Marco Polo’nun izinde bir hayal

Atos’un bir yıl önce göreve gelen Türkiye CEO’su Cüneyt Uslu, kariyerinde 40 yaş için ne hedeflemişse gerçekleştiğini söylüyor. Özel hayatında ise ‘son dakika’ları seviyor. Uslu’nun en büyük hedefi ise 50 yaşına gelmeden ünlü İtalyan gezgin Marco Polo’nun seyir defterini izleyerek dünyayı dolaşmak.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Yasemin SALİH

Atos, geçtiğimiz yıl 13 ülkenin yer aldığı MEA Bölgesi'nde, cironun yüzde 80'ini tek başına gerçekleştiren Türkiye pazarını genç bir yöneticiye, Cüneyt Uslu'ya emanet etti. Uslu'nun Londra'dan Türkiye'ye getirilmesinin nedeni de bu koltuğa hazırlıktı. Yine de süreci anlatırken "Hedef belliydi ama bu kadar çabuk olacağını tahmin etmiyordum" diyor.

İş konusunda hedefleri hep önceden belli olmuş Cüneyt Uslu'nun. Birkaç basamak sonrasını planlayan, işi şansa bırakmayan tam bir kontrolcü olduğunu anlatıyor. 40 yaşındaki yönetici için özel hayat ise bambaşka bir felsefeyle akıp gidiyor. Dediğine göre özelinde "Oluruna bırak" taraftarı. Rezervasyonlara karşı, hayat nasıl götürüyorsa öyle akmayı sevenlerden.
Uslu'yla Bebek sahilinde yaptığımız Sabah Yürüyüşü'nde balık tutmaya olan düşkünlüğünden İsviçre'deki ünlü bungee jumping mabedi Verzasca Barajı'ndan nasıl atladığına, yakınlarının en çok hangi özelliğinden şikâyet ettiğine kadar her şeyi konuştuk.

- Sizin hikâyeniz nerede başlıyor?

Adapazarı'nda. Baba tarafım Bulgaristan anne tarafım ise Ordulu. Ben de Adapazarı'nda doğdum. Liseyi İstanbul, üniversiteyi Kıbrıs'ta okuduktan sonra Zürih'ten gelen bir iş teklifiyle beş yıl boyunca bu şehirde yaşadım. Ardından İngiltere'den başka bir teklif geldi ve takip eden 7 yılı Londra'da geçirdim. IT alanında olmak, bilgisayarlarla iç içe yaşamak çocukluğumdan bu yana hayalimdi. Yani bunu daha çocukluk yıllarımda planladım. Olaylar öylesine gelişmedi.

- Her expatın önüne bir memleket özlemi engeli çıkar. Bir noktada tıkanıp, ülkelerine dönmeye karar verirler. Sizin de başınıza gelen bu muydu?

Bir bakıma öyle. Londra'dayken oğlum doğdu. O dört yaşına gelince eğitimi gündemimize girdi ve bir karar vermek durumunda kaldık. Adapazarı'nda büyürken Almanyalı gurbetçilerle birçok kez birlikte olma fırsatı bulmuş, onları gözlemlemiştim. Hep bir entegrasyon sorunu yaşıyorlardı. Ben de dedim ki, "Zaten Türkiye'ye döneceğim. O zaman oğlum okula orada başlasın ve o da entegrasyon sorunu yaşamasın." Bu kararla Türkiye'ye döndüm.

- Pişman mısınız bu kararınızdan?

Hayır değilim. Orada kalsaydım da kariyerim ülke müdürlüğüne doğru gidiyordu. Burada da aynı sonuç geldi zaten.

- Peki CEO olunca insanın hayatında ne değişiyor? Örneğin siz bir yıl öncesine kadar hayatınızda neleri farklı yaşıyorsunuz?

Ne kadar üst pozisyonda olursanız olun CEO olmak farklı bir durum. Öncelikle tıkandığınız noktada bir üst yöneticinin kapısını çalıp çözüm bulmasını isteyebiliyordunuz. CEO olmak bir basamak yükselmek değil, 4-5 basamağı birden atlamak gibi. Çok daha yukarı çıkıp resmi net görmeyi gerektiriyor. Artık çözüm beklenen kişi oluyorsunuz.

- Bir yıllık performansınıza nasıl bir not veriyorsunuz?

Şirket için çok şey değişti bu süreçte. Bir kere bağlı olduğumuz bölge değişti. Gelişmekte olan, yani şirketin yatırım yapma kararı aldığı ülkeler listesine girdik. Çünkü Türkiye'nin dinamikleri daha önce yer aldığı Danimarka, İsviçre gibi oturmuş ekonomilerden farklı. Daha hareket halinde. Bu 13 ülkelik yeni bölgenin dinamosu olduk. Toplam hacmin yüzde 80'ini Türkiye ofisi yapıyor. Bizim başarısızlığımız tüm bölgeyi aşağı çekiyor. O nedenle çok hassas bir dönemdi bu bir yıllık süreç. Daha önceki şirketimde de aynı değişimi yaşadığım için deneyimliydim. Zorlanmadım. Hedeflerin de üzerine çıktık.

- Özel hayatınızı nasıl etkiledi bu bir yıl?

Kendime kurallar koydum. Özel hayat benim için çok önemli. İşi sadece hafta içinde yaşadım, hafta sonları şalteri indirdim, "off" oldum. Hafta sonlarımı özel hayatıma ayırdım. Ve bunu büyük oranda başardım.

- Neler yapıyorsunuz bu hafta sonlarında?

Balık tutuyorum. Denizle ilgili şeyleri seviyorum. Balık tutmak beni dinlendiriyor. Özellikle eylülden bu yana balık açısından çok bereketli bir dönem. Ben de tadını çıkarıyorum. Kandıra yakınlarında Kerpe'ye gidiyorum. Orada bir arkadaşımın teknesi var. Anahtarı bende. 5-6 kişilik bir grubuz. Arkadaşlarla balık tutuyoruz.

- Sabır gerektiren bir iş olduğunu söylerler balık tutmanın, öyle misiniz?

Evet öyleyim ama yerine göre değişir. İşte sabırlıyımdır, özel hayatımda öyle olduğum pek söylenemez. Balık tutmak gerçek anlamda beynimi boşaltmama yardımcı oluyor. Açık denizde telefon çekmiyor. Deniz, oltanız ve siz. Bu gerçekten büyük keyif. Oğlumu da götürmeye başladım, o da çok sevdi.

- Planlı bir insan mısınız?

Bu da iş ve özel hayatıma göre değişiyor. İş hayatımda çok planlıyımdır. Önceden birkaç adım sonrasını planlarım. Diğer yandan özel hayatımda planlı olmayı sevmem. Kaçınırım bundan hatta. Sürprizleri severim. Erken rezervasyon insanı değilimdir örneğin. Yemeğe ya da tatile giderken rezervasyon yaptırmam. Giderim, uygunsa olur değilse başka alternatifl ere bakarım. Son dakika yaşamak bence bir lüks. Oluruna bırakmak gerek. Bu bir özgürlük.

- Başka neleri oluruna bırakırsınız?

İş hayatında hiç yok. Özelde ise aklınıza ne gelirse, her şeyi. Çevrem bundan bazen rahatsız olur, "Ne rahat adamsın" derler. Bu kadercilik değil, daha çok sınırlara tepki. Öte yandan bu "oluruna bırakma"nın da kuralları var. 90+1'ci değilim. Ya o bir dakika hiç olmazsa diye düşünürüm.

- Bu süreçte kötü sürprizlere karşı tahammülünüz var mıdır?

Bazen. Asıl tahammül edemediğim emrivakilerdir. Bu durumda kalmak istemem ve özel hayatımda yakınlarım bunu bilir, genellikle böyle bir şey yaşatmazlar bana. Bir de potansiyel varken bunu kullanmayanlara, işin kolayına kaçanlara, hemen vazgeçenlere tahammül edemem. Bence insan imkânları varsa savaşmalı, yenilgiyi kabul etmemeli. Ben elimden geldiğince başka kapılar ararım, savaşçıyımdır.

- Peki kendinize iyi bakıyor musunuz?

Bakmaya çalışıyorum. Spor yapıyorum. Haftada minimum üç gün koşuyorum. Kürek yapıyorum fırsat bulursam. Ayrıca son zamanlarda boksa da başladım. Biraz da kardio yapıyorum.

- Beslenme?

4 yıldır düzenli aralıklarla diyetisyene gidiyorum. Beslenmeme dikkat ediyorum. Kilomu kontrol altında tutuyorum. Şekerle ve tatlıyla aram yoktur. Bir tek balığa dayanamam. Kahvaltıda bile balık yiyebilirim. İyi balık pişiririm. Genelde ızgara severim ama buğulama da yaparım. Mutfakla aram iyidir. 1993'ten 2005'e kadar yalnız yaşayan biri olarak yemeklerimi uzun süredir kendim yapıyorum. Kendi tariflerimi üretmeyi severim. Et yemeklerini de severim.

- Yani bir gurme tarafım var diyorsunuz?

Var evet. Arkadaşlarımı iyi mekânlara götürürüm. Bu konuda bana danışırlar. Lezzete ağırlık veririm gideceğim yerlerde. Formal olmayan, şef ve garsonlarıyla iletişim kurabildiğim mekânlarım vardır. Masam bellidir, beni tanırlar. Kaliteli yerleri severim.

- Şu sıralar neyin hayalini kuruyorsunuz?

Önce işteki hayalimi söyleyeyim; 2020'de Atos'u Türkiye'nin en büyük IT entegrasyon şirketi haline getirmeyi hedefl iyorum. Kendimle de ilgili olarak kendi teknemi almayı planlıyorum. Hayalim dünyayı dolaşmak. Marco Polo hayranıyım. Onun öyküsü beni etkiliyor. Teknemle onun güzergâhını takip ederek dünyayı dolaşacağım. Marco Polo'nun izinden gideceğim. Onun bir hayalin peşinden giderek açtığı yeni yollar, kararlılığı beni çok etkiliyor. Şu anda 40 yaşındayım. 50 yaşına kadar bu hayalimi gerçekleştirmek istiyorum.

Sıkı bir Grange hayranıyım...

- İyi yaşamdan ne anlıyorsunuz?

Mutlu olmayı. Burada sadece benim değil çevremdekilerin de mutlu olması gerekiyor. Ve elbette huzur, iyi bir hayatın anahtarı.

- Çok okur musunuz?

Evet, kitaplar olmadan olmaz. Aynı anda birkaç kitap okurum. Şu anda "Strateji Savaşları"nı okuyorum. Bir de Grange hayranıyım. Son kitabı "Kongo'ya ağıt"ı okuyorum şu anda. Genellikle İngilizce okumayı tercih ediyorum.

Çalışanlara dengeli bir hayat öneriyoruz

- Atos 92'den bu yana olimpiyatlara destek veriyor. Bu anlamda şirkette iyi yaşamla ilgili nasıl bir yaklaşım var?

Evet, olimpiyatların IT altyapısını üstlenmiş durumdayız. Şimdi 2020 Tokyo Olimpiyatları'na hazırlanıyoruz. Şirketimiz de globalde iyi yaşamı çalışma hayatına entegre etmiş durumda. "Well being at work", yani "iş yerinde iyi yaşam" felsefesiyle çalışanlara dengeli bir hayat bilinci aktarılıyor. İş ve özel hayatın dengede olması şirket yönetimi açısından önemseniyor. Ofise bağımlılık diye bir şey yok. Bu Y kuşağı için önemli bir özgürlük. Bunun yerine kişisel gelişim eğitimleri, spor eğitimleri var.

Verzaska Barajı'ndan atladım

- Ekstrem sporlarla aranız iyi mi? Adrenalin falan...

Bazılarıyla. Örneğin bungee jumping yaparım. İsviçre'deki ünlü Verzasca Barajı'ndan atladım. Müthiş bir duyguydu. Ne korktum ne de çok güzel diye düşündüm, farklı bir histi. Şu var ki kendini boşluğa bırakırken yaşadığın adrenalin müthiş. Karışık bir duygu. Bir de dalarım.