Karagöz hayatımı ele geçirdi

Türkiye’nin kukla ustası olarak tanınan Cengiz Özek, bugün geldiği noktayı ortaokulda resim öğretmeninin yeteneğini keşfetmesine borçlu. “Aslında ben Karagöz’ü değil, o beni seçti. Sonra da hayatımı ele geçirdi” diyen Özek, lise yıllarından bu yana geçimini kukla ve gölge oyunuyla kazanıyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

YASEMİN SALİH

Suretler ve canlandırmalarla geçen bir hayat Cengiz Özek’inki. İçinde tiyatro, restorasyon, oyun yazarlığı, afiş tasarımı gibi görsel sanatların hemen her dalının yer aldığı bir lezzet var bu hayatın. Sanatın yerine başka bir şey koyamamış 54 yıllık ömründe. “Şanslılardandım, çok iyi para kazandım. Ciddi gelir elde ettim. Sanat beni bir işadamı haline getirdi” diyen Cengiz Özek’le şirketi Şov Prodüksiyon'dan İstanbul Karagöz Kukla Vakfı Başkanlığı’na, kukla festivali ve hayallerine uzanan yolculuğunu 25 yıldır yaşadığı Tarlabaşı'ndaki tarihi apartmanda konuştuk.

Girişinde sizi Hindistan’dan bir tavan süslemesinin karşıladığı evi 25 yıl önce satın alarak restore ettiğini söyleyen Özek, “Burası Haliç’i seyredebileceğiniz harika bir panoramaya sahip. Geldiğimde kimse oturmuyordu ama şimdi yeniden eski günlerine döndü” diyor Özek yaşadığı yer için.

- Her çocuk kuklaları sever. Sizinki nasıl bunun ötesine geçti?

Sanata hep daha yatkın oldum. Çamurdan yaptığım heykelleri çocukluğumda sergilerdim. Yakaladığım kertenkelelere küçük yaşam alanları kurar, el arabasına koyar, üstüne de bir örtü serer gezdirirdim Fatih sokaklarında. İçinde ne olduğunu soranlara kertenkele olduğunu anlatır, meraklılara da 10 kuruş karşılığında gösterirdim. Sanattan para kazanmaya çok küçük yaşta başladım anlayacağınız. Bu, ortaokul yıllarında da böyleydi. Kötü bir öğrenci değildim, ortalamanın üzerindeydim ama okulda bazı dersleri neden öğrettiklerini hâlâ anlayabilmiş değilim. En çok üzüldüğüm noktalardan biri de resim derslerinde daha önemli buldukları için matematik problemleri çözdürmeleriydi. Hayatımı resim öğretmenim değiştirdi zaten. Farklı giyinen, çağdaşlarının ötesinde bir öğretmendi. Karagöz eğitimi almıştı. Okuldan üç kişi seçip bu sanatı öğretmek istemiş. Beni de seçti. Yani aslında bu iş beni seçti, ben bu işi değil.

Kalem işini de öğrendim

- Bir kere bulaştı mı geçmiyor diyorsunuz yani...

Biraz öyle. Yine resim öğretmenimin tavsiyesiyle torna tesviye meslek teknik lisesine gittim. Zanaat öğrenmek önemliydi. Karagöz kursuna gitmek bazı şeyleri fark etmemi sağladı. O yıllarda da Karagöz kültürünün yok olduğu, nasıl yaşatılacağı tartışılıyordu. Bu bende bir fikir uyandırdı. Daha 15 yaşındaydım. Topkapı Sarayı’nın müze müdüründen randevu aldım. Müze çatısı altında zaten tezhip, minyatür ve kalem işi kursları veriliyordu. “Burada Karagöz kursu da verelim” diye teklif götürdüm. Müdür Bey olumlu baktı ama yaşım çok küçüktü, “Nasıl olur” dediler. Sonuçta kurs açılmadı ama ben oradaki kurslara katıldım. O meslekler de kaybolmaya yüz tutmuştu. Bende de kaybolmaya yüz tutan şeylere bir ilgi vardı nedense.

- Peki aileniz nasıl yaklaşıyordu tüm bu olanlara?

Biz Bulgaristan Şumnulu bir aileyiz. Dedem 1914’te gelmiş. Eyüp’te doğup Fatih’te büyüdüm. Her zaman daha olgun bir kişiliğim vardı. Daha ortaokul yıllarında yaptığım kuklaları Kapalıçarşı’da satıp neredeyse babamdan fazla para kazanıyordum. Belki bu yüzden ailem hep çok güvendi bana. Beni çok özgür bıraktılar, “Bir bildiği vardır” dediler ve sorgulamadılar.

İlk sergi 18 yaşında

- Karagöz ve para kazanmak; yok olmaya yüz tutan bir meslek için çok örtüşmüyor. Siz nasıl başardınız?

O yıllarda İstanbul’da ciddi bir yabancı turist ilgisi vardı. Karagöz figürlerini deve derisi üzerine yapıyordum ve çok ilgi çekiyordu. İyi paralar kazandım. İlk Karagöz figürleri sergimi Kazım Taşkent Sanatevi’nde açtığımda 18 yaşındaydım. İstiklal caddesindeki sergi büyük ses getirdi. İnsanlar yaşımdan dolayı inanamadılar. 200’ün üzerinde figür vardı o sergide ve tamamını Hollanda Ulusal Müzesi satın aldı. Bu benim ilk büyük çaplı sermayem oldu. Yeni kapılar açtı. Mualla Eyüboğlu ve eşi beni evlerine davet etti. O dönemin sanat sohbetleri, buluşmaları bu evde yapılıyordu. Bana bu toplantılarda Karagöz repertuarından oyunlar oynattılar. Bu hevesle ikinci sergiyi Topkapı Sarayı’nda açtım. O zaman da 20 yaşındaydım. O sırada Mimar Sinan Geleneksel Türk Sanatları ve Restorasyon Bölümü’nde okuyordum. Semih İrteş hocamdır. Topkapı’da Hırka-i Saadet, Harem Dairesi Karaağalar Koğuşu, Sultanahmet Camii, Yeni Cami gibi birçok eserin restorasyonunda çalıştık. Bir yandan da Karagöz oyunlarına devam ediyordum. Artık benimle “Karagöz üstadı” diye röportajlar yapıyorlardı.

- Tiyatro nasıl geldi arkasından?

Aslında yaptığım iş bir tiyatroydu ama benim tiyatro eğitimim yoktu. Kadıköy’de Tevfik Gelenbe Tiyatrosu’nun sınavına katıldım ve kazandım. Birçok ünlü oyuncuyla orada tanıştım, aynı sahnede oynadım. Bana, “Senin konservatuvara gitmen lazım” dediler. Orayı da kazandım. Orada Haldun Dormen’in asistanlığını yaptım, Kenter Tiyatrosu’nda görev aldım. Yöneticiliğini yaptım. Gün geldi dizilerde de oynadım ama ben hep işin yönetmenlik kısmını istedim.

- Peki özel hayat?

Özel ya da genel, tüm hayatım kuklalar oldu benim. Çocuklarım da kuklalarımdır. Onlar benim her şeyim.

- Karagöz ile bugün arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

Karagöz bir İstanbul folklorüdür. Osmanlı’nın başkentlerinde oynadığı için Bursa gibi algılanıyor ama değil. Bugün Karagöz modernleştirilmeye çalışılıyor ama olmuyor. Aziz Nesin bile oyun yazdı ama hiç bir Karagöz ustası bunları oynatmadı. Aslında Karagöz günü takip ediyor. Bir yandan da gerçeküstü hikâyeler var. Halkın sorunlarını da anlatıyor, perili hikayeleri de. Ama politika yok. Bazılarının sandığı gibi politik mesajlar vermiyor. “Tuza zam geldi” eğer bir politik mesaj olarak algılanıyorsa bilemem ama burada halkın sorunları olarak bakılıyor konuya.

Spor sokaklarda!

- Bir Karagöz ustası nasıl yaşar? Bir gününüz nasıl geçiyor?

Ayda en az bir hafta turnede oluyorum. Evdeysem sabah 7:30’da kalkarım. 8:30 gibi annemi arayıp, “Yaşıyorum, sen de iyi misin” diye rutin konuşmamı yaparım. Arkasından da Taksim’deki ofisime gidiyorum. Bu yokuşlarda yürümekten, sokaklarda olmaktan büyük keyif alıyorum. Benim sporum da Tarlabaşı, Beyoğlu, Taksim civarında geçiyor. Akşamları bir tiyatro oyunu izlerim. Gün genellikle arkadaşlarımla yaptığım kahve sohbetleriyle biter.

"Kukla etkili bir terapist"

- Kukla izleyende nasıl bir etki yaratıyor?

Kukla çok naif ve basit bir uğraş. Bir çocuk babasının terliğini tren yapıp sürdüğünde aslında kukla tiyatrosu yapıyordur. O sırada başkalarına söyleyemediklerini söyler, yapamadıklarını yaptırır hayalinde. Dünyada “kukla terapisi” diye bir kavram var. Şiddet gören kadınlara öneriliyor. Bu çok rahatlatıcı bir sanattır. Çocuklarda özgüvenin ve iletişim becerilerinin gelişmesini sağlar. Tüm bunların ötesinde kukla denilince somurtan kimseyi görmedim şimdiye kadar. Mutluluk hormonu salgılatıyor bence.

"Felç olmaktan korkuyorum"

- Keşkeleriniz neler?

Çook keşkem var, tamamı da Türkiye üzerine. Bu kadar kültür ve tarihi zenginlik üzerinde oturan bir ülkenin böylesine dünya algısından kendini uzak tutması içimi acıtıyor. Keşke zenginliklerimizin daha fazla farkında olunsa. Bunu kimse umursamıyor. Neden Pompei Efes’ten daha çok turist alsın? Bunlar keşkelerim... - Peki korkular?
Yatalak olmaktan, felç geçirmekten korkuyorum. Konuşamamak, üretememek beni çok korkutuyor.

"Hayalim müzeyi açmak"

- Şu sıralar neyin hayalini kuruyorsunuz?

İstanbul Kukla Müzesi-Tiyatrosu’nu kurmak için bir süredir çalışıyorum. Birkaç yıl içinde gerçekleşecek ama tüm hayallerim bunun üzerine yoğunlaşmış durumda. Başka da öyle büyük hayalim yok. Genelde ulaşılabilir hayaller kurdum ve neredeyse hepsi gerçekleşti. Hiç öyle lüks arabam ya da evim olsun demedim. Kaybolmaya yüz tutan şeyleri yaşatmaya özel bir çabam oldu her zaman. Bu belki benim kafa tutma biçimim. Bu yüzden yıkılmak üzere olan binaları onarıyorum, restorasyon bu yüzden zevkli.

"Türkiye'yi anlatmak gerek

- Sizin için neyi ifade ediyor Karagöz?

Karagöz hayatımın önemli bir parçası. Öyle bir hale geldi ki beni anlatır oldu. Onun için yaşar oldum. O beni seçti, ben onu değil. Sonrasında da bütün hayatımı yönlendirdi. Türkiye çok zengin bir kukla kültürünün, tarihinin üzerinde oturuyor. Bunu dünyaya anlatmamız gerekiyor. Bu nedenle İstanbul Uluslararası Kukla Festivali’ni yaptık. 21’inci yılındayız. Bunu bir kuruş harcamadan yapıyoruz üstelik. İş kendini döndürüyor.

Bu konularda ilginizi çekebilir