“Bisikletimle küçük lezzetleri keşfederim”

SABAH YÜRÜYÜŞLERİ / YASEMİN SALİH

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

YASEMİN SALİH

Dünya somon üretiminde ikinci sırada olan, 2015’ten bu yana da İzmit’teki yatırımıyla Türkiye pazarına doğrudan giriş yapan Leröy’ün gündeminde bu ülkedeki insanlara daha çok balık yedirmek var... Şirketin Türk CEO’su Ümit Güvenç, tam bir balık tutkunu. Hem çok iyi pişiriyor hem de öğünlerinde balığa ağırlık veriyor. Türkiye’de özellikle çocuk ve gençlere daha çok balık yedirmek gerektiğini söyleyen Ümit Güvenç, çocukluğundan bu yana satış ve pazarlamanın ağırlıkta olduğu işlere ilgi duymuş. Bu nedenle Ram Dış Ticaret ekolüyle gelen deneyimlerine de, pazara yönelik bilgisine de güveniyor. Ancak en çok güvendiği balıktan gelen sağlık ve bisiklet sporuna borçlu olduğu enerjisi...

Herkesin bir hikâyesi vardır, sizinki nerede başlıyor?

Ailemin kökleri oldukça karışık. Baba tarafım Antalya, Elmalı’ya dayanıyor, Yörükler. Anne tarafım ise Beyaz Rusya’dan geliyor. Annemin ataları önce Artvin, sonra da Antalya’ya gelmiş. Ardından da İstanbul’a taşınmışlar. Özellikle Artvin’e gelirken büyük kayıplar verilmiş; hüzünlü hikâyeler hep anlatılır. Biz iki kardeşiz. Babam bizi iyi yerlerde okutmak için geceleri de çalışırdı. Kardeşim Robert Kolej’den mezun, bense Alman Lisesi’nden. Sonra ikimiz de Boğaziçi’nde okuduk. Kardeşim benden daha zekidir, benimse sosyal yönüm daha güçlüdür.

Kariyerinize bakıldığında hep gıda sektöründe görüyoruz sizi, nereden geliyor bu yatkınlık?

Aslında tesadüflerle gelişti diyebiliriz, özellikle olmadı ama bir yandan da babamın tarım ürünleri ihracatı yapan bir şirketi vardı. Taksim’deki ofisinden erik gibi ürünler ihraç ederdi. Oradan da bir yatkınlık olabileceğini düşünüyorum şimdi baktığımda. Ben her zaman satışa meraklı bir çocuk oldum. Tekel’in Üsküdar’daki fabrikasından taşlar alır, testereyle keser, topuk taşı olarak satardık örneğin. Ben de bu işi, o dönem bir ekol olan Ram Dış Ticaret’te öğrendim. 1988’de girdim Ram’a. Turgut Özal’ın ihracatta yeni açılımlar yaptığı dönemdi. Uzun yıllar Libya ile çalıştık. Elimizde çantalarla satış yapıyorduk. Kapılarda süngülü güvenlikler bekliyordu, bir yolunu bulup üst katlara çıkıyorduk. Sonra Türkiye’ye gelip narenciye bölümünü kurdum, Dalaman’da sözleşmeli çiftçilik yöntemiyle ürün alıp ihracat yapıyorduk. Avrupa’daki gurbetçilere TIR’lar hazırlamaya başladık sonra. İhtiyaç duyabilecekleri her şeyi koyuyorduk o TIR’lara. İran-Irak savaşında Irak’a gıda maddeleri götürdük. İşimiz ihracattı kısacası.

Bu süreçte hayatınızı farklılaştıran deneyim hangisi oldu?

Tat’a geçtikten sonra Japonlarla çalıştığım dönem çok farklıydı benim için. Vehbi Koç Bey’in de çalıştığı Beyoğlu’ndaki ofiste çalıştım, bence bana da uğurlu geldi orası. 15 yıl boyunca Japonlarla farklı bir kültür öğrendim, biz pratikten sonuca ulaşan insanlarız, onlardan planlamayı öğrendim. Belli hassasiyetlere tahammül etmeyi öğrendik. Arkasından Tamek’in patronu Melih Sipahioğlu bana transfer teklif edince oraya geçtim. Orada meyve suyu ihracatına başladık, ihracatı yıllık 9 bin tondan 30 bin tonlara çıkardık 2.5 yılda. Bu da bana Anadolu Tarım’ın yolunu açtı. Taze meyve direktörü olarak çalıştım ve ilk kez hedefim iç piyasaydı. Bu da bana çok şey öğretti.

Buraya kadar hep toprağa bağlı ürünlerle gitmişsiniz... Su, denizler nasıl çıktı karşınıza?

Tukaş’tan gelen teklifi değerlendirince Norveçlilerle tanıştım. Bu da adımı Leröy yöneticilerinin duymasına neden olmuş. İş teklifi onlardan geldi. Leröy daha önce Alarko ortaklığıyla Türkiye’deydi. Bana 2015’te organizasyonu Alarko’dan devraldıkları dönemde geldiler. Türkiye’deki ilk Norveç yatırımını yapacaklardı. Ben geldiğimde 12 milyon TL’lik sermayemiz vardı, şimdi 17 milyonu geçtik. İzmit’te yüzde 60’ı kadınlardan oluşan bir ekibimiz var. Bu da farklı bir açılımdı benim için, hem sektör hem de İskandinav kültürü çok farklıydı çünkü. Norveç, etik değerlerin çok önemsendiği bir ülke, Leröy de öyle bir şirket. Dünyanın 2. büyük somon üreticisi. Yılda 200 bin tonluk üretimi var. Leröy, son tüketicinin kullanabileceği katma değerli ürünler üretiyor ve 70 ülkeye satıyor.

Türkiye’de balıkçılar hep dertli, kırmızı et daha çok seviliyor... Balığı sevdirmek için bir planınız var mı?

Yani, evet bu işte adrenalin daha fazla... Türkiye’de su ürünleri sığ bir sektör. Balık yetiştiriciliği geç başlamış ama iyi gidiyor. Su ürünlerinin iş hacmi 5 milyar dolarlarda, ihracatta ise 1 milyar dolarlık 2023 hedefl eri şimdiden tutturuldu. Yine de sürdürülebilirlik yok ne yazık ki... İnsanlar balığa para vermek istemiyor. Somon, kurdaki artıştan dolayı pahalı hâle geldi. İnsanlar ete para veriyor ama balığa bunu çok görüyor. Biz de tüketimi kolay paketli ürünlere yöneldik. Örneğin uskumru ve ekmeği bir araya getiren balık-ekmek paketleri yaptık. Bu arada ithalat odaklı işe başladık ama şimdi yerli balıkları da işliyoruz. Çipura, levrek, hamsi, palamut gibi balıkları da mevsimine göre paketlerde kolay tüketilir halde satıyoruz.

“İyi yemek yapan, küçük mekânları bulurum”

Dostlarınızın size verdiği bir lakap var mı?

Dostlarım bana “Gırtlakçı” der. Gözden kaçan, küçük, gizli ama çok iyi yemek yapan yerleri bulmakta üstüme yoktur. İyi yemeğe düşkünüm. Bisikletle Tuzla’ya gider, orada kimsenin fark etmediği bir köfteci bulurum. Bu tip yerlerde garsonlarla sohbet etmeyi, onların hayatını dinlemeyi severim.

“Zor karar veririm”

En çok hangi yönünüzü eleştirirsiniz?

Karar verme sürecim uzundur, zor karar veririm ama verdiğimde genellikle o doğrudur. Deneyimlerim arttıkça bu süre kısaldı ama yine de altyapı sürecim uzundur. Karar verirken empati yapmaya dikkat ederim. Karşınızdaki de kazanırsa o kararın doğru olduğuna, sizin de kazanacağınıza inanırım. Bu denge benim için önemlidir.

Öğrenciler karbonhidratla besleniyor!

Hep “Balık sağlıklıdır” denir ama bunu pratiğe uygulayan bir millet değiliz. Sizce olaya nereden başlamak lâzım?

Gençlerden. Bakın; milyonlarca öğrenci iki günlük bir sınavla hayata hazırlanıyor, böyle bir eğitim sistemimiz var. Gelin görün ki bu çocuklar karbonhidratla besleniyor. Balık, zihinsel gelişime de iyi geliyor kesinlikle. Balığa kesinlikle katkı maddesi konulmuyor. Böyle bir imkân yok zaten. Ben balıkla büyüdüm. Şimdi de balık ağırlıklı besleniyorum. Balık-ekmek fikrinde kızımdan ilham aldım. Kızım yurtdışında okurken böyle tüketmesi kolay yemek paketleri alıyordu. Öğrenciler de balık yesinler, alışkanlıkları değişsin diye hazırladığımız uskumrulu balık-ekmek paketlerini okul kantinlerine vermeyi düşünüyoruz. Bunun görüşmelerine başladık. Ben gelecek kurgusunu su üzerine yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Norveç bunu yapmış.

“Hayalim Norveç’e hamsi yedirmek”

Hayaliniz nedir?

Türkiye konumu itibarıyla aslında bir balıkçılık ülkesi. Buraya özgü çok lezzetli balıklarımız var. Biz şimdi İzmit’te bunun üzerinde çalışıyoruz. Hayalim Norveç’e hamsi, sarıkanat gibi Türk balıklarını göndermek. Onlara bu balıkları yedirmek. Norveçliler büyük balıkta uzmanlar, ancak şirketin yöneticileri İstanbul’a geldiklerinde bizim balıklardan yiyorlar, tekire bayılıyorlar. Eğer Türk balıklarını sisteme sokarsak 70 ülkeye ihraç edilir hâle gelecek. İki yıldır denemeleri yapıyoruz.

“Bizim balıklara limon yakışıyor”

Bu kadar balıkla haşır neşir olunca pişirmede de ustalaştınız mı?

Balığa her zaman düşkündüm. Babam da balık tutar eve getirirdi, bu nedenle böyle bir kültürüm var. Pişirmede de iyiyimdir. Örneğin somonu kıyma gibi kullanıp ondan kebap yapıyorum, çok güzel oluyor. En kolayı fileto. Somon filetoyu tavada şöyle bir çevirip ıspanak yatağında servis edince harika oluyor. Somona değil ama Türk balığı yiyorsam limon sıkarım. Bence bizim balıklara limon yakışıyor.

“İlk bisikletimi harçlığımı biriktirerek aldım”

Nereden geliyor bu bisiklet tutkusu?

Bisikletin verdiği huzuru, özgürlüğü seviyorum. Çocukken bisiklete çok düşkündüm. Babamdan bisiklet istedim, “Kendi paranla almalısın” dedi. Harçlıklarımı biriktirerek ikinci el bir bisiklet aldım. Sonra onun üzerine yine birikimlerimi ekledim ve babamla Bisan’ın İstinye’deki fabrikasına gittik ve bir bisiklet aldık. Sonra İstinye’den Üsküdar’a bisikletle geldik. Sonrasında birçok bisikletim oldu. Bugün de bisiklet turlarına katılıyorum. Haftada 3 kez biniyorum. Bunun dışında bir spor salonuna üyeyim. Haftada 2 kez 1.5 saat spor yapıyorum.

Bu konularda ilginizi çekebilir