'İstihdam sağlamak suç haline geldi'

Ankaralı sanayiciler istihdam koşullarından şikayetçi… İşverenlerin işçilerinden daha düşük emekli aylığı aldığını, iş mahkemelerinde işverene ‘hırsız’ gözüyle bakıldığını dile getiren sanayiciler, “Vergiler çok yüksek, en büyük ortağımız devlet” diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Beste GÜÇER- Yeşim ARDIÇ

Ankara Sanayi Odası’nın 24 Numaralı Genel Amaçlı Makine ve Yedek Parça Sanayi Komitesi ile 26 Numaralı Sanayi ve İnşaat Makineleri İmalat Sanayi Komitesi, Yuvarlak Masa Toplantısı’nda buluştu.

Toplantıda sektörel sorunların yanı sıra işçi işveren arasındaki anlaşmazlıkların yargı aşaması, finansman maliyetinin düşürülmesi, teşvik sistemi gibi konular tartışıldı. Çalışanlara bir çeşit pasaport verilerek, iş geçmişlerinin işveren tarafından buraya işlenmesini öneren sanayiciler, bunun iş yeri değiştirirken her iki tarafa da yararlı olacağını kaydettiler.

Yuvarlak Masa Toplantısı’nda genel amaçlı makine üreticileri ile sanayi ve inşaat makineleri imalat sanayi temsilcileri, genel sanayinin sorunlarını ve sektörel sorunları dile getirerek, çözüm önerilerini sıraladılar.

Erol Metal Yönetim Kurulu Üyesi Halit Erol:
Türkiye’nin tamamı cazibe merkezi kapsamında desteklenmeli

Biz metale form veren işler yapıyoruz. Ağırlıklı olarak makine, inşaat ve savunma sanayii sektörlerinde faaliyet gösteriyoruz. Bunun dışında da 7 yıldır da güneş enerjisi sektöründe faaliyet gösteriyoruz. Ankara ve İstanbul’da iki üretim tesisimiz var.

Ben öncelikle KGF desteklerinin devam ettirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten bütün sektörlerin bu yönde bir beklentisi var. O beklentileri karşılanması halinde üretimin önünün açılacağını öngörüyorum. KGF’nin birinci ve ikinci dilimlerinde kullandırılan krediler koşullar gereği tam anlamıyla yatırıma yönlendirilemedi. Firmaların bir kısmı mevcut borçlarını kapattı. Bankalarda riskleri yüksek olanlar, devlet garantörlüğünde bunları giderdi. Bu aşamada biraz da bankaların önemli bir kısmı kendisini korudu. Sonuç olarak sanayicinin elinde işletmesini devam ettirecek çok fazla kaynak kalmadı.

Bu yılın başlarında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki 23 ilde uygulanması öngörülen Cazibe Merkezleri Programı’nın tanıtımı yapıldı. Bence cazibe merkezleri bu 23 ille sınırlandırılmayıp, bütün illerdeki sanayicileri kapsamalıdır. Yani biz İçanadolu’da faaliyet gösteren sanayiciler de bundan yararlanmalıdır.

Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda söylediği “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” sözlerini “Hattı teşvik yoktur, sathı teşvik vardır, o satıh bütün Türkiye’dir” olarak uyarlayabiliriz. Madem böyle bir seferberlik ilan edildi, hükümetimiz de bunu istiyor. Bütün sanayicilere 23 ilde nasıl davranılıyorsa öyle davranılması lazım.

Şimdi KGF’nin Türkiye’ye sağladığı faydaları çok somut olarak görebiliyoruz. TGF sayesinde büyüme oranı yüzde 5’e yükseldi. Bir de farklı iştigal alanı olan şirketlere tek bir kredi limiti tanımlandı. Örneğin benim firmam farklı sektörlerde faaliyet gösteriyor. Bazı şirketlerimizde ortaklarımız ve bütün şirketlerimizin bilançoları ayrı tutuluyor. Bence firmaların ayrı ayrı görülmesi lazım.

Sektörel bazda ise bir çok firmanın iflasına sebep olan, emtia fiyatlarındaki iniş çıkışla ilgili yaşadığımız sorunların iyice azaldığını söyleyebilirim. Ereğli’nin son izlediği politikalar da bu duruma yardımcı oldu. Hükümetimizin son dönemlerde enerji sektöründe yapmış olduğu güneş, rüzgar ve yeka ihaleleri yerli sanayiye ve ekonomimize ciddi katkıda bulunmuştur. Bu çalışmalardan ötürü yerli sanayici olarak müteşekkiriz.

Fetaş Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Taş:
Vergiler çok yüksek, en büyük ortağımız devlet

Fetaş yangın malzemeleri imal eden ve bunları yurt dışına ihraç eden bir firmadır. Genelde yurt içinde yangın konusunda bu bilincin artırılmasında çok emeğimiz olmuştur. Yıllardır Ankara İtfaiyesi, İstanbul İtfaiyesi başta olmak üzere bütün itfaiyecilere yangınla ilgili, gelişmelerle ilgili bilgi alışverişinde bulunduk, emek sarf ettik. Tabii bu 40 yılı bulan bir emektir. Türkiye’de genelde şöyle bir kanı vardır, “Bizim binamız yanmaz, bizim binaya bir şey olmaz” şeklindedir.

Bir de standardizasyon bilinci hiç yoktu, biz uzun süre bunu oturtmaya çalıştık. Şu an ürünlerimizi, Avrupa’ya, Asya’ya, Rusya’ya, Afrika Kıtası’na ve Arap Yarımadası’na ihraç ediyoruz. Ben 1969’dan bugüne piyasada olan bir insanım.

“Beton yanmaz diye düşünmüş”

Kalite algısı ve talebi şimdiye kadar hiç olmadığı kadar düşük seviyede. Ucuz olsun da ne olursa olsun düşüncesinin çok ciddi şekilde ağırlık kazandığı, kaliteye hiç önem verilmediği, bu kadar kalitenin aşağı düştüğü bir dönem olmamıştı bugüne kadar. Bu zannediyorum ki insanların alım gücü ve yetiştirme tarzlarıyla ilgili. Bir çok yerde sadece şartlar yerine getirilsin, kontrollerden geçilsin diye gelişigüzel malzeme kullanılıyor.

Bir gün çok büyük fabrikası olan bir arkadaşımızın üretim tesisi yandı. Geçmiş olsun için gittiğimde, “Ya bizim her yer demir, her yer beton, bizim fabrika yanmaz zannediyordum ama hepsi yandı” dedi. Maalesef holding patronu arkadaşımız dahil toplumda böyle bir anlayış var. Oysa, dünyada yanmayan malzeme yok. Bütün malzemeler yanıyor, biri geç yanıyor, biri yavaş yanıyor. Dolayısıyla insanların ekonomik güçleri düştükçe kalite çok çabuk düşüyor.

Sektöre yönelik çok talep var ama toplu konutlara yönelik çok ucuz markalar türedi. Bundan daha ucuzunu üretebilen yok. Bakın 1975’lerde Kırıkkale’de çok büyük bir yangın çıktı. Ankara’dan itfaiye gitti. Ancak, arabalar ve üzerindeki ekipmanlar arasında bir koordinasyon olmadığı için yani ucuz olduğu için vanayı bir ülkeden, bağlantı elemanlarını başka ülkeden almışlar. Hortumların çapı birbirini tutmuyor. Yangın 1 haftada söndürülemedi.

Yangınla ilgili şöyle bir gerçek var, yangını ilk 15 dakikada söndüremezseniz, bir daha da söndüremezsiniz, hemen orayı terk edin.

Aslında bütün alınan tedbirlerin hepsi ilk 15 dakika içindir ama insanlara bunu anlatmak çok zor oluyor. Az önce örnek verdiğim gibi bu konuda yıllar önce olan duyarlılığı şimdi göremiyoruz, “Yanmaz kardeşim sen ne anlatıyorsun?” diyorlar.

İşletmelerimizin en büyük ortağının devlet olduğunu düşünüyorum. Belediye vergileri dahil toplamda yüzde 65 vergi ödüyoruz. İşçi ücretlerini vs ödedikten sonra bize para kalırsa ne ala. Oysa bankaların bilançolarına baktığınızda 3 ayda kârlılığını yüzde 142 arttıranlar olduğunu görebiliyoruz.

Bir önemli önerim de işçi memur dahil tüm çalışanların ücret ödemelerinin haftalık yapılması. Ben 1969 yılından bu yana üretimdeyim. O yıldan bu yana işçilerimin ücretini haftalık öderim. İnsanlara aylık para vermek iyi olmuyor. Çünkü, çalışanlar parasına sahip olamıyor. İş yerimde bugüne kadar hiçbir elemanım rahatsız olmadığı gibi, işletme açısından da böyle kolay oluyor.

Bu tatil işlerini de çözmek lazım. Kurban ve Ramazan Bayramlarıyla ilgili ise tatile yönelik belirsizlikler kalkmalı, önümüzdeki 5 yıllık zaman diliminde bayramlar hangi haftaya denk geliyorsa, bugünden ara dönemlerin tatil olup olmayacağı belirlenmeli. Çalışanlar, otelciler, işverenler herkes tatilin ne kadar olacağını önceden bilmeli. Tatil son anda belli olunca, havalimanları, terminaller birbirine giriyor, karışıklık oluyor. Bu Türkiye için çok çok önemli. Ben de işçinin pasaportu olmasını istiyorum. İşçinin çalıştığı yerde, işveren tarafından her ay doldurulan bir belgesi olmalı. Elinde o kağıtla gidip iş görüşmesi yapılmalı.

MCF Hidrolik Pnömatik Genel Müdürü Cengiz Çalık:
Ciddi kira gelirim olsa istihdamla uğraşmam

MCF olarak, hidrolik pnömatik hortum, boru, rekor üretimi yapıyoruz. Rakor hortum başlıkları imalatçısıyız, hortum işleme ve birleştirme makineleri üretiyoruz. Hidrolik pnömatik malzeme satışı yapıyoruz. Bu sene kuruluşumuzun 50’nci yılı. Biz üretici, imalatçı olarak bize de ihracatçı firmaların Eximbank’tan kullandığı şartlarda finansmana erişim sağlanmasını istiyoruz. Üretim yapan, istihdam sağlayan firmaların finansman ihtiyaçları, mevcuttan daha uygun koşullarda giderilmelidir. Ancak burada devletin güzel bir denetim mekanizması olması gerekir. Firma kimdir ne yapıyor geçmişi ne üreticimi kaç kişi çalışıyor ne kadar vergi ödüyor gibi.

Bizim sektörümüzün işlevi tıpkı insandaki damar gibidir. Yani bir damarın insan işin önemi neyse iş ve inşaat makinelerinde de damarı biz yapıyoruz. Türkiye’de imalat yapmak şu an çok zor. Özellikle istihdamda, insanları çalıştırmakta çok zorlanıyoruz. İşçi-işveren anlaşmazlıkları yargıya taşındığında işveren kesinlikle dinlenmiyor. İşveren otomatikman suçlu olarak kabul ediliyor, hırsız gözüyle bakılıyor. Bir firmayı 5-10 yıl ayakta tutmak çok zor, biz 50’nci yıla geldik ama bu süreçte iki iflas yaşadık. Devletin işverene böyle kötü gözle bakması gerçekten çok rahatsızlık veriyor. Ciddi kira gelirim olsa, bu kadar adamı istihdam etmekle uğraşmaz işi bırakırım.

Şimdi arabulucu diye bir şey çıkarıldı ama ne kadar başarılı olur bilmiyorum. Bir çok işçi gelip işten çıkarılmak için resmin işvereni zorluyor. Tazminat kazanabilmek için kendisini kovdurmaya çalışıyor. İşçinin tazminatını işverenden aylık alabilirler aylık ödenen sigortanın üzerine eklenebilir bu devlete işçiye ve işverene bir yük getirmez emekliliği geldiğinde de tazminatını devlet öder parası da devlet garantisinde olur diye düşünüyorum.

Uzun süre çalışmış bir kişinin böyle bir durumda kapanan durumu kötüye giden bir işletmeden tazminat alma olasılığı nedir ki?

Demirden Makine Endüstri Otomotiv Genel Müdürü Murat Demir:
Sanayicilik oynuyoruz, sanayicilik yapmıyoruz

Sanayicilerin günümüzde yaşadığı en önemli sorun kalifiye elemandır. Artık eskisi gibi işi bilen eleman yetişmiyor. Babam dahil önceden patronlar işe çıraklıktan yetişerek geliyordu. Babama Mithat Demir değil, Mithat Usta derlerdi. Şimdi 18 yaşına kadar okuma zorunluluğu getirilmesi, eleman bulmamızı zorlaştırdı. Ben teknik öğretmenim aslında ve bir çocuğun okuma yönünde kabiliyeti yoksa fazla zorlanmaması, başka alana yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani 18 yaşına kadar sanayide yetişmemiş birisini bu yaştan sonra işlemek gerçekten çok zor. Biraz yetişen birisi de 50-100 lira maaş farkıyla başka bir şirkete geçiyor. Son zamanlarda ise güvenlik görevlisi, AVM’de tezgahtarlık daha kolay geldiği için buralara yöneliyorlar.

Mevcut çalışanlarla uğraşmak ise ayrı bir sıkıntı. Ben de gerekli geliri temin etmiş olsam, şu an bırakır giderim. Çünkü iş mahkemelerinde işveren her zaman haksız çıkıyor. Her şey çalışanın elinde, ona bir şey deme şansınız yok. Üstelik iş yeri değiştirenler, firma bilgilerini de alıp gidiyorlar. Bu konuda devletin kesin önlem alması ve bunu ticari suç sınıfında değerlendirmesi gerekiyor. Bence işe girişte, ayrılma sırasındaki şartları düzenleyen, bağlayıcılığı olan bir muvaffakatname alınması yönünde devlet tarafından bir formül üretilmeli.

Halen meslek liselerinde teorik ve eski teknolojiye dayalı eğitim veriliyor, bunun değişmesi gerekir. Zaten teknolojide dışa bağımlılığımız çok yüksek, biz şu an sanayicilik yapmıyoruz, sanayicilik oynuyoruz.

Sektörel olarak baktığımızda, Irak ve Suriye’ye yönelik ihracat yaparken, buralarda yaşananlardan dolayı ihracatımız bitti. Ağırlıklı olarak tarım sektörüne yönelik imalatımız vardı. Burada da sürekli ithal makineler geliyor, üstelik her sene yeni modelleri çıkıyor ve biz buna yetişemiyoruz.

Sektörde kalitesizlik gerçekten üst düzeyde. Ancak bunun arttırılması için devlete büyük iş düşüyor. Çünkü kamu alımını gerçekleştirenler, ucuz ürüne yöneliyor, en ucuzu almayı marifet ediyorlar. Devlet kaliteli mal kullanmak zorunda ama biz şu anda kalitesizliğe alıştırılmaya çalışılıyoruz.

Sistemde, baştan aşağı bir yanlışlık var. Sanayici şu an boğulmuş durumda. Ben işimi yapmaktan zevk almıyorum. Her gün ayaklarım geri geri gidiyor, gitmesem mi acaba? diyorum. Piyasada herkes imalatçı oldu, 30 bin dolarlık makineyle herkes üretim yapıyor, biz çalışamaz olduk.

Şanzıman dişlisi üretiminde kullanması gerekenin yarısı kalitesinde çelik kullananlar var. Bunu tercih eden müşteri, o dişli bütün çarkları kırınca tekrar bize geliyor ama o zaman da iş işten geçmiş oluyor.

Sanayide çalışacak eleman tek başına okulda yetişmez, işletmeler devreye girmeden bu iş olmaz. Hepimiz tezgahlardan yetişerek buraya geldik ama bu aşamadan sonra da mı biz geçeceğiz makinelerin başına? Bu koşullarda büyüme yerine küçülmeyi tercih ediyoruz, şu zamanda en tehlikeli iş büyümek.

Firma olarak dış finansmana ihtiyaç duymasak da bürokratik işlemler ve bunlara ödediğimiz paralardan çok rahatsızız. Sanki önceliğimiz üretmek istihdam sağlamak değil, devletin şekil şartlarını yerine getirmek.

İhalelerde vergi, prim borcu olmaması şartını yanlış buluyorum. İnsanlar bu ihalelere girip para kazanamazlarsa borçlarını nasıl ödeyecekler? Bizim işimiz üretmek ve bunu yaparız ancak devletin çalışmayı isteyip istemediğini anlayamadık.

Sanayicilerin hepsi, kira getirisi olan mülk edinip bu sektörlerden uzaklaşmak istiyor. Hatta yüzde 80’inin bu şekilde olduğunu söyleyebilirim. İşine sonuna kadar devam etmek isteyen çok yok. 60 yaşında bir sanayici iş hayatını bitirmek istiyor. Ben şunu anlayamıyorum, memur da vergi veriyor, bizler de işveren olarak işçimizin sigortasını ödüyoruz, kendimize Bağ-Kur ödüyoruz, ancak memurdan, kendi çalıştırdığımız işçiden daha düşük emekli maaşı alıyoruz. Bu Bağ-Kur işi bizi çok yıpratıyor. Üstelik iş yeri hisselerini devredip SGK’ya geçersen 3 sene erken emekli olabiliyorsun.

Duygu Makine Otomotiv Yönetim Kurulu Başkan Birol Duygu:
Kalkınma ajansları işletmeler yerine kamu kurumlarını destekliyor

İş makineleri, pres işleri ve savunma sanayinde ve metal işleme sektörlerinde faaliyet gösteriyoruz. Sorunlar genel olarak hep aynı noktada birleşiyor. Özellikle İş Kanunu’nda değinmek istiyorum. İş Kanunu’nda bizim için olmazsa olmazlar var, bir taraftan da baktığımız zaman firmaların mağduriyeti var. İşçi bir avukata gidiyor. Avukattan, resmi tatillerde çalışmış, hafta sonu tatilinde çalışmış, olmadık mesailer dahil önünüze olmadık tablolar geliyor.

Bunun önüne geçebilmek için bundan sonra bayram döneminde OSB yönetiminden iş yerinin kapalı olduğuna ilişkin belge almayı planlıyorum, ayrıca bu tarihlerde elektrik tüketimi olmadığına ilişkin de yazı alabiliriz. Mahkemede bu tür talepler gelince de bu belgeleri sunalım diyorum.

Eleman işe gelmiyor bir şey diyemiyoruz, şu anda işçi çalıştırmak gerçekten marifet. Buradaki bir çok arkadaşlarımızın önemli miktarda mal varlığı var. yani üretim yapmaya ihtiyacımız yok. Biz üretim yapıyoruz, bizi hırsız gözüyle görüyorlar. KGF’de çok iyi niyetle çalışmalar yapılıyor. Gerçekten yöneticileri çok kaliteli. Ancak sistemin işleyişiyle ilgili bazı önerilerim olacak. Kredi için vergi prim borcu olmaması veya en fazla kredi talebinin yüzde 10’u kadar borç olması şartı aranıyor. Bence bir işletmeye destek verilecekse, vergi borcunun miktarına bakılmamalı, kredinin makul bir kısmı devlete olan borçlara ayrılarak firma desteklenmeli. Yani firma yaşatılmalı.

Yapılandırma konusunda da yanlış yapılıyor. Kamu kurumu olan belediyelerin borçları 72 ayda yapılandırılırken, sanayiciye 18 taksit veriliyor. Taksit miktarı yüksek olduğu için de en geç ikinci ayda ödemeler aksıyor ve yapılandırma bozuluyor. Böylece devletin tahsilat miktarı azalıyor.

Bugün yeni bir çalışma yapılırsa, kesinlikle firmaların yaşatılmasına yönelik yapılmalı. Mutlaka para kesilecekse bile firmanın yaşayacağı kadar kredi verilmeli.

Ayrıca, Kalkınma Ajansları sisteminde de mantık çok ters çalışıyor. Kamunun kaynağını kamuya kullandırılıyor. Zaten bütçeleri olan belediyelerin projesi kabul edilirken, firmaların projeleri desteklenmiyor. Yani kamunun kaynağı yine kamuya harcanıyor. Niye kamuya harcıyorsun. Veya herhangi bir OSB’nin projesi kabul ediliyor ama firmanın başvuru reddediliyor. Bırakın bu kaynaklar üretim, ihracat, istihdam için kullanılsın. İhalelerle ilgili firmalardan, SGK, vergi prim borcu yoktur yazısı istenmesini ben de yanlış buluyorum. Adamı niye sıkıyorsunuz, adam ihaleye girsin, işi kazansın, para kazansın, sonra hak edişinden bir miktar kesinti yap. Hem devletin borcu tahsil edilmiş olur, hem piyasa hareketlenir, hem de şirket yaşar.

Firmalar arasında ortaklık kurmuşsan ya da ortak başka firma açmışsan bu firmalar bankalar tarafından grup şirketleri olarak değerlendiriliyor bu da yanlış, firmanın birisi daha güçlü birisi daha zayıf olabilir, grup firması olarak değerlendirip firmaların ana firmalarına da kredi kullandırılmıyor. Halbuki her firma kendi bünyesinde değerlendirilmeli, bu sistem ortak girişimlerin önünü tıkamaktadır.

Hidroan Ankara Hidrolik Makine YKB ve ASO Yönetim Kurulu Üyesi Musa Ertunç: 
KGF destekleri yeni dönemde yatırıma yönlendirilmeli

Araç üstü ekipman sektöründe faaliyet gösteriyoruz. Yıllık yaklaşık bin civarında üretim yapıyoruz, bunun da yüzde 25’ini ihraç ediyoruz. Araç üstü, belediye hizmet araçları, itfaiye, kanal açma, çöp kamyonları, ambulans, kurtarma platformlarına yönelik üretim yapıyoruz. KGF’nin birinci aşamasında dağıtılan krediyi genelde, biraz da bankalar kaynaklı, firmalar önümüzdeki 1 yılı, 2 yılı ve geriye dönük borçlanmaları, nakit akışlarını düzenlemek için kredi kullandılar. Aslında istihdamı arttırmak, yeni yatırımların önünü açmak için çıkarıldı. Burada amaç tam hasıl olamadı. Belki kredinin yüzde 30’u yeni yatırıma yönelmiş olabilir. Geri kalan kısmı bankaların ödeme nakit akışı bozulmuş firmaları düzene koydukları bir kredi haline geldi. KGF garantör olmasına rağmen, bazı bankaların ayrıca teminat istediklerini gördük. Bankalar kredi verirken de ödeme ihtimali yüzde 50’nin üzerinde olan firmaları tercih ettiler. Bir çok büyümekte olan KOBİ bazındaki firma, krediyi kullanamadı. Şimdi, hükümet yeni bir istihdamla ilgili çalışma yapıyor.

KGF üzerinden yeni bir çalışma yapıldığını biliyoruz. Bana göre dikkat edilmesi gereken, kredi olayı iki aşamalı yapılabilir. Yatırıma, istihdama yönelik yatırım yapılacaksa kredi faiz oranı, şartları vadesi, buna göre belirlenmeli. Yatırım yapacak olanlar zaten yeni kredi kullanıp işini düzene koymuş insanlar, bunlara yatırım için ikinci kredi verilmelidir. Faaliyette olan ancak sıkıntılı firmalar için de yapılandırma kredisi şeklinde düzenleme olabilir. Üstelik bu süreçte faizde de yükseliş dikkat çekiyor. KGF’nin ilk çıktığında 1.09 ile kredi kullananlar vardı, kademe kademe arttı ve şu anda bankalar 1.35’i konuşuyor. 1.32 bile çok iyi bulunuyor.

Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakanın açıklamalarıyla bankalar faizi biraz baskıladılar. En azından mevduat faizi yükselmiyor. Ancak bankalar kredi kullandırırken, hele hele bilançonuz çok parlak değilse, sana bu krediyi vereceğim ama senin durumun pek iyi değil, diyor. O zaman da 1.35 ile kullanmak zorunda kalıyor sanayici. Ben 220 kişiyle üretim yapıyorum, imalat yapıyorum, kâr marjımın yüksek olması lazım. Oysa banka benden fazla kazanıyor.

Firmaların önümüzdeki 2 yılını planladılar, nakit akışlarını yola koydular. Zaten büyümedeki artış bunu gösteriyor. KGF desteğiyle insanlar iş alma kapasitesi elde ettikleri için büyüdüler. Finans gücü olmadığı için büyük işlere giremiyorlardı, yurt dışından iş alamıyorlardı. Şimdi bu işleri finanse etme kabiliyeti kazandıkları için iş büyüdü. Bundan sonra yatırım ve istihdama yönelik artış bekleniyorsa, ikinci aşamasının olması lazım. Bunların da vade ve faiz oranları farklı olmalıdır.

Bürokrasi yüzünden yaşadığımız sıkıntılara da değinmek istiyorum. Ankara 1’nci OSB’nin genişleme planı var. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı da destek oluyor ama bürokraside iş yavaş yürüyor. En iyi yatırım kriz döneminde yapılır, çünkü maliyetler düşüktür. OSB’nin genişleme tarafı çözülüp arsa tahsisleri yapılırsa, en az 80 tane yatırım başlamış olacak. Ancak işler çok yavaş ilerliyor. Arsa maliyetlerinin de düşürülmesi lazım. Sanayiciye verilecek arsadan sanayici rant elde etmeyeceği şartı konulabilir. Yatırım, istihdam, üretim şartı aranarak verilebilir.

Merkeze uzak OSB’ler de eleman çalıştırma kaynaklı güçlükler sebebiyle çok fazla talep görmüyor yatırımcılar tarafından. Bunların enerji dahil altyapı problemleri çözülürse talebin artabileceğini düşünüyorum. Üniversitelerdeki teknik eğitimle ilgili de sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Üniversiteyi bitiren bir öğrencinin, mühendis olabilmek için en az 2 sene çalışması gerekiyor. Ben de makine mühendisiyim ama her şeyi ustadan öğrendim. Üniversitelerin son yıllarında öğrenciler mutlaka bir sanayi işletmesinde çalışmalı, okula hiç gelmemeli. Burada hazırlayacakları proje ile mezuniyetleri onaylanmalıdır.

Bence bölgesel teşvik işinden vaz geçilerek, sektörel teşvikler verilmeli. Hükümet 2023 yılına kadar hedeflerini açıkça ortaya koyarak, buna ulaşılmasını sağlayacak teşvikler düzenlemeli. Yani birisi savunma sanayine yatırım yapacaksa, İstanbul olsun veya Hakkari olsun nereye yaparsa yapsın desteklenmeli.

Bugün işverenlerin tamamının mutlaka en az 4-5 tane iş davası var. Mahkemeler mevcut iş ilişkisini, 1970’li yıllardaki Türk filmlerinde yaşananlar gibi olduğunu zannediyor ve tüm kararlar çalışan lehine çıkıyor. Davalarda şahitler daha önce çalışıp ayrılanlar oluyor. Bayramda verilen ikramiyelerin de tazminatını istiyorlar. 5 yıl çalıştırdığınız bir kişiye neredeyse 70 bin lira ödüyorsunuz. Aynı anda 10 işçi bunu yapsa batarım ben. Kanun herkese eşit uygulansın. Eskiden bonservis vardı. Çalışan kişilerin birer karnesi vardı. Ayrıldığı iş yeri, görüşlerini ve çalışma sürelerini yazıyordu. Bu işçinin kalifiye olmasını sağlıyordu. Bu sistem yeniden getirilmelidir. İşçiler de referanslarını gösterip daha uygun koşullarda iş bulabilirler.

Biz de işten ayrılan kişilerin, mevcut projeleri ve şirket bilgilerini alıp götürmelerinden sıkıntı duyuyoruz.

Ben işletmemde proje çalma olayını engellemek için 50 bin dolarlık yatırım yaptım. Herkes de yapıyor. İş yerinde çalıştırdığım adama güvenemiyorum, flash bellek ve USB çıkışlarını söktüm. İnternet bağlantılarını sınırlandırdım. Kimin hangi projeyi kullandığını kayıt altına alıyorum. Ben işi gücü bırakıp bunlarla uğraşmak zorunda değilim ki.

İnsanların ticari bilgileri alıp götürmelerini engelleyecek cezai müeyyideler uygulanmalıdır. Belgelerin alıp rakibine satıyor veya müşterilerin bilgilerini rakip firmaya götürüyor.