Başarı eşiğimiz neden düşük?

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

 

2004 yılının Aralık ayını dün gibi hatırlıyorum. Yani Türkiye'nin hükümeti,basını ve sivil toplumuyla çıkarma yaptığı,Avrupa Birliği ile müzakerelerin başlamasını kutladığımız coşkulu Brüksel toplantısını.Daha üç yıl öncesinde derin bir kriz ile dibe vuran,büyük güç kaybına uğrayan ülkenin kısa zamanda makroekonomik dengelerini yeniden kuran bir istikrar programını tek parti iktidarı ile tamamlaması,ekonomik yapıyı güçlendirecek reform sürecini başlatması ile geri gelen özgüvenimizi sıçratan bir gelişme olmuştu bu.O ivme ile hızlanacak gelişme sürecinin rekabet yarışında kaybettiğimiz mesafeyi kapatmamızı sağlayacağından umutlanmıştık.Nitekim yıllık 1 milyar dolarda tıkanan dış yatırım girişlerinde patlama ve üstüste yüksek büyüme oranları ile 2007 sonuna kadar trend de bu doğrultuda oldu.Ancak daha sonra manzaranın değiştiğini,cari açık bağımlılığının kronikleştiğini ve büyümenin sürdürülebilir olmadığının anlaşıldığını hepimiz biliyoruz.

2004 ile 2012 farkı
Aslında aradan geçen sekiz yıl sonunda bugünkünden daha iyi bir noktada olmalıydık. AB sürecindeki yavaşlama ve heves kaybı bu açıdan önem taşımıyor. Çünkü yatırım ve büyüme dinamiklerini olumlu etkileyen değişken, AB üyeliği değil AB süreci ve reform takvimiydi. Yani bir aksamadan söz edeceksek, bunun büyük ölçüde kendi kontrol alanımızdaki politika ve eylem setiyle ilişkisi bulunduğunu kabul etmeliyiz. Kuşkusuz küresel konjonktürdeki değişmeler de önemli, ancak yükselen ülkeler grubunun performansı ile kıyaslandığında geride kalıyorsak, başlangıçta umduğumuz başarıyı sağlayamadığımız açık.
Doğrusu işleri böyle yarıda bırakmamız ilk değil. Ekonomide çok da sık olmayan başarı hikayelerimizin bir başkasında yani 80'li yıllarda da, bozulan dengeleri yeniden kurduğumuz 24 Ocak kararlarının ardından birkaç yıl hızlanan değişim süreci, ardından tersine dönmüş, özelleştirmeden vergi sistemine, piyasaların liberalleşmesinden hukuk güvenliğine bir dizi reform inisiyatifinden vazgeçilmişti. Anlaşılan başarıya doyma eşiğimiz fazla yüksek değil; kapsamlı, kalıcı ve uzun vadeli bir performansı hedefleyip gereğini yapacak bir kararlılık gösteremiyoruz. Ya da siyasal, sosyal, kurumsal şartlarımız buna elvermiyor.

Siber toplumda performans
Zaten yarıda bıraktığımızdan yakındığımız işler de bu şartların dönüştürülmesi ile ilgili. Şirketlerimizin ölçeği ve teknoloji düzeyi, işgücümüzün niteliği, yargı sistemimizin etkinliği, bilim üretimindeki kapasitemiz, ya da benzeri alanlarda gideceğimiz yol hala çok uzun. Üstelik kamuoyunda benimsenen, medyada abartılarak yer verilen başarı örneklerinin bu yapısal zaaflar ile bunların giderilmesi ile bir ilgisi de yok.

Bu nokta önemli, çünkü sadece yapısal reformlar açısından değil, günlük ekonomik gelişmeler konusunda da bir bilgi ve söylem karmaşası yaşanıyor. Artık bir aşırı tüketim ya da eksik tasarruf sorunu olduğu kabul edilen cari açık çıkmazı ortada iken lüks tüketim ithalini ya da gayrimenkul savurganlığını özendiren haberlerden geçilmiyor. Unutmayalım ki artık sadece kapitalist değil, bunun ötesinde bilgi ve iletişime dayalı sibernetik bir toplumsal hayat söz konusu; sadece üretici ve tüketici değil, onlardan da çok ikisi arasındaki ilişkileri biçimlendirip yeniden üreten kültür, medya ve iletişim gibi faktörler ekonomiyi ve sistemin işleyişini etkiliyor. Bu mecralardaki yönetimlerin de performansta sorumluluğu var.

Dezenformasyonun zararı
Demem o ki sadece kamu yönetiminin ya da piyasadaki karar birimlerinin değil, bilgi akışını ve tartışmaları yönlendiren kurumsal merkezlerin de önceliklerin doğru tespiti ve rasyonel tercihlerin yapılması bakımından katkı sağlayıp sağlamadığı önemli. Sözgelişi tüketimin ölçüyü kaçırdığı bir ekonomide, tüketim harcamaları ciddi bir vergi ödeme kapasitesine işaret eder. Bunun yoksullara darbe vuracağını söylemek demagojidir, zira gıda gibi temel tüketim ürünleri ayrıştırılabilir. Dolaysız vergilerin düşüklüğü bundan bağımsız bir konudur ve kamusal tasarrufları artırmak için gereklidir. İster dolaylı ister dolaysız olsun hafifletilecek vergi yükü ise, verimliliğe ve rekabetçiliğe katkı yapacak istihdam maliyeti ya da bilgi teknolojisi gibi alanların üzerinde olandır. Aynı durum, teşvik sistemi ile ilgili talepler ve değerlendirmeler açısından da geçerli.
Sorunlardan toplum sorumlu tutulamaz ama toplumu yönlendirenler bu bağışıklıktan yararlanamaz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019