Tataminin dışındayken kimseye yumruk atmadım

SABAH YÜRÜYÜŞLERİ / Yasemin SALİH

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Yasemin SALİH

Karate, tartışmasız en popüler Uzakdoğu sporu. Bruce Lee, Jackie Chan, Jet Li filmlerini izleyip de aynı hareketleri arkadaşına yapan, kendini oradan oraya uçarken hayal etmeyen erkek çocuk çok azdır. İşte 1980’lerin İstanbul’unda, Vefa semtinin ara sokaklarında okul ile ailesinin cam atölyesi arasında mekik dokuyan Beyhan Baycar da bu çocuklardan biriymiş. Ancak kendi deyimiyle yabancı yıldızlardan çok yerli Karaoğlan’mış onun rol modeli…

Bugün ev ve mutfak gereçleri alanında faaliyet gösteren ve üretiminin yüzde 85’ini ihraç eden Evelin A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı olan Beyhan Baycar, karateyle ilgili hayallerini kısmen de olsa gerçekleştiren az sayıdaki gençten biri. Hatta Türkiye şampiyonluğu bile var. Talihsiz bir olay nedeniyle karate kariyeri sona erip iş hayatına atılsa da hiç kopmamış bu spordan. Biz de onu yine bir tataminin üzerinde bulduk.

- Memleket Siirt ama İstanbul’da büyüdünüz. Kökleriniz sizi çağırır mı, Siirt’e sık sık gider misiniz?

Pek gitmiyoruz. Babam gelmiş İstanbul’a. O da önce Van’a gitmiş, oradan gelmiş, İstanbul Vefa’ya yerleşmiş. Ben de 1971’de Vefa’da doğdum, orada büyüdüm. Ayrıca vefalı olduğumu da söylerler.

- Ticaret çocuk yaşlardan beri mi var hayatınızda?

Evet, daha ilkokul üçüncü sınıftan beri babamın işyerine gidiyorduk. Babamla dayım ortak cam atölyesi kurmuşlardı Maltepe’de. O zamanlar Maltepe fabrikalar bölgesi. Biz de dayımın oğluyla okul çıkışında babalarımızın yanına gidiyorduk. Ticareti hep çok sevdik.

- Bir yanda okul, bir yanda iş. Karate nasıl girdi hayatınıza?

Bu benim için hayatımın kırılım noktasını oluşturan bir rastlantıydı. O günü çok iyi hatırlıyorum. 26 Nisan 1986; evimden çıktım, yandaki duvarda bir ilan gördüm. “İnsanlığa saygı duyan, mütevazı, özgüveni yüksek kişiler yetiştiriyoruz” diyordu ve üzerinde de bir karate ustasının resmi vardı. Semtimize yeni açılmış -sanırım ilkti- karate salonu ilanıydı. O yaşlarda zaten karate filmlerine, Karaoğlan’a, Cüneyt Arkın’a hayranız. Ama beni asıl ilandaki metin çekti. Gittim ilandaki adrese. Bugün Türkiye Karate Federasyonu Eğitim Komisyonu Başkanı olan Hakan Alpay’ın salonuydu. Daha 14 yaşındaydım, çok hevesliydim. O da bendeki hevesi gördü. Ancak evin en küçüğüydüm, evdekilere söylemedim. Özellikle de abimden, babamdan çekiniyordum. İki yıl boyunca karate elbiselerimi su saatine saklayarak gittim salona. Su saati mahalledeki tüm gençlerin sigara gibi aileden gizledikleri şeyleri koydukları yerdi, ben de orada sakladım. Sonra ailem öğrendi elbette, çok kızdılar, “Bir yerlerini kırarsın, bir daha gitme” dediler ama yine de gittim. Ta ki bir akşam eve geç gittiğimde babamın “Neden geciktin?” sorusu üzerine montumun fermuarını açıp göğsümdeki madalyayı gösterene kadar. İstanbul karate şampiyonu olmuştum. Evde misafirler de vardı, babam bir anda benimle büyük gurur duydu. Sonra Türkiye şampiyonu da oldum. Milli takım kampında düşüp menisküs olunca, devam edemedim ama hiç kopmadım karateden.

- Ticaret mi ağır bastı sonrasında?

Kesinlikle. Zaten hep çok meraklıydım. Babamın şirketi Baycarlar Cam Ticaret’e gittim ama hep "Farklı ne yapabilirim?" diye arayış içinde oldum. Yurtdışına çıkmak, oralara bir şeyler satmak istiyordum. Babamlar cam ve plastik mutfak ürünleri üretip satıyordu. Ciddi bir bavul ticareti vardı. Ama ben bunu farklılaştırmak istiyordum. Bunun için de yabancı dil gerekiyordu. Önce İngilizce kurslarına gittim, dil öğrendim. Arkasından Arapça ve Rusça öğrendim. Arapça temelim zaten ailemden dolayı vardı, geliştirmiş oldum. Bir gün Mercan’da bir dükkânda ahşap kaseler gördüm. İçeri girdiğimde onun aslında plastik olduğunu söylediler. Kullanım alanının çok geniş olabileceğini fark ettim, şık da duruyordu. Tam 1.5 yıl İTO’nun dökümantasyon bölümünde araştırma yaptım, ilgili olabileceğini düşündüğüm şirketlere faks çektim. Bir sabah İtalya’daki bir hammadde üreticisinden yanıt geldi, zaten dünyada iki üretici vardı. İtalya’ya fuara gittim, “Biz bu işten çıkıyoruz, diğer firma Yunanistan’da, onlara git” dediler. Atina’ya, Dracor adındaki firmaya gittim, onlara “Dünya üç firmaya da yeter, ben de giriyorum bu alana” dedim. Anlaştık, bana hazır levhalar gönderdiler, biz de İstanbul’da üretim yaptık. Kısa sürede büyük ilgi gördü.

- İhracat isteği gerçekleşti mi?

Fazlasıyla. Bugün 25 çeşit ürün yapıyor, üretimin yüzde 85’ini ihraç ediyoruz. Hedefimiz 100 ülkeye ihracat yapmak. İlk ihracatımızı Güney Kore ve Çin’e yaptık. Türkiye’den ürünü alıp Çin’de ürettirmeye gidenler de oldu ama başaramadılar. Bu arada Yunanistan’daki şirket ülkedeki krizde finansal sorunlar yaşamaya başladı. Hammadde bölümünü değil de mamul imalat bölümünü satın aldık. Daha önce bize 7.5 milyon euroluk fiyat vermişlerdi, krizde 1 milyon euroya satın aldık. Şu anda onlardan sadece hammadde tedarik ediyoruz ama yakın gelecekte şirketin bu tarafını da alacağız. Şirketin patronunun oğlu işe sahip çıkmadı, bir kafe açtı. Böyle olunca Yunan ortağımız “Bayrağı sana devredeyim” dedi. Yakında tamamını almış oluruz.

"Açılan her kafenin yanında bir spor salonu da olmalı"

- Karate vurdulu kırdılı, hatta şiddet içerikli bir spor gibi gelir insanlara ve genellikle “Birilerini dövmek için mi yapıyorsun?” derler, size ne kazandırdı karate eğitimi?

Ben 14 yaşında girdiğim o salonda çok şey öğrendim. Dövüş sanatı, bunun çok küçük bölümü. Evet, dövüşmeyi öğrenmek için gittim ama genç yaşımda hayatı öğrenip ayrıldım hocamın yanından. Bence genç insanların bir sporla uğraşmaları çok iyi bir şey. Bence açılan her kafeye karşılık bir de spor salonu olmalı Türkiye'de. Ben hiç kavgacı biri değilimdir. Tataminin dışında birini dövmedim, kimseye bugüne kadar yumruk atmadım. Karate farklı bir felsefedir. Saygıyı esas alır aslında. Karşındakini selamlayarak başlarsın, selamlayarak bitirirsin yine. Yani en azından o zamanlar öyleydi, açıkçası şimdiki modern halini eleştiriyorum. Modernize ediliyor, neredeyse baleden farkı kalmadı. Elbette felsefesinde değişim yok ama uygulama farklı hâle geldi.

- "Mesele taşı kırmak değil, felsefeyi anlamak"

Günlük hayatınızda karatenin ne kadar yeri var?

Haftanın üç günü karate antrenmanı yapıyorum. Antrenmanlardan sonra kendimi çok iyi hissediyorum. Karate farklı bir dünya, herkes taşı kırıyor musun diye sorar. Mesele o taşı kırmak değil, felsefeyi anlamak, o motivasyon ve konsantrasyon seviyesine ulaşmak. Hakan Alpay hocamla hâlâ görüşüyorum. Bir grubumuz var, sürekli bir araya geliyoruz. Japon Karate Birliği’ne üyeyim. Sürekli seminerlerine de gidiyorum. Bunun dışında düzenli yürüyüş yaparım. Bana göre spor iyiliktir. Sporla uğraşan beyinler iyilik üretir. Ben de bundan sonraki süreçte spor alanında kariyer yapmak isteyen gençlere destek vermeyi düşünüyorum.

"Haksızlıkla yüzleşmeyi öğrendim"

- Nelere tahammül edemezsiniz?

Haksızlığa. Eskiden haksızlığa uğradığımda içime atardım ama zaman ilerledikçe değiştim, şimdi “Benim karnım ağrıyacağına haksızlığı yapanınki ağrısın” diyorum. Haksızlıklarla yüzleşiyorum. Çıkıp karşımdakine düşündüklerimi söylüyorum. Bu şekilde kendimi daha iyi hissediyorum.

"Bir yılda 22 kilo verdim"

- Yaşamak için yemek mi, yemek için yaşamak mı?

Ben yemek için yaşayanlardanım. Gurme olduğumu söylerler. Çok seyahat ederim, özgürlüğüme çok düşkünüm. Hâl böyle olunca, dünya mutfağını deneyimleme fırsatım da oluyor. Ve gerçekten her mutfağa düşkünüm diyebilirim. Yeni lezzetler tatmayı severim, timsah carpaccio bile yedim. Bence bildiğimiz balık gibi bir tadı var. Üç yıl önce diyet yaptım ve bir yıl gibi bir sürede 22 kilo verdim. Artık karbonhidratlardan uzak durmaya çalışıyorum, daha protein ağırlıklı besleniyorum. Hâlâ sıkı yemek yerim ama spor yaparak dengelemeye çalışıyorum.

"Kayıplarımızı kazanmak artık daha zor"

- Sağlamcı mısınız, riske kolay atılanlardan mı?

Ben ilk gruptanım. Sağlamcıyım, özellikle son zamanlarda daha da sağlam adımlar atmayı tercih ediyorum. Çünkü artık kaybettiklerinizi eskisi gibi kısa sürede kazanamıyorsunuz. Şartlar her gün zorlaşıyor.

Bu konularda ilginizi çekebilir