Asimetrik küreselleşme

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Küreselleşme 1990’lardan 2007/2008 krizine kadar bir mitti. Küreselleşmeye karşı çıkanlara adeta dinozor muamelesi yapıldı. Çünkü küreselleşme, ekonomide eşitliği sağlayacak, yoksulluğu azaltacak sihirli bir reçete olarak algılandı. Küreselleşmeye karşı çıkmakta eşitsizliğe ve yoksulluğa evet demekti. İş dünyası, sermaye sınıfı bu mite adeta tapındı. Onlar için küreselleşme karşıtları eski kafalı kalıntılardı. 

Küreselleşmenin böyle algılanmasının nedeni sadece kavrama iktisadi olarak bakılmasından kaynaklanıyordu. Haksız da değillerdi. Çünkü küreselleşme mal, para ve sermaye piyasalarının serbestleşmesi üzerine oturtulmuştu. Ancak görüldü ki küreselleşme aynı zamanda kültürel bir bütünleşmeyi, fakat siyasal ayrışmayı da ifade ediyordu. Çünkü teknolojik gelişmeler iletişimi artırdığı için aynı geometrik ortamda yaşanmasa da, küreselleşmenin kültürü, siyasal propagandası (etnik-dinsel ayrışma) paylaşılabildi. Özellikle tüketim eğiliminin artmasında kültürel yapılanma önemli oldu. 

Ancak kriz tüm bunların sorgulanmasının yolunu açtı. Çünkü, 

• Küreselleşme sadece ülkeler arasında değil, küreselleşmenin patronu ülkelerde de eşitsizliği artırdı. Örnek mi? ABD. 

• Ülkelerdeki siyasal ayrışma etnik çatışmalara dönüştür, terörizmin artmasına neden oldu. 

• Küreselleşme sermaye yoğunlaşmasını artırdı. Bundan dolayı küçük işletmeler yok oldu. Sermaye sahipleri işçi olmaya başladı. 

• Küreselleşme devletleri, reel sektörü, hane halkınının borç batağına sürükledi. 

Küreselleşmenin egemen güçlerinin krize kadar bu yapıdan şikayeti yoktu. Kriz oyunu bozdu, ülkeler, şirketler, bireyler borçlarını ödeyemez oldu. Küreselleşmenin baş aktörü konumundaki bankalar hükümetlere istikrar programlarını dayatarak borçlarını tahsil etmeye çalıştılar. Bu programlar 2015 yılına gelindiğinde krizin en fazla darbe yiyen ülkelerinde küçük oranlı büyümeyi sağladı. Ancak bu ülkelerin borç oranlarını azaltmaya yetmedi. Bu da ekonomik canlanmayı sınırladı. 

ABD bu süreçte akılcı davrandı, parasal genişlemeye giderek krizi diğer gelişmiş ülkelere ve yükselen ülkelere adeta sattı. Bunu da rezerv para olan ulusal parası ile yani dolarla yaptı. Döviz rezervi bulunduran tüm ülkeler ABD ekonomisini finanse etti. Çin bu süreçte başı çekti. Modelin uzun süre böyle gitmeyeceği belli idi, nitekim öyle de oldu. Çin ekonomisi teklemeye başladı. Sonuçta küreselleşme asimetrik gelişti. Bir tarafta bundan yarar sağlayan ülkeler, gruplar diğer yanda ise kaybedenler. 2016 yılının ilk yarısını bitirmemize iki ay kala, bu yapı halen devam ediyor. 

Türkiye’de ise küreselleşme tartışılmadı bile. Bir kesim ona sevgili gibi sarıldı, diğer kesim toptan red etti. Halbuki “akıllı küreselleşmeye” (kavram D. Rodrik’e ait, bu başlıkla kitabı da var) gidilebilirdi. Çünkü Türkiye Mustafa Kemal ATATÜRK sayesinde yükselen ekonomi denilen birçok ülkeden daha önce siyasal bağımsızlığını elde etmiş bir ülke idi. Daha kuruluş aşamasında ulusal iktisat politikaları geliştirmişti. Bu mirasa rağmen becerilemedi. Küresel sermayeye teslim olundu. Şimdilerde ise kaynağı belirsiz döviz gelirleri ile ekonomi finanse ediliyor. Dikkat ettiniz mi? Şubat ayında Türkiye, 1 milyar 785 milyon dolar cari açık verirken, kaynağı belirsiz döviz girişi (net hata noksan kalemi) 2 milyar 878 milyon dolar oldu. Bu sayede TCMB döviz rezervini de 646 milyon dolar artırdı. 

Ekonomide yeniden dengeyi kurmak, siyasal istikrarı sağlamak için geçen yıl kitabı (21. Yüzyılda Sermaye) çok meşhur olan T. Piketty diyor ki, dünya ulus devlete geri dönmeli. Bu söylem bizim için tanıdık. 

Daha 1923’de “O” söylemişti.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019