2017’nin ikinci yarısı kemer sıkma dönemi olacak

Murat YÜLEK
Murat YÜLEK KÜRESEL BAKIŞ myulek@aya.yale.edu

Türkiye 2001 krizinden sonra 2002 yılından itibaren makroekonomik dengelerini iyileştirdi ve Avrupa’daki büyük ekonomiler arasında en iyisi haline getirdi. Bu iyileşmenin en önemli unsurları bankacılık sektörü ve kamu borcu/bütçe alanında oldu. Bankacılık ve maliye alanındaki 2002 yılı sonrasındaki reform ve iyileşmeler, 2007/2008 dünya finansal krizinden Türkiye’nin yara almadan çıkmasında önemli rol oynadı. Bu sayede, Türk ekonomisi büyüme oranlarını yükseltirken enflasyonu da düşürmeyi başardı. Gemiler motora da çıpaya da ihtiyaç duyarlar. Ekonomiyi gemiye benzetirsek; her ekonominin, büyümeye ihtiyacı olduğu kadar, dünya ekonomisinin değişime uğradığı dönemlerde çıpaya da ihtiyacı vardır. (Makro) ekonomi yönetimi, büyüme (ve onun etkilediği enflasyon) ile riskleri (bankacılık ve borç krizleri gibi) birlikte düşünerek optimal patikada tutmaya verilen isimdir.

Bu yüzden, diğer ekonomiler gibi Türk ekonomisi de bir yandan ortalama büyümeyi yükseltirken (ve enflasyonu kontrol altında tutarken) diğer yandan bankacılık sektöründeki riskleri bertaraf etmelidir. Bundan da önemlisi bütçe dengesi ve borçlanmayı kontrol altında tutmak zorundadır. Bir başka deyişle, bankacılık ve maliye sektörleri bundan sonraki yıllarda da Türkiye ekonomisin ana “çıpası” olmaya devam edecektir.

2001 yılında Türkiye’nin merkezi yönetim bütçe açığı 29 milyar TL olarak gerçekleşti. Bu rakam GSYH’nın yüzde 11,64’ü gibi rekor bir açığa denk geliyordu. 2002 yılında açık 40 milyar TL’yi (GSYH’nın yüzde 11,2’si) yüzde aştı. Kasım ayında iktidar değiştikten sonra, 2006 yılında açık nomimal olarak 5 milyar TL’nin altına indirildi. Enflasyon da düşünüldüğünde bu düşüşün önemi daha iyi anlaşılır; nitekim GSYH’ya oranla açık yüzde 0,59’a geriledi. Bunlarla birlikte,borçlanma maliyeti olmasa da borç göstergeleri açısından da Türkiye Avrupa’nın büyük ekonomileri arasında en iyisi haline geldi. Bütçede kısa sürede sağlanan bu iyileşmenin temelinde faiz dışı fazla üretilmesi yatıyordu. Gelirlerle faiz dışı harcamalar arasındaki fark manasına gelen faiz dışı fazla 2002 yılında 11,5 milyar TL’den 2006 yılında 41,2 milyar TL’ye yükseldi. Düşen faiz oranlarıyla birlikte faiz harcamaları da aşağı inince, bütçe açığı yukarıda bahsedilen seviyelere gerileyerek Avrupa’nın büyük ekonomileri arasında en iyisi haline geldi (örneğin açık konusunda çok hassas olan Almanya’da, açığın GSYH’ya oranı yüzde 1,6’nın üzerindeydi).

2009 yılında, durgunluğu önlemek amaçlı genişleyici maliye politikasıyla bütçe açığı 53 milyar TL’ye yükseldi (GSYH’nın yüzde 5,28’i). Ancak hemen sonrasındaki sıkı duruşla, 2011 yılına gelindiğinde 17,8 milyar TL’ye geriledi (GSYH’nın yüzde 1,28’i).

Bu rakamları bu kadar ayrıntıyla vermemin sebebi lafı bugüne getirmek. 2016 yılında bütçe açığı 23,5 milyar TL’den 29,3 milyar TL’ye yükseldi. Bu önemli bir artış değil; GSYH’ya oran olarak açık yüzde 1,01’den yüzde 1,13’e yükseldi. Ancak kötü haber, 2017’de aynı eğilim güçlenerek devam ediyor.

Haziran ayı itibariyle faiz dışı fazla 1,8 milyar TL olarak gerçekleşti. Oysa geçen sene faiz dışı fazla aynı dönemde 27,5 milyar TL olmuştu. Böyle olunca, geçen sene ilk ayda 1,2 milyar TL fazla veren bütçe bu sene aynı dönemde 25,2 milyar TL açık verdi. Bu rakam yıl sonuna kadar toparlanamayak bir rakam değil. Ancak eğilimin devam etmesi durumunda 2017 yılında Türkiye’nin en önemli iki çıpasından birisi yara alabilir.

Bu yüzden, Türk ekonomisinin son 15 yıldaki en önemli başarısı ve şu andaki en önemli çıpasının korunması için bu yılın kalan kısmının bir kemer sıkma yılı olması gerekiyor. Bu süreci 2018 yılına sarkıtmamamız gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Chief Sustainability Officer 06 Ağustos 2018