Yaşanabilir bir kent yaratmanın sosyolojik açıdan değerlendirilmesi…
Turhan BERZAH / Kocaeli Ticaret Odası Basın Müşaviri
Kocaeli'nin sosyolojik açıdan evrenselleşip evrenselleşemediği sorununa kentlilik ve kent bilinci düzeyinden bakarken hemşericilik aidiyetinin göz ardı edilmesi, var olan durumu özetlemede yanlış değerlendirmeler yapmamıza neden olmaktadır. Oysa 'dernekçiliği' bir türlü evrensel değerlerin gerçekleştirildiği, yaşatıldığı, paylaşıldığı örgütlenme noktasına getiremeyen Kocaeli'nin bu konuda çok daha fazla çaba göstermesi gerekmektedir. Burada kurumsal çalışmalara büyük gereksinim duyulmakta ve bu çalışmaların sonucunda modern kentle birlikte evrensel bağlamda kente değer katacak kentlilerin oluşturulmasına/yaratılmasına özen gösterilerek açılımlar, vurgular öne çıkartılmalıdır…
KOCAELİ'NİN EVRENSELLİK-AİDİYET AÇMAZI!
Üretim tekniklerini batıdan, bu üretim teknikleriyle mal ve hizmet üreten emeğiyse sürekli doğudan alan Kocaeli, istihdam yarattığı için sürekli göç alan diğer iller gibi yerli / yerleşik nüfusunu istilacı yerel öbeklere karşı koruyamamış, kendini koruma ve saklama gereksimi duyan bu yerel öbeklerin geliştirdiği hemşericilik kültüyle ortaçağ Avrupa'sının gettolarına nazire yapılırcasına niteliksiz ve ucuz emek yoğunluklu devasa varoşların kenti çevreleyen tepelerde mantar gibi çıkmasına seyirci kalmıştır.
İzleyen yıllarda altyapısını hazırlamadan çevresine konuşlandırılmasına izin verdiği gecekondulaşmış yerleşim alanlarının ikmal sorunlarıyla uğraşmaya başlayan kent, daha sonra üstyapı sorunlarıyla karşı karşıya kalmış ve toplanarak kent bilinci yaratmak yerine, ayrışarak hemşericilik öbekleşmesine sahne olmuştur. Böylece Türkiye'nin belli bölgelerinden / illerinden / kasaba ve köylerinden gelen insanlar toplanarak topluluklar meydana getirmişler, topluluklar zaman içerinde cemaatleşerek farklılıklarını ortaya koymaya başlamışlardır.
Burada asıl üzerinde durulması gereken hemşerilerin örf ve ananelerini, geldikleri ve sahipsiz/korumasız olduklarını düşündükleri yeni 'köylerinde' koruyup yücelterek kendilerini korumak istemeleridir. Zira dışarıdan gelmiş ve kendini bütünün içinde yalnız hissetmeye başlayan ekseriyetler, bu yapılanmada ayrı ayrı bölgelerde ayrı ayrı varoşlar oluşturarak gettolaşmış, bu gettolar daha sonra kendinden olmayan öbekleri içine almamaya başlamış, aldıklarını da zamanla dışlamıştır. Ancak bu kendinden olmayanı kabul etmeme ve dışlama zamanla kenti kentliden soyutlayarak 'kurtarılmış bölgelerin' oluşmasına zemin hazırlamıştır. Oysa modern kent kavramı, bu korunmayı geliştirdiği evrensel değer ve yönetim anlayışlarıyla sağlamakta, böylece modern anlamda kentçiliğe, kentliliğe ve çoğulcu demokrasi anlayışına ulaştırmaktadır.
Bir taraftan batının teknolojisini alarak üretim bağlamında dış piyasalara mal arz etmeye çalışan Kocaeli, geliştirdiği üretim süreçlerinin modernliğine karşın, bu ürünlerin üretilmesinde emek harcayan aynı zamanda kendisi de bir tüketici olan emektarlarını dış pazarların tüketicileri konumuna getiremeyerek gelişmişliğini batılılaşma sevdası kadar gerçekleştirememiş; bununla birlikte bu üretim süreçlerini yöneten idari kadroları her gün dışarıdan, özellikle İstanbul'dan getirterek işletmelerini bu taşımalı kadroyla gerçekleştirmek zorunda kalmıştır.
'Beyaz yakalıların' bu tercihi ve tutumunun altında elbette işletmelerde birer 'mavi önlüklü' olarak karşılarına çıkan ama kenti çevreleyen gettolarda kendilerini kendilerine ait eden azınlık kültürüyle yoğrulmuş çalışanların yaşam tarzlarıyla ve bu kitlenin tüketim alışkanlıklarıyla doğrusal bir ilişki vardır. Bu ilişki, evrensel değerleri yaşamak isteyen hatta yaşayan 'beyaz yakalıların' hemşericiliği kendi gettolarından kentin çarşılarına kadar taşıyan ve kentin her alanına bu ayrışmayı taşıyan 'mavi önlüklülerle' paylaşacak bir yaşam kültürü bulamamalarından kaynaklanmaktadır.
Kenti yönetenlerin ve kent yapılanması üzerinde sözü ve yaptırımı olanların 'beyaz yakalılar' nezdinde geliştirdiği söylem ve suçlamayı bir de bu açıdan değerlendirmeye almaları gerekir. Zira beyaz yakalıların da her gün zaman - para ve emek kaybına neden olan yüzlerce kilometre ötelerden taşınmaya çok niyetli olmadığı, gerçekleşen kayıplar nedeniyle ortadadır.
Kocaeli'ye özgü olmamakla birlikte son dönemlerde kentin değişik yerlerinde gettolaşmış varoşların aksine yükseltilen ve çevresi yüksek duvarlarla örülerek korunma altına alınmak istenen yeni yaşam alanlarının da bu etki - tepki karşıtlığından doğduğunu, kente yerleşmek isteyen, nispeten, varsılların / varlıklıların yeni bir yönelime girdikleri, kenti paylaşan bir anlayışın geliştirilmesi için değil ama kenti parçalayan bir yaklaşımla kente yeni değerler katmaya başladıkları gözlemlenmektedir. Bu yönelimin evrensel anlayışta kent ve kent kimliğine bir şey katmayacağı ortadadır. Zira bir zamanlar yokluktan gerçekleştirilen varoşların / gettoların karşısına şimdi varlıktan siteler / şatolar çıkartılmakta, bir zamanlar, insanlığın karanlık dönemi olarak yorumlanabilecek ortaçağ ve öncesinin ayrışmacı yaşam biçimleri günümüze farklı bir bakış açıcısı ve farklı yönelimlerle aktarılmaya çalışılmaktadır.
Bu durum hiç kuşkusuz paylaşımcı, ortaklıkları geliştirici ve evrensel değerler çevresinde toplanmayı amaçlayıcı bir yönelim değildir.
Kocaeli'nin dolayısıyla Türkiye'nin sanayileşmesinin başlangıcını temsil eden 1950'lerde planlama yapılmadan gerçekleşen sosyoekonomik yapılanmada istihdama bağlı olarak başlayan göç dalgasının yarattığı bu değişim, zaten kentte ve kent kavramına yabancı olan konar-göçer / göçebe geleneğinden gelen toplumumuzda, gündelikçi zihniyetin bir uzantısı olarak varoşlaşmaya neden olmuş, diğer taraftan da üretim süreçlerinin sermayedar kanadını temsil eden günümüz varsıllarının yoksul tebaadan ve talandan korunmak için yükseltmeye başladıkları şatolar, kendi geleneğinden beslenerek otağa dönüşmeye başlamıştır.
Bu hiç kuşkusuz toplumsal katmanlar arasındaki ayrışmayı, derinleşmeyi ve çatışmayı gerçekleştirecek en önemli gelir adaletsizliğidir. Gelirin ve kazancın emekle sermaye arasında bu kadar derin toplumsal dalgalanmalara yol açması ve bununla birlikte artan işsizlik oranlarının da bu ayrışıma değişik bir yol haritası çizmesi, batı toplumlarında olduğu gibi bir hak-emek mücadelesine neden olmamakta, daha çok varoşlara sığınmış/sığdırılmış aidiyet duygusunun cemaatçilik militarizmine yeltenmesine neden olmaktadır. Bunun evrensel bağlamda konar-göçerlikten kent toplumuna geçişte bir süreç olduğu düşünülebilir ancak modern kent yaşamına geçildiği anlamına hiçbir zaman gelmez. Zira gerek Kocaeli'de gerekse yoğun olarak göç alan diğer illerde sanayileşmeyle birlikte başlayan gecekondulaşma ve geçen zaman içerisinde gecekondulaşmaya karşıt yapılan siteleşme, farklı mekanları paylaşma, faklı alanları kullanma ve ortaklıkların ortadan kaldırılmasıyla toplumsal katmanlar arasından gelir dengesinin daha çok bozulmasına neden olmakta ve böylece birleşmeyi temsil eden kent yaşamı, yaratılan gelir adaletsizliğiyle varoş ve sitelere dönüştürülerek ortadan kaldırılmaktadır.
KENTLİ OLAMAMANIN KISA TARİHİ
Öncelikle kentte yaşayanlar tarafından geliştirilmesi gereken kent bilincinin aidiyet duygusundan kurtarılması ve kentlilik bilincinin yerelden çıkartılarak evrensel boyuta taşınması gerekir…
Bunun için yapılması gereken daha çok dernek kurup 'falancı yörenin kalkındırılması' cemiyetçiliğinden, nitelik belirten ve kalkınmışlığı, çağdaşlığı ölçüt olarak kabul eden anlayışların yaşama aktarılması lazım…
Örneğin "….. köyü / beldesi / ilçesi kültür, yardımlaşma ve dayanışma dernekleri" yerine doğayı koruma, çevreye sahip çıkma, kültürel alt kimliklerden kurtulup kültürel/sanatsal/yaşama ait değerlerin araştırılması, geliştirilmesi, bu evrensel kültür değerlerinin kent yaşamına aktarılarak bireyin bireysel gelişimini sağlayacak etkinliklerin yaygınlaştırılması ve toplumsal yaşamın cemaatler eliyle değil, bireysel gelişmişliklerin sağlanarak toplumla kaynaştırılmasına önem verilmelidir. Yani kent, köy / kasaba kimliğinden kurtarılarak evrensel boyuta taşınmalı ve yaşam bu evrensel ölçütlere göre düzenlenmelidir…
Kocaeli ve Kocaeli gibi göç alan illerin uzun bir zamandan beri sıkıntısını çektiği, bir türlü kaynaşmayı hemşericilik/yöresel aidiyet değerlerinden kurtararak kent kimliğine dönüştüremediği ve bir kent olmayı beceremediği yer de işte tam burası, karşıt bir söylemle dile getirirsek evrensele ulaşamamasında saklıdır. Kenti sahiplenen bireylerin hemşericilik ve hemşericiliğin zorunlu kıldığı dernekçilikle oluşturmaya çalıştıkları öbekleşme, demokratik kazanımlar konusunda da modernite konusunda da topluma yeni açılımlar sunmamakta; bilakis klan toplumu geleneğini zaman aşımına uğratmaktan başka hiçbir şeye yaramamaktadır.
Kenti sahiplenen kurumların uzunca bir süreden beri yaptığı çalışmaların özünde de bu durum yatmaktadır.
Bir taraftan Anadolu'nun bağrından kopup gelen insanlarımızın konduğu yeri henüz tam olarak benimseyememesinden ve özümseyememesinden göçtüğü yerin, yörenin yaşamlarını oradaki aidiyet duygusuyla buraya aktarmakta ve böylece yeni bir kültürün ortaya çıkmasını engellemektedir. Oysa kenti sahiplenen kurumların geliştirmeye çalıştığı kent bilinci ve Kocaeli'yle birlikte Kocaelilik evrenselliği, işte, yukarda bahsini yaptığımız yöresel aidiyet duygularıyla engellenmekte ve evrensel ölçütlerde yaşanabilir kent imajı gettolar eliyle ortadan kaldırılmaktadır…
Bu durumu evrensel düzeye getirmek bugün için çok da kolay değildir. Ne kişi başına düşen ulusal gelirden alınan payın ulusal ortalamanın iki katına yakın olması ne istihdam fazlalığı ve kalifiye işgücünün bir nebze de olsa sağlanması ya da alım gücünün belli bir standardın üzerine çıkması ne de tüketimin bu veriler ışığında tüketim toplumu seviyelerine yükselmesi bir kentlilik bilincinin ve onun yerel adlandırması olan Kocaeliliğin sağlanmasında yeterli değildir. Yeterli değildir çünkü burada yaratılan katma değer bir şekilde yukarda bahsini yaptığımız aidiyet duygusuyla Anadolu'nun değişik yörelerinden vasıfsız işgücüne çağrı yapmakta ve göçle başlayan 'kasabalılık' ve 'taşralılık' kenti kent olmaktan çıkartarak Anadolu'nun yoğun ama küçük ölçekli maketi haline getirmektedir...
EVRENSEL KENT BİLİNCİ VE TAŞRALILIK HAKİMİYETİ
Bu gün yapılanları ve yapılmak istenenleri kentte yaşananlar penceresinden değerlendirmek çok daha anlamlı olacaktır!
Birincisi, bahsini yaptığımız taşralılık kültürünün göçle birlikte taşınmasıdır ki asıl aşılması gereken de bu kültürel düzeydir;
İkincisi, ülke geneli itibarıyla sosyolojik dengelerin yeterli seviyeye çıkartılamamasıdır ki burada Kocaeli adına ne kadar katma değer yaratmış olmakla övünsek de yarattığımız artıkdeğere 'taşradaki' insanlar da ortak olmak istediği için, bu durum, göç almaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Yani kalkınmanın bölgesel olması, bölgeler arasında kalkınmışlık düzeyinin ve gelir adaletsizliğinin olması göçe ve yığılmalara neden olmakta, böylece katma değer yaratan bölge aynı zamanda diğer bölgelerin yükünü de üzerine almaktadır.
Bunun bir çözüm olmadığı son yarım yüzyılda gerçekleşen sosyoekonomik dengelerde çok net olarak anlaşıldı. Bir bölgenin kalkınması ve ağırlıklı olarak yatırımların belli bölgelerde yapılması karmaşaya, sosyal dengelerin bozulmasına ve toplumun normal evrimsel seyrini değiştirmesine neden olmakta ve en sonunda da Kocaeli örnek olayında işlediğimiz gibi kentleşmenin sağlanamamasına neden olmaktadır.
YAPILMASI GEREKEN NEDİR?
BU sosyoekonomik değerlendirme ışığında kurumsal çalışmaların kentlilik bilincinin geliştirilmesi bağlamında gerçekleştirilmesi ve kurumların yeniden bir kent-kentli tasarımına kalkışması çok önemlidir. Bu yüzden kentin dinamiklerini kent ve kentli bağlamında harekete geçirmeye çalışan Kocaeli Ticaret Odası ve diğer paydaşları, Kocaeli'nin yeni markasını yaratma uğraşı içerisindedir.
Bunun birinci ayağı; gelişmenin toplumsal düzeyde yaygınlaştırılması ve herkesin yaşadığı yerde istihdam edilmesi ve göçün bu şekilde önüne geçilmesi konusunda yapılması gereken çalışmalardır. Elbette bu çalışmalar büyük ölçekli çalışmalardır ve kurumsal etkinliklerin böylesi bir yapılanmada etkili olması söz konusu değildir. Bunlar daha çok merkezi iradenin ortaya koyacağı yaptırımlar ve hükümet tarafından alınacak ekonomi önlem paketlerinin devreye sokulmasıyla gerçekleşecek oluşumlardır.
Örneğin, 2009 yılında devreye sokulan Yeni Teşvik Tebliği, Türkiye'nin yatırımlar bakımından yeniden yapılandırılması konusunda faklı anlayışları devreye sokmuş ve bölgesel kalkınmanın sağlanmasını teşvik etmiştir.
İşte, kurumlar bu yaptırımları çok iyi yorumlamalı ve alınan önlemlerin ne gibi tasarımları gelecekte karşımıza çıkartacağını sezinlemelidirler.
Bu bağlamda, Kocaeli Ticaret Odası Yeni Teşvik Tebliği yayınlandıktan sonra bölgesinde yatırım yapmak isteyen pek çok işletmeyi teşvik kapsamındaki bölgelere sevk etmiş ve o bölgelerde faaliyet gösteren kurumlarla resmi iletişime geçerek bu yatırımcıları teşviklerden yararlandırarak yönlendirmiştir.
Kocaeli Ticaret Odası bu yönelimiyle her yatırımın bölgesinde yapılmasının önüne geçerek hükümet tarafından ortaya konulan irade doğrultusunda yatırımcıyı teşvik kapsamında az gelişmiş bölgelere kanalize etmiş ve böylece gereksiz göçün önlenmesinde yardımcı olmuştur. Bu durumun kent ve kent kavramına yaptığı katkı yukarıdaki düşünceler doğrulturunda değerlendirilmeli ve kurumların toplumun sosyoekonomik yapılanmasına nasıl etki edeceği iyice anlaşılmalıdır.
Kentin ve kentliliğin evrensel paydada gerçekleştirilebilmesi için aidiyet şemsiyesinin taşralılık ve cemaatçilikten kurtarılarak evrensel değerlerin paylaşıldığı, bireyin gelişmesini sağlayarak toplumsal değerlerin yaratıldığı aşamaya geçirilmesi şarttır. Bu evrensel değerlerin kent ve kentli yapılandırmasında demokratik hakların gereken mücadeleler sonrasında kazanılması ve kazanıldıktan sonra da korunması, kollanması ve daha da geliştirilmesi için de gereken örgütsel çalışmaların devreye sokulmasına bağlıdır.
Kocaeli Ticaret Odası bu bağlamda varoluş nedeni olarak saydığı gelişme ve küresel rekabetin arttırılmasında, evrensel değerlerin yaşama geçirilmesi, refahın kent geneline yayılması ve paylaşılmasını amaç olarak belirlemiş, çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmektedir.
Bunun için işletmeciliğin rekabet edebilir olması, sermaye birikiminin yatırım yapabilir hale getirilmesi ve nihayetinde de üretimin - zorunlu ihtiyaçların dışında - niteliksel olarak tüketilebilir aşamaya taşınması gerekmektedir.
Kent ve kent yaşamının özü de budur!
Zira kentli, özgürlük ve bağımsızlığını toplumsallaştırabildiği sürece kentli olmayı hak eder; cemaatleşerek bunların gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını hepimiz artık öğrendik.
En azından varoşlaşma bunu bize gösteriyor!