Avrupa'daki ekonomik kriz Türkiye için fırsat olabilir mi?

Fatma MELEK
Fatma MELEK PİYASA GÖZÜYLE fatma.melek@akbank.com

Global krizin başlamasından bu yana üç yıldan fazla süre geçti. Bu süreçte Çin, Avrupa, Japonya ve ABD'de 2 trilyon doları aşan mali teşvik paketi açıklandı. Ayrıca merkez bankalarının uyguladıkları standart dışı politikalarla Fed, Avrupa Merkez Bankası (AMB), Japonya Merkez Bankası ve İngiltere Merkez Bankasının bilançoları toplamda yaklaşık  4 trilyon dolar artış gösterdi. Tüm bu desteklere rağmen belirsizlikler yüksek ve dünya ekonomisinin büyümesine ilişkin tahminler de 2009'daki daralmadan sonra en düşük seviyesinde bulunuyor. En olumsuz performans ise Euro bölgesinin ekonomisinde (IMF T: -%0.5) görülecek. 

Euro bölgesinde ekonomik faaliyetlere ilişkin önemli bir öncü gösterge iş koşullarındaki durumu gösteren PMI beklenti anketi endeksi: Ocak ayı anketi  bölgede imalat sanayinde yaşanan daralmanın yavaşladığına işaret ediyor. Bir diğer gösterge ise kredi koşullarına ilişkin  AMB'nın yaptığı anket: Ocak raporu son çeyrekte gerek kurumlara gerekse hane halkına kullandırılan kredilerdeki standartların sıkılaştırıldığına işaret ediyor.

Zira zayıflayan ekonomik görünüm bankaların finansal pozisyonlarını etkilerken, bankaların sermayelerine, geri ödeme güçlerine ilişkin artan piyasa endişeleri bankaların fon bulma kaynaklarını da güçleştirdi ve kredi verme standartları sıkılaştı. Ayrıca kredi talebi de düşük ve düşük kredi talebinin 2012'nin ilk çeyreğinde de sürmesi bekleniyor. Bu görünüm Almanya hariç tüm euro bölgesinde yaygın. İşsizlik oranı %10.4 ile tarihi yüksek  seviyesinde. Burada da ekonomiler ayrışıyor. Almanya'da işsizlik son 20 yılın en düşük seviyesine gerilerken, İspanya'da %22.9 olarak gerçekleşti.  Sonuç olarak  ülkeler arasında farklılaşmalar bulunmasına rağmen  euro bölgesi durgunlukta.

ABD'ye ilişkin görünüm daha olumlu: Zira büyümeyi destekleyen faktörler var. Bunların başında  çok borçlu finansal sektör ve hane halkının borçlarını sürdürülebilir seviyelere düşürmesi, ve şirketlerin nakit durumlarının güçlü olması geliyor. Ancak konut piyasaları krizde az bir toparlanma gösterdi. Yetersiz  büyümenin en önemli göstergesi  de emek piyasasında düzelmenin yavaş olması.  Büyüme, işsizliği %6'nın altına getirmek için yetersiz kalıyor ve enflasyon riski bulunmuyor. İşsizlik %8.5. Fed uzun dönemli doğal işsizlik oranını %5-%6 olarak öngörüyor ve bu seviyeye Fed tahminine göre 2014'de ulaşılabilecek.

Bu koşullarda AMB ve Fed de  desteklerini artırdı. ABD'de politika faiz oranları 3 yıl daha bu seviyelerde - yaklaşık yüzde sıfır - kalacak. Gerek görüldüğünde, daha güçlü büyümeyi teşvik etmek için, Fed'in bilançosunun daha da  genişletilmesi - üçüncü bir miktarsal genişleme (QE)- gündeme gelebilecek.

AB'de ise 2012 yılında AB ülkelerinin tahvil borç geri ödemeleri 1.4 trilyon euro.  Geri ödemeler ilk çeyrekte yoğunlaşıyor. Bankalar Haziran 2012'ye kadar sermayelerini yükseltmek zorundalar. Bankalardaki sermaye açığı tahmini 115 milyar euro. Bankaların ilk çeyrekte 230 milyar euro bono geri ödemesi var.

Eldeki kaynaklar yeterli mi?: Yeni Avrupa İstikrar Fonu (500 milyar euro) ve olabilecek bir IMF  desteği ile toplam kaynakların (tahmini 600-850 milyar euro) beklenen güçlü etkiyi yaratmayacağı görüldü. Ancak AMB'nın Aralık'ta bankalara sağladığı 3 yıllık yaklaşık 500 milyar euroluk likidite (LTRO) ve Şubat sonunda 2. tur sağlayacağı yeni 3 yıllık yeni likidite - piyasada bu tutarın 1 trilyon euroya kadar yükselebileceği bekleniyor - riskleri düşürdü. Dolayısıyla likidite operasyonu bankalara gerekli likiditeyi ve dolaylı olarak ülke bono alımları için gerekli fonlamayı sağlayacak. Zaten son dönemde Avrupa borçlanma ihalelerinde talebin yüksek geldiğini ve faizlerin gerilediğini görüyorız.

Yeni koşullarda Türkiye için ne gelişmeler beklenebilir?

AMB'nın bankalara uzun vadeli verdiği likidite kolaylığı ile banka bilançolarında ciddi bir küçülme/acil borç azaltması beklemiyoruz. Dolayısıyla Türkiye'ye gelecek fon kaynaklarında  bir daralma olmayacak ve büyümeyi destekleyecek. Türk bankalarının 2012'de yurt dışı kredi geri ödemesi 14.2 milyar dolar, bunun 8.0 milyar doları ilk yarıda.

LTRO operasyonu ve Fed'in son hareketi ile bol likiditenin sürecek olması risk alma iştahını  destekledi. Gelişmekte olan ülkelerin para birimleri bu süre zarfında dolara karşı %5-%7 arası değer kazandı. TL'nin değer kazanımı %7 olarak gerçekleşti.

Bu eğilim devam eder mi? IMF finansal istikrar raporu gelişmekte olan ülkelere giden sermaye akımlarının en belirleyici öğelerinden birini olumlu büyüme görünümü olarak  belirtmiş. Risk alma  iştahı ve ülke riski de diğer belirleyici unsurlar. Ayrıca 2008 krizinde gelişmekte olan ülkelerin dayanıklı performansları ve olumlu borç dinamikleri de sermaye akımlarını olumlu etkileyen faktörler arasında yer alıyor. Ara düzeltme hareketleri gelse de, risk alma iştahında önemli bir bozulma olmadığı takdirde TL'de değer kaybı beklenmemeli. Hatta bir çok gelişmekte olan ülkelerin para biriminin 2010 yılındaki gibi tekrar değerlenme baskısı ile karşı karşıya kalacağı ve merkez bankalarının odak noktasının yine  bu yöne kayacağı öngörülebilir. Türkiye'de enflasyon baskıları azalacak.  Ancak son aylarda gerilemesine rağmen, cari açık hala çok yüksek ve küresel likiditenin bol olduğu koşullarda  talebi düzenleyici politikalar öne çıkacak.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
2016 Beklentiler 07 Ocak 2016