Alain de Botton…

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ hakan.guldag@dunya.com

İsviçreli yazar ve televizyon yapımcısı… 

Harvard Üniversitesi’nde felsefe doktorasını yazarlık işi için yarım bırakan mesleğine aşık biri…
Kitaplarında ve televizyon programlarında, hayatı felsefeyle harmanlıyor…
Okurlarına, izleyicilerine öyle sunuyor… 
Denemelerinde, kavramlarla gündelik yaşamı ustaca ilişkilendiriyor…

+++

Botton’un son çalışmalarından biri bizim mesleğimizle ilgili:
Haberler…
Tamamlayıcı bir de alt başlığı var: 
Bir Kullanma Kılavuzu...
Kısa süre önce Türkçeye çevrildi…
Zeynep Baransel tarafından…
Editörlüğünü Barış Cezar’ın yaptığı kitabı, Genel Yayın Yönetmenliğini İrfan Sancı’nın üstlendiği Sel Yayıncılık yaza girerken yayımladı… 
Sel, bu yıl DÜNYA Kitap Jürisi’nden “Yılın Yayınevi” ödülünü almıştı…

+++

Neyse…

Alain de Button, kitabın ‘Edinilmiş Fikirler’ bölümüne şu sözlerle başlıyor: 
“Haberlerin en asil vaadi, cehaleti kısmen ortadan kaldırabilecek, önyargıları giderebilecek ve gerek bireylerin gerek ulusların zeka seviyesini yükseltebilecek olmasıdır…”
“Ama” diyor Button, “zaman zaman bazı çevrelerce haberler bunun tam zıddını yapmakla, yani bizi adamakıllı aptala çevirmekle suçlanır…”  

+++

Sanki Türkiye için söylenmiş gibi değil mi?
Türkiye’de haberciliğin bilgilendirerek toplumun seviyesini yukarı çekme vaadi, en azından şu sıralarda bir boş vaat olarak kalmış gibi gelmiyor mu size de?
Şöyle bir düşünüyorum da…
Gazetelerin sayfaları, TV kanallarındaki haber ve tartışma programları…
İnterneti de katın…
Ne çok yazı, ne çok yorum, ne çok program var…
Sürüsüne bereket…
Gelgelelim, bu çokluktan bir zenginlik oluşuyor mu?

+++

Son günlerde gündemin en tepesine oturan gelişmeleri ele alalım… 
IŞİD, PKK, terör, ölümler, sınır ötesi harekatlar, bombalamalar…
Bir kaostur gidiyor… 

Muhabirlerin, haber verme çabasını ayrı tutuyorum... 
Çünkü onlar her şeye rağmen, bilgi aktarmaya devam ediyorlar… 
Ancak iş problemin nedenlerini kavramaya…
Fotoğrafın, herhangi bir detayına saplanıp kalmadan, tamamını görebilmeye gelince…
Maalesef manzara-i umumiye hiç iyi değil…
Perspektif yok, doğru dürüst arka plan bilgi yok…
Onca yayın organına, onca televizyon kanalına rağmen… 
Ufkumuzu açacak yollar tıkalı…

+++

Tabii bir de, bu tıkanıklığı iyice besleyen müthiş bir tarafgirlik var… 
Herkes safını tutmuş, neredeyse yazmadan, konuşmadan ne söyleyeceğini biliyorsunuz…
Güya tartışıyoruz ama pozisyonlar baştan belli…
Sorular ne kadar sığsa, yanıtlar da o derece klişe…

Nesnellik ve problemin gerçek nedenlerine odaklanmayı rafa kaldırınca, geriye taraflı değerlendirmeler, önyargılar, söz oyunları kalıyor… 

+++

Ekonominin aktörleri bu ortamda ne yapacak?
Özellikle, danışmanlar ordusuna, farklı bilgi kanallarına sahip olmayanlar yolunu nasıl çizecek, yönünü nasıl belirleyecek? 

İş dünyası zaten, seçimden önce ‘bekle-gör’ durumuna girmişti…
Koalisyon, erken seçim tartışmaları belirsizliğinde bu durum iyice pekişti…
TOBB; MÜSİAD, TÜSİAD gibi iş dünyasının önde gelen örgütleri peş peşe ‘2015’i kaybediyoruz, bari 2016’yı kurtaralım’ anlamına gelen mesajlar veriyor…

Şimdi son travmatik gelişmeler, var olan tedirginliklere yenilerini ekledi…
Ne yönetenlerin ne de medyanın yaklaşımları da bu durumu aşmaya yardımcı olmuyor…
Olup biteni gerçekte sahip olduğu ilişkiler içinde göremiyoruz… 

Nereden alıyorsak alalım, tekrarlanan mesajları doğru kabul edip gerçekleri kavradığımız algısı içindeyiz ama aslına bakarsanız, bilgi sahibi olamadan fikir sahibi haline geldik…

+++

İçinde bulunduğumuz hal ve tarz, Alain de Button’un dikkat çektiği türde bir ‘aptallık yaymaktan’ başka bir işe yaramıyor…

Korkuyu körüklüyor, öfkeyi artırıyor, umudu ise fena halde törpülüyor…
Ve giderek rahatsız edici hale gelen bu dar çerçevenin ötesine geçemediğimiz için, ne siyasette ne ekonomide ne makro, ne de mikro düzeyde sağlam bir perspektif oluşturmamız olanaklı… 
Yarım yamalak bilgilerle gerçekleri ıskalayıp duruyoruz!

+++

Geçen haftaki Editörden’de, politika üretiminin önemine dikkat çekmeye çalışmıştık… 
Çünkü politika üretmek demek, çözüm üretmek demek!
Ama tek bir şartla: 
Katıksız gerçeklere, doğru bilgiye sahipseniz ve problemi doğru teşhis edebiliyorsanız!
Ya ondan sonra?
Ondan sonrası, büyük ölçüde sahip olduğunuz akla ve becerilere bağlı…
Ve tabii tercihlerinize…

+++

Geçenlerdeki sohbetimizde duayen iktisatçı Ege Cansen anlatmıştı: 
Adam, ahirete göçüyor…
Diyorlar ki, ‘Senin hakkında karar veremedik. Biz sana en iyisi hem cenneti hem cehennemi gösterelim. Sen kendin seç…”

Adam da, ‘Tamam’ diyor, ‘Önce cehennemi  gösterin…’
Cehennemin kapısını açıyorlar, bakıyor ki, ortada büyük bir masa, üzerinde envai çeşit yemekler, içecekler. Mükellef bir sofra… İnsanlar masanın iki tarafına oturmuşlar. Ellerine ise uzun çatal ve kaşıklar bağlanmış. Bir kavga gürültüdür gidiyor ama hiç biri yemeği ağzına götüremiyor…

Peki’ diyor, ‘Cehennemi gördüm. Şimdi de cenneti gösterin…’Götürüyorlar bu kez cennete. Bir bakıyor ki, ortada aynı ziyafet sofrası… Yine insanlar masanın iki tarafına oturmuş ve ellerinde uzun çatal ve kaşıklar. Fakat ortam sakin, herkes yemeği karşısındakinin ağzına götürüyor. Diğerini besliyor… 

+++

Cennet ya da cehennem…
Bazen tercih bizim!
Hayat ne kadar karmaşık ve ne kadar basit değil mi? 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar