"Finansın stresini sokağı fotoğraflayarak atıyorum"

SABAH YÜRÜYÜŞLERİ - Yasemin SALİH

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

YASEMİN SALİH

Stres, çalışan çalışmayan herkesin ortak sorunu. Onu sağlıklı yönetmek için uzmanların önerisi mutlaka bir hobi sahibi olmak, beyni sıfırlayacak bir şeyler bulmak.

Octet Türkiye Genel Müdürü Selim Seval’in yöntemi ise sokak fotoğrafları çekmek. Özellikle de sokaktaki insanların farklı hallerini yakalamak. Lise yıllarından bu yana fotoğrafçılıkla uğraşan Seval, Darüşşafaka’nın ardından Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdikten sonra kariyerine bankacı olarak başlamış. Pamukbank genel müdür yardımcılığı, Demir Factoring genel müdürlüğü gibi üst düzey pozisyonlardan sonra Finar'ı kurmuş. Finar'daki hisselerini sattıktan sonra da Avustralya merkezli yeni nesil finans şirketlerinden Octet’i Türkiye’ye getirdi. Octet, KOBİ’lere dijital ortamda finansman desteği sağlıyor. Seval, bir yandan Türkiye’de bu sistemi büyütmeye çalışırken bir yandan da Boğaziçi Üniversitesi'nde finans alanında dersler veriyor.

Seval'in son yıllardaki en büyük motivasyonu Kadırga’da kuruluşuna öncülük ettiği İstanbul Fotoğraf Müzesi.

- Finans sektöründe fotoğrafçı sayısı azdır sanırım. Nasıl bir etkisi var fotoğrafçılığın hayatınıza?

Beden sağlığı önemli elbette, spor yapmak bunun için çok kıymetli ancak fotoğrafçılık daha çokyönlü bir uğraş bence. Ben beden değil kafa sağlığı için fotoğrafçıyım açıkçası. Bütün gün hesaplarla uğraşmak insanı yoruyor. Ayrıca işin spor tarafı da yok değil tabii. Çünkü oturduğunuz yerden fotoğrafçılık yapamazsınız. Özellikle benim gibi kendinizi “sokak fotoğrafçısı” olarak nitelendirmişseniz, uzun yürüyüşler yapmak zorundasınız. Yani bedenen de kendinizi iyi hissettiriyor bu meslek. Düşünsenize o anda bir kareyi yakalamak hedefiyle tamamen odaklanarak yürüyorsunuz sokakları. Hem zihniniz hem de bedeniniz çalışıyor.

- Elinizde çok eski bir Leica kamera görüyorum. Fotoğraf sanatçıları bugün telefonla yapılan çekimleri eleştiriyor. Siz nasıl yorumluyorsunuz bunu?

Bence hiç sakıncası yok. Ben olaya “Yeter ki fotoğraf çekilsin” tarafından bakıyorum. Bunun telefonla yapılması beni üzmüyor. Ara Bey (Ara Güler) kabul etmemişse de fotoğrafçılık sadece “foto muhabirliği” olarak görülmemeli bence, bu işe sanatsal bakanlar var. Bence gençler tarafından iyi kareler yakalanmaya çalışılması iyi bir şey. İlgisi telefonla başlar sonra eğitimle derinleştirir. Fotoğrafçılığın en güzel tarafı çektiğiniz her karenin aslında tarihi bir belge olması.

- Peki sizi fotoğrafçılığa yönelten neydi?

Aslında hayalim müzik yapmaktı. Beşinci sınıftan sonra Darüşşafaka’ya gittim. Yatılı okudum. Beatles hayranıydım, sıkı takipçisiydim. Sanırım annemden geliyor müzik tutkum ve yeteneğim, çünkü çok iyi piyano çalardı. Öldüğünde 7 yaşındaydım. Lisede de aklım müzikteydi. Bir orkestra kurduk. Çok başarılıydık, davetler aldık ama babam müzik yapmamı istemedi. Ben de onu hayal kırıklığına uğratmak istemedim. Çok iyi bir öğrenciydim, bugünün tabiriyle “inek”tim. Bıraktım müziği. Anneannemden kalma bir fotoğraf makinem vardı. Onunla zaman geçirmeye başladım, zamanla da tutkuya dönüştü. 1960’lardan beri hiç bırakmadım.

- Biraz özgürlüğe düşkünlük, bağımsızlık tutkusu mu var bunun arkasında?

Fazlaca hem de. Kimseden talimat almayan, bağlasan durmaz bir hâl içindeyim. Profesyonel olarak çok başarılı bir kariyerim oldu ama sürdüremezdim. Çünkü bazen inanmadığınız işleri yapmak zorunda kalıyorsunuz.

- Peki bu yol daha zor değil mi? Yani hazır kariyeri bırakıp yeni sistemleri getirmek...

Beni bilen bilir, zor işlerin adamıyımdır. Finar’ı kurarken de böyleydi. 2000’lerden sonra bankacılık hantallaştı, çünkü Türk bankaları geleneksel ve hantal Avrupalı bankalara satıldı. Bu yüzden KOBİ’lere hizmet veremez oldular. Octet’i uzun yıllardır inceliyordum, KOBİ’ler için esnek bir finansman modeli. Dünyada yıllık 3 milyar dolarlık işlem yapıyor. İtibar teminatı veriyoruz. İş Bankası ile ortak kredi kartımız var. Ticaretin tedarik zinciri finansmanını dijital ortama taşıyoruz.

"Türkler 15 dakikada geziyor müzeyi"

- İstanbul Fotoğrafçılık Müzesi fikri nasıl gelişti, destek bulabildiniz mi?

Fatih Belediyesi projenin başından itibaren hep yanımızda oldu, destek verdi. Bulunduğumuz bina belediye tarafından tahsis edildi. Bir memur var, sürekli burada çalışan. Bunlar bizim için büyük şans. Öncelikle Fotoğraf Dostları Derneği’ni kurduk. İstanbul’da böyle bir müze eksikti. Bütün büyük metropollerde vardır oysa. İstanbul’a gelen yabancı fotoğraf sanatçıları sorduğunda “Yok” demek üzücüydü. Sonra böyle bir proje geliştirdik. Tarihi Yarımada’da olmasını çok istedik. Fatih Belediyesi de olumlu bakınca işler yolunda gitti. Şu anda da ziyaretçilerin büyük bölümü yabancı. Türkler gelip 15 dakikada geziyor ama yabancılar 2-3 saat kalıyorlar müzede. Buraya çok değerli koleksiyonlar hediye edildi. Ben de uzun yıllardır biriktirdiğim koleksiyonumdan parçalar getirdim. Tarihi değeri çok büyük bir arşiv var elimizde. Depolanması gerekiyor ama insan ve zaman lâzım.

"Beslenmem konusunda top eşimde!"

- Bir yanda müze, diğer yanda şirketteki görevleriniz ve akademisyenlik... Nasıl geçiyor 24 saatiniz, bu tempo için kendinize iyi bakıyor musunuz?

Eskiye göre biraz daha rahat çalışıyorum. 08:00’de kalkıp 09:30 gibi işte oluyorum. Akşam da 18:00 gibi çıkıyorum. Kendime çok iyi baktığım söylenemez. Bu gibi işlerle eşim ilgileniyor. Örneğin beslenmem konusunda top onda. Kolesterolüm yüksek olduğu için mümkün olduğunca yediklerime dikkat ediyorum. Bunun dışında yürüyüş yapmaya özen gösteriyorum. Çünkü beden yorgunluğu enerjinizi alıyor. Fotoğrafçılığa sadece hafta sonlarımı ayırabiliyorum. Sokak fotoğrafl arı çektiğim için aynı zamanda uzun uzun yürümüş de oluyorum. Daha çok insanları çekiyorum. İletişimim çok iyi olduğu için insanları çekerken sorun da yaşamıyorum.

"Eski İstanbul değişti, yeninin tadı yok"

- Bunca yıldır sokağın fotoğrafını çekmek, değişimi gözlemlemenizi de sağlamıştır. Nedir sizce sokağın sorunu?

Aslında bu, çektiğiniz sokağa göre değişiyor. Bir yeni bir de eski İstanbul var. Eski İstanbul’un demografik yapısı çok ama çok değişti. Örneğin müzenin bulunduğu Kadırga’da benim çocukluğumda gayrimüslümler otururdu. Milletlerin iç içe yaşadığı, saygı olan sokaklardı buralar. Arap sabunu kokardı her yer. Yazın akşama doğru herkes evinin önünü Arap sabunuyla yıkar, sonra çıkıp oturur, sohbet ederdi. Şimdi ise yabancılar var. Dillerini bilmiyorsunuz, ortak hiçbir şeyiniz yok. ‘Yeni İstanbul’da ise şehir tadı yok, estetik yok.

"İşe alacağım gencin ailesine bakarım"

- Üniversitede gençlerle bir aradasınız. Bir finans duayeni olarak gençlerle mülakat yaparken neye dikkat ediyorsunuz?

Ailesine bakarım o gencin. İnsanın eğitimi ailede başlar çünkü. Bu temel eğitimdir, eğer eksikse üzerine ne koyarsanız koyun tam olmaz. Ben de gençlerle bir araya geldiğimde temel eğitiminin nasıl olduğunu anlamaya çalışırım. Çünkü öğrenme de temel eğitimle ilgilidir. O genci yetiştirmek istersiniz, eğer sağlam bir kültürü varsa sizin verdiklerinizi öğrenebilir. Aksi halde öğrettikleriniz verimli olmaz.

"KOBİ’nin ihracattaki tahsilat riskini üstleniyoruz"

- Octet Türkiye için yeni bir sistem, peki alışılıyor mu?

Bu gibi sistemler kriz dönemlerinde daha çok ilgi görür. Özellikle hazirandan sonra müşterilerimiz arttı. 2018’te ortalama 50 milyon liralık ticarete aracılık etmiş olacağız. Daha çok büyük şirketler yararlanıyor ama 600 müşterinin 550’si KOBİ. 10-20 milyon liralık şirket limitleri var. Şu anda piyasanın en büyük sorunu tahsilat. Biz piyasaya alternatif tahsilat penceresi açtık. Ayrıca ihracat için de yararlandırıyoruz. Sattığım malın parasını alır mıyım diye korku var. Akreditifin astarı yüzünden pahalı. Biz diyoruz ki “Müşteri size ödemeyi Octet üzerinden yapsın.” Böylece o riski biz üstleniyoruz. Anadolu’da da giderek yayılıyor. İzmir Ticaret Borsası yeni duyurdu.

"Üç kere birinci olunca ‘Sen yarışmaya katılma’ dediler"

- Genç yaşta fotoğraf sergileri açtınız, bu süreçte sizi destekleyen rol modelleriniz var mıydı?

Evet. İki önemli şansım vardı. Darüşşafaka’daki öğretmenlerim ressam Hasan Kavruk ve Hüseyin Altaylı beni çok desteklediler. Önce okulda bir sergi açtım, arkasından Robet Kolej’de, Çemberlitaş Sanat Galerisi’nde... Sokak fotoğrafl arı çekiyordum. Evin tuvaletini karanlık odaya çevirmiştim. İFSAK’ın “Ayın Fotoğrafçısı” yarışmasında üst üste üç kez birinci olunca “Sen artık katılma” dediler. Bir üst seviyeye çıktım. Bu arada üniversiteye girdim, ekonomi okudum. Meslek olarak hep finansçı olmak istemiştim. Kafama koyduğumu oldum aslında. 1994’ten beri kendi şirketimin patronuyum.

Bu konularda ilginizi çekebilir