Büyük hedeflere büyük dinamikler...

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ hakan.guldag@dunya.com

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde temel hedefi ekonomisini tuzağa takılmadan büyütmek olmalı. Hedeflerde mutabakat var. Zemin de hazır. Haydi artık!

 

hakan_kisi_milli.jpg

 

Geçen haftaki Editörden’e çok tepki geldi...
Hatırlarsanız, Bülent Eczacıbaşı’ndan yola çıkmıştık. Cari açığı ‘bir saatli bombaya’ benzetiyor ve ‘cari açık finanse  edildiği sürece sorun yok’ yaklaşımının tehlikelerine dikkat çekiyordu Eczacıbaşı...
Ve ardından ekliyordu: “Son 10 yılda yapılanlarla Türkiye’nin kendine güveni geldi. Ama bu büyüme modeli ile 2023 dahil hedeflerini yakalaması mümkün değil. Güvenimiz yerindeyken, büyüme modelini değiştirmemizin tam zamanı...”
  ***
Dr. Muhterem Köse...
Maden Yüksek Mühendisi...
Gönderdiği mesajda, o da aynı konuya değinmiş. E-postasına Madencilik Türkiye dergisinin son sayısında çıkan makalesini de eklemiş. Makalenin başlığı; “Neden 1 dolar ihracat için 1.6 dolar ithalat yapmak zorundayız?” Makalede, sanayileşme sürecindeki Türkiye’nin, kömür ve metal madenlerinin üretiminde, ABD, Almanya ve İngiltere gibi sanayileşmiş ülkelerin 100 yıl önceki üretim değerlerinin bile çok gerisinde kaldığı vurgulanıyor...
  ***
Dr. Köse, maden aramalarına harcanan risk sermayesinin çok yetersiz olması gibi sektörün ana sorunlarını...
Bunun Türkiye’deki maden aramacılığının uluslararası standartların çok gerisinde kalmasına yol açtığını...
O kadar ki, Türkiye’nin 75 yılda gerçekleştirdiği maden arama sondajını Kanada’nın 1.5 yılda, Avustralya’nın ise 3 yılda gerçekleştirdiği gibi olguları sıraladıktan sonra..
“İhracatı arttıkça ithalatı daha fazla artan ve sürekli cari açık veren bir ülke olmaktan kurtulmanın yolu, ithalatına her sene milyarlarca dolar ödediğimiz hammadde ve ara mallarda dışa bağımlılığımızı azaltmaktan ve katma değeri yüksek ürünler üretebilen sanayileri teşvik etmekten geçmektedir” diyor. Ömer Cihad Vardan...
İş dünyamızın kanaat önderlerinden...
Diyor ki, “Yazınızın başlığında olduğu gibi ‘artık yeni şeyler söylemek lazım’. Hatta bence söylemekten öte, artık söylenenleri fiiliyata geçirmek lazım... Eğer bu sorun (cari açık) hepimizin sorunu ise, 2023 hepimizin hedefi ise, daha fazla refah ve mutluluk arıyorsak, o halde tüm vücudumuzla sistemin içinde olmamız ve birlikte hareket etmemiz gerekir.”
  ***
Devam ediyor MÜSİAD’ın önceki başkanı: “Hatırlarsanız, 2011 raporumuzda ‘Stratejik Dönüşüm’den bahsetmiştik.
Öncelikle kendi iş adamlarımıza seslenmiş, mutlaka eski alışkanlıklarından kurtulup, yeni imalat modellerine, yeni teknolojilere geçmelerini ve aslında teknoloji üretmelerini istemiştik. Sonra hükümete de seslenerek, kamu yönetiminde, yargı sistemimizde ve tüm eğitim sistemimizde zihin ve yöntem değişikliğine ihtiyacımız olduğunu dile getirmiştik. Yeni  ihtiyaçlara göre artık hep beraber alışkanlıklarımızı terk etmedurumundayız. Cari açığın yok edilmeye çalışılmasına ve bilahare 2023 ve muhtemel sonraki hedeflere ulaşabilmesine yönelik olarak topyekun ezber bozan stratejik dönüşüme ihtiyacımız olduğu açıktır...”
  ***
Daron Acemoğlu...
Dünyanın sayılı iktisatçıları arasında gösteriliyor...
Geçen hafta 9. Kadir Has Ödülleri’nden birini almak üzere İstanbul’daydı...
“Kişi başına geliriniz bin dolarken 15 bine çıkmak çok zor değil” diyor; “Büyük yatırımlara gerek yok. Ekonomiyi biraz açmak, biraz devlet teşviği, tamam...
Ancak 10 bin, 15 bin dolarlık gelirden sonra büyüme zor.
Ucuz işgücüyle büyüme zorlaşıyor. Farklı bir yapıya ihtiyaç var. Teknolojiyi itmek, dünyanın en iyi teknolojilerinden en az birine sahip olmak gerek. Bundan sonra Çin’in de yapmakta zorlanacağı şey bu...”
  ***
Muhtar Kent...
Coca Cola’nın Başkanı ve CEO’su... Bir süre önce o da aynı konuyu, Ege Genç İşadamları Derneği’nin İzmir’deki bir toplantısında farklı sözcüklerle  ifade etmişti: “Yükseldikçe hep oksijen azalır.
İşler zorlaşır... Bu, ülkeler için de, şirketler için de geçerli. Coca Cola vizyonunda 10 yıl içinde 100 milyar dolar cirodan 200 milyar dolara çıkması öngörülüyor. 50’den 100’e getiren unsurlarla 100’den 200’e getiren unsurlar çok farklı olacaktır. Aynı şekilde, kişi başına düşen milli geliri 5 bin dolardan 10 bin dolara çıkaran plan, proje ve vizyon bizi, 10 bin dolardan 20 bin dolara götüremeyecek. Çok daha farklı şeyler gerekiyor...”
  ***
Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz: Orta gelir tuzağı...
Mevcut tablo Türkiye’de butuzak riskini açıkça ortaya koyuyor. Orta gelir grubu ülkeleri, kişi başı gelirin 10 bin ile 15 bin dolar arasındaki ülkeler olarak tanımlanıyor...
Kimi hesaplara göre, orta gelir tuzağını aşmak için gerekli eşik kişi başına 16 bin 400 dolar...
Bir başka kriter ise ABD kişi başı gelirinin yarısını aşmak olarak kabul ediliyor ki, bu bugünkü değerlerle yaklaşık 24 bin dolar...
Ancak, doğrusu herkesin üzerinde uzlaştığı bir baz yok...
6 bin dolar civarındaki Tayland, kişi başına geliri henüz 3 bin dolara ulaşmayan Filipinler ya da 4 bin dolara ancak ulaşan Endonezya da ‘orta gelir’ ülkeleri olarak görülüyor...
  ***
‘Orta gelir’ konusunda bir mutabakat yoksa da ‘tuzak’ konusunda var...
Gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülke konumuna ulaşmaktaki zorluklar ‘tuzak’ olarak kabul ediliyor.
Bu zorluklar genellikle üretim yapısı, üretkenlik ve kurumsallaşmada kendini gösteriyor...
Eğer bir ülke, kar marjlarının düşük ve rekabetin yoğun olduğu ürünleri ihraç eden, buna karşılık teknolojisi ve katma değeri yüksek ürünleri ithal eden bir ekonomik yapıya sahipse orta
gelir tuzağına takılıp kalma riski yüksek...
Kısırdöngüyü kırıp, üretimini yüksek kazanç sağlayan ürünleri ihraç edebilir hale dönüştürenler ise tuzaktan kurtuluyor...
  ***
Gelin görün ki, bu o kadar kolay değil. Son yıllarda bunu başarabilmiş tek ülke var; o da Güney Kore...
En yakın adaylar Türkiye ve Polonya...
Bana sorarsanız Türkiye, bunu başaran ikinci ülke olabilir...
Ekonomi son dönemde daha sağlamlaştı. Yeterli dinamizme de sahibiz. Türkiye, artık ana hatları ortaya çıkmış bulunan yol haritasını oluşturarak, gerekli adımları atmaya başlayabilir...
  ***
Sadece Bülent Eczacıbaşı ya da Muhtar Kent değil...
Sadece MIT Economics profesörü, Nobel adayı Daron Acemoğlu değil...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül...
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan. Ekonomi ile ilgili tüm bakanlar...İktidar ve de muhalefet... DÜNYA yazarları dahil ekonomi gazetecileri...
Hepimiz “orta gelir tuzağı” konusunda yakın dönemde uyarılarda bulunduk, bulunuyoruz...
  ***
Artık biliyoruz...
Yaklaşık 40 yıldır ‘orta gelir’ kategorisinde takılıp kaldık...
Bir anlamda patinaj yaptık...
Son 10 yılda ise tablo değişti. Kişi başına gelir 10 bin doları aştı. 2002-2011 dönemindeki 10 yılda ortalama büyüme hızımız düz hesap yüzde 5.4...
Kümülatif olarak ise yüzde 6.8...
Büyüme performansımız iyi...
  ***
Eksiklerimizi de biliyoruz...
İşte YGS pazar günü yapıldı. Her dört öğrenciden birinin okuduğunu anlamadığı bir lise sistemi ile... Her dört kişiden birini işsizler ordusuna gönderen bir üniversite sistemi ile bu hedeflere ulaşmamızı beklemek sadece hayalcilik olur...
  ***
Devletin ‘aktif’ öncülüğünde...
Eğitim düzeyimizi yükselterek...
İleri teknolojiye yatırım yaparak...
Ar-Ge’yi üretim yapımıza entegre ederek...
Verimliliğimizi artırarak...
Orta gelir tuzağından kurtulabiliriz.
Yeter ki, artan özgüvenimize aşık olup, rehavete kapılmayalım...

Üretim + Teknoloji = Rekabet Gücü...
Geçen hafta, “Evet, Avrupa’ya otomobil ihraç ediyoruz ama geçen yıl ithal ettiğimiz otomobillere 6.4 milyar ödedik...” diye yazdık. Bir okurumuz, “İhraç ediyoruz etmesine de, o ihraç ettiğimiz otomobiller için olanlar dahil, toplam motor ithalatımız da yılda 6 milyar doları buluyor” demiş... Bir başkası, İSMMMO’nun raporuna atıfta bulunarak, “Türkiye’nin bu çağda hala hiç üretemediği pek çok ürün var. Bunlara da yılda 30 milyar dolara yakın para ödüyoruz” bilgisini paylaşmış...
Bir diğeri ise, “Yüksek teknolojili ürünler üretmeliyiz diyorsunuz. İyi güzel de, Türkiye’yi ayakta tutan tekstil, hazır giyim, gıda ve seramik gibi sektörler. Bu sektörler, hem Türkiye’nin işsizlik sorununun ilacı hem de ticaret fazlası verdiğimiz yegane sektörler... Onları da terk edersek, halimiz nice olur?” uyarısında bulunmuş...
Türkiye’de dış ticaret 1947 yılından bu yana hemen her yıl “açık” veriyor. Cari işlemler dengesi de öyle...
Ben şuna dikkat çekmek istiyorum: Türkiye gibi, kazanç oranı düşük ürünleri ihraç edip, yüksek teknolojileri ithal edenlerin dış ticaret açığı vermesi kaçınılmaz. Bizim, kazanç oranı yüksek ürünleri
ihraç edip, düşük ürünleri ithal edenlerin arasına katılmaktan başka çıkış yolumuz yok...
Hazır giyim, seramik, gıda gibi geleneksel ihraç ürünlerimize gelince...
Terk etmek şöyle dursun, bu sektörlerde, nano teknoloji kullanımı başta olmak üzere, her tür becerimizi kullanarak katma değerin yükseltilmesine öncelik verilmesi gerektiğini savunuyorum...
Ancak şurası bana göre çok açık ki; Türkiye,
Üretim yapısını değiştirmeden...
İhracatında yüksek teknolojili ürünlerin payını artırmadan...
Küresel değer zincirlerinin katma değerin yüksek olduğu halkalarında rekabet gücü kazanmadan..
Ne dış ticaret ne de cari açıktan kurtulamaz...
Açık olan bir şey daha var: Bir ülkenin teknolojik düzeyi ile dış ticaret gücü arasındaki reddedilemez bağlantı...
Ve bu konuda yukarıdaki tabloda da görüldüğü gibi henüz iyi bir yere gelemedik. Doğrusunu söylemek gerekirse yerimizde sayıyoruz...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar