Bu düzen değişmeli

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Meraklanmayın yumruğum havada sokaklara çıkacak yaşı çoktan geçtim. Bu düzen değişmeli derken öyle radikal ekonomi-politik öneriler yapacak değilim. Yapacağım öneriler düzenlerin yasa dışı olmayan ama ahlak ve insaf kurallarını zorlayan yönlerini ilgilendiriyor. Düzenlerin ‘gelir dağılımı’ adaletsizliğine yol açan tarafını belki düzeltemeyiz ama düpedüz ahlaksız uygulamalarına engel olabiliriz ve olmalıyız.

Önce bazı şeyleri açıklamaya çalışacağım. Bu nedenle laf biraz uzayacak ve sadede gelmem bir iki hafta sürecek. Bu arada “Hoca lafı uzattın” falan diye eleştiri yazacaksanız zahmet etmeyin. Kalbinizi kırarım. Elli küsur yıllık bir arkadaşımı otuz-beş yaşında bir doktorun zorlamasıyla terk etmenin yarattığı bir gerginlik içindeyim. Üzerinize afiyet sigara içmiyorum ve bu nedenle burnumdan soluyorum.

Koç Holding'in Yönetim Kurulu üyesi Sn. Ali Koç G-20 zirvesi öncesi sarf ettiği sözleriyle eskiden gelen bir tartışmayı alevlendirmişti. Sn. Koç "Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir.” Şimdi bu demeci ben versem “Hoca bu yaştan sonra solculuk yapıyor” der geçerdiniz. Ama bunu Türkiye'nin en büyük holdinglerinden birinin yönetim kurulu üyesi söyleyince ilgi çekti. Basında bu demeç adet olduğu üzere sansasyonel ‘vahşi kapitalizm’ başlığı altında bir süre tartışıldı, sonra kaynadı gitti. Sn. Koç bu sözleri için hem beğeni almış hem de eleştiri. Söylediklerine gösterilen tepkiler iki kitap kalınlığındaymış.

Sn. Koç’u tanımam. Bu nedenle söylediklerini basından takip ettiğim kadarıyla biliyorum. Anladığım kadarıyla Sn. Koç eşitsizlik yani adil olmayan servet dağılımından şikayetçiydi. Yani Global-liberal düzenin servet dağıtımında başarılı olamadığını söylüyordu. Sn. Koç bunda haklıydı ama sorun keşke bundan ibaret olsaydı.

Defalarca yazmıştım. Ben iktisatçı değilim ama biraz aklım erer. Benim bildiğim kadarıyla ekonomik-politik düzenlerin iki temel işlevi vardır: Servet yaratmak ve servet dağıtmak. Adı ne olursa olsun kapitalist, faşist, sosyalist, komünist, nihilist, demokrasi, diktatörlük tüm ekonomik-politik düzenler sürdürülebilirlik için bir biçimde servet yaratıp onu da bir şekilde dağıtmak zorundadırlar. Yaratamadığınız şeyi dağıtamazsınız. Servet yaratamayan düzenler sürdürülemez. Yarattığınız serveti dağıtmazsanız, ki bunun adil olması ille de şart değildir, böyle bir düzen de sürdürülemez. Tabii sürdürülemez derken çöküntüye bir süre vermek olanaklı değil. Çöküntünün elektrik kesilir gibi bir anda, karanlığa boğulmak gibi olacağını söylemek de saçma olur. Düzenlerin ‘çöküşünün’ tek bir tipi de yoktur.

Günümüzün Global ekonomik düzeni içinde servet yaratmaya çalışan ülkelerin çoğu bunun için ‘liberal’, ki sanıyorum kapitalist kelimesi artık ‘sinir’ kelimelerden oldu onun için liberal deniliyor, düzeni seçtiklerini söylüyorlar. Liberal ekonomik düzen, serveti özel sektör denilen kesimin yaratmasını, bu servetin dağıtımını da piyasa mekanizmalarının ve devletinin yapmasını ön görüyor. Bu düzende devlet, dağıtımdaki rolü olanak ölçüsünde güvenlik, savunma, alt yapı gibi alanlara kısıtlanırken yine olanak ölçüsünde servet yaratacak etkinliklerden de uzak tutulmaya çalışılıyor. Bu tabi ideal, limitte bir tarif. Bunun tersi de sosyalist ekonomiler. Orada da devlet ben serveti hem yaratırım hem de dağıtırım diyor. Bu da ideal ve limitte bir tarif. Çoğu rejim bu iki ucun arasında bir yerlerde.

Benim gençliğimden bu yana ülkeler genel olarak ‘liberalizme’ kaydılar komünizmden uzaklaştılar. Servet yaratıldı ama ‘adil’ veya ‘eşit’ falan dağıtılamadı. Zengin ve fakir arasındaki uçurumun hem genişliği hem de derinliği arttı. Sonunda bir çok yazar, çizer, düşünür, siyasetçi Sn. Koç gibi “Bu gidiş iyi gidiş değil” diyerek bu global-liberal eğilimin daha başında yani bir otuz, kırk sene öncesinde “Bu pek iyi bir fikre benzemiyor” diyenlere katıldılar.

Tartışma bitmedi. Biteceği de yok zaten. Düzen yokuş aşağı freni patlamış kamyon gibi gidiyor. “Bu düzen değişmeli” diyerek şikayetçi olanların ortaya koyduğu bir seçenek model de pek yok. Neyin nasıl değişmesi gerektiği ve bunun nasıl yapılacağı konusu sloganlar değil çok çalışma istiyor. Öyle kolay değil. O nedenle “servet dağılımında haksızlık var bu böyle düzelir” diye yalapşap yapılan önerilere de şüpheyle bakıyorum. Bu önerilerin çoğunun uygulama ilkeleri bile belli değildir. Velhasıl-ı kelam global-liberal düzenin servet dağılımı sorununa bir çare bulunması olasılığı zayıf. Ben “Bu gidişat hayra alamet değil” konulu ilk yazılarımı 1990 yılında yayınlamışım. O yazılardan bu yana fikirlerim değişmiş değil. Aradan neredeyse otuz sene geçmiş. Düzen henüz çökmemiş. Demek ki düzenlerin sürdürülebilirliği öyle üç beş senelik meseleler değil. Gelelim ana konuya. Global-liberal düzenin servet dağılımı konusundaki başarısızlığının tedavisi o kadar kolay olmadığına göre ne yapacağız. Başından beri yapmamız gereken şeyi. Başarının tanımını değiştireceğiz.

Başarının tanımını değiştirmek ne demek. Önce şikayetçi olduğumuz düzenin başarı tanımına bir bakalım. Bu düzende servet yaratma yükümlülüğünü üstüne yıktığımız ve özel sektör dediğimiz işletmeleri yönetenlerden yasaları ihlal etmeden başarı bekliyoruz. Yani yasa sınırları içinde kalarak işletmelerinin varlıklarını arttırmalarını bekliyoruz. Onlar başarılı olsunlar ki vergi versinler, iş sahaları açsınlar, ülkenin ihtiyaç duyduğu dövizi getirsinler vesaire. Bu o kadar da karmaşık bir felsefe değil. İnsanların birbirleri için değil kendileri için çalıştıklarında daha başarılı işler yapacaklarına dayanan bir dünya görüşü. Bu tür düzenlerde kahramanların tanımı da buna göre yapılır. Çoğu tanım da mali ölçütler kullanılarak verilir.

İşletmelerin ve/veya işletmecilerin başarılarını ölçmek için kullanılan tanımlar veya ölçütler zaman içinde çok da değişmemişlerdir. Muhasebe ve maliye muhasebe ve maliye olalı dengeli skor kardı (BSC) falan gibi bir kaç fanteziyi bir kenara bırakırsanız işletme/işletmecinin başarısı ‘netice’ denilen mali sonuçlar cinsinden ölçülür. Bazı ölçütler bir kaç mali skoru birleştirerek değerlendirme bile yaparlar. Söz gelimi, Piotroski F-skoru aktif karlılığı, işletme nakit akışı, aktif karlılığındaki değişme, tahakkuklar, kaldıraç oranı, kaldıraç oranında değişme, cari oran, cari oranda değişme, hissedar sayısı, brüt satış karı, varlık devir hızı gibi değişik ölçüleri birleştiren böyle bir ‘başarı’ değerlendirme yöntemidir.

Hisseleri borsada alınıp satılan işletmelerin başarıları hisse senetlerinin değerlerinin artışı ile ödüllendirilir. İşin başı da sonu da budur. Başarılı yönetici işletmesinin hisse değerlerini arttırır. Yasaları ihlal etmediyse, en azından bilindiği kadarıyla ihlal etmediyse veya bir şekilde kitabına uydurduysa işletmesinin hisse senetlerinin değerini arttıran işletmeci baş tacıdır. Hepsi bu. Haftaya size bunun neden kapitalizme ‘vahşi’ denilmesine neden olan bir başarı tanımı olduğunu örneklerle açıklayacağım.

Mesela 2008 yılında hisseler 13 dolarken başına geçtiği işletmesinin hisselerini 2015 yılında 240 dolara çıkaran başarılı!! bir işletmeciyi anlatacağım. Bu işletmeci bu işi hiç bir yasayı ihlal etmeden başarmış. Hiç bir yasayı ihlal etmemiş ama bana sorarsanız müebbet hapis yemesi gerekirdi. İşte başarının tanımını değiştirmeliyiz derken ne demek istediğimi bu işletmecinin ‘başarısının’ sırrını öğrenince anlayacaksınız. Eminim o zaman siz de “Bu kapitalizm değil. Başarı böyle tanımlanmamalı. Başarıyı böyle tanımlar, böyle ölçersek bu işin sonu çok kötü olacak” diyerek bana katılacaksınız. Global-liberal düzeni değiştirmeye gücümüz yetmeyebilir ama bazı şeyleri değiştirerek vahşete engel olabiliriz.
Sağlıcakla kalın

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019