüller yerine, bu yasa dışı oluşuma ilişkin hiyerarşi kapsamında ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır" ifadesi kullanıldı. 

Amacı ve yöntemi itibariyle askeri hizmetlerin görülmesiyle uygunluk göstermesi mümkün olmayan bu görevlerin, mahiyetiyle birlikte anlatılmaksızın tebliğ edilmesi ve anlaşılmaksızın kabul edilmesinin mümkün olmadığı belirtilen gerekçede, "Yapılan görevlendirmelerin kendi içerisinde ve sanıkların görev ve konumları ile uyumlu olduğu, planın diğer asli ve tali belgeleri ile paralellik gösterdiği, bu görevlendirmelere dair gereklerin pek çoğunun planın icrası kapsamında yerine getirilmiş olduğu da nazara alınarak; gizlilik, güvenlik ve denetime önem veren böyle bir yasa dışı oluşumda, önceden tebliğ yapılmadan ve görevin kabulüne ilişkin teyitler alınmadan, belirli derecelerdeki görevlendirmelerin yapılmayacağının ve kayda geçirilmeyeceğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır" görüşü aktarıldı. 

Gerekçede, cebrin, şiddetin niteliği ve mevcudiyeti somut olay çerçevesinde belirlenirken, failin kullandığı vasıtalar, suçun konusu olan hükümet ile konumu ve ilişkisi, kullandığı cebrin şekli, kaynağı, etki alanı, düzeyi, cebir kullanmaya ilişkin olarak sahip olduğu imkan ve kabiliyetleri ile mümkün olan engel sebeplerin de dikkate alınması gerektiği belirtildi. 

Yasal düzenlemede bu suçun, failler bakımından bir özellik göstermediği anlatılan gerekçede, hukuka aykırı bir biçimde, cebri nitelikteki amaç suça yönelen yasa dışı oluşumun, bu suçu işlemek bakımından gerekli elverişliliğe sahip olup olmamadığının önem taşıdığı ifade edildi. 

Dava konusu olayda, hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme eylemini gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice ittifak etmiş olduklarının dosya kapsamından anlaşıldığı belirtilen gerekçenin devamında şunları kaydedildi: 

"Bu ittifakın sağlanmasından sonra, Balyoz Güvenlik Harekat Planı'ndaki ifadesiyle 'harekat ortamının şekillendirilmesi', maddi cebir olarak ortaya çıkacak hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç bakımından öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya bağlı maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı 'sokağa çıkma' diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır. 

Dosya kapsamından, sanıkların TSK'da mevcut olan ve başka bir birimde bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da kullandıkları görülmektedir. Sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırlan içerisinde kaldıklan sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Ancak sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını Anayasa'dan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, icra organını cebren ıskata veya vazifeden men etmeye girişmişlerdir. 

Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldınlara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira, planlama doğrultusunda, emniyet kuvvetlerini de etkisiz hale getirip sonuçta Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik imkanlarını kullanacak olan sanıkların, amaç suçla öngörülen neticeyi elde etmek yolunda hiçbir maddi engelle karşılaşmayacakları açıktır."