Büyük şirketlerin artan hegemonyası

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com


Çok uluslu şirketlerin dünya ekonomisini şekillendirdiği ve hatta yönettiği iddiası yeni bir iddia değil. Özellikle sol görüşteki sosyal bilimciler bu görüşü 1950’li yıllardan beri dile getirmişlerdir. 1980’li yıllarla birlikte Batı siyasetinin neo-liberal akımlarla iyice iş dünyasının etkisi altına girdiği de herkesin malumu. Artık Batıda “devlet adamı” sıfatından çok, “iş takipçisi” sıfatına layık siyasetçiler görmeye alıştık doğrusu. (Belki de bu nedenle Trump gibi müesses nizama aykırı tiplerin de popülaritesi artıyor. Tabii, bu durumu bir iyiye gidiş değil, sadece aksi yöne bir savrulma olarak görmek lazım.)

Son dönemde yaşanılan bazı gelişmeler çok-uluslu şirketlerin kural ve sınır tanımazlığına çok iyi örnekler teşkil etmekte. Bunlardan ilki dünyanın en büyük 2 otomobil üreticisinden biri olan Volkswagen’in dizel motorlarının karbon dioksit emisyon değerlerini bir yazılım vasıtasıyla gizlemesi oldu. Ben ilk duyduğumda açıkçası böyle bir rezalete inanamıştım. Bunu yapmak (hatta yapabilmeyi düşünmek) için çok fütursuz ve cüretkar olmak gerekiyordu. Neyse, bu durum ortaya çıktı ve Volkswagen (ve belki başka otomobil firmaları da) yüksek miktarlı cezalar ödemek durumundalar. Ancak insan düşünmeden yapamıyor: “Bunu yapan acaba başka neler yapar?”

Yukarıdaki örnek aslında klasik bir “eski sanayi” (old industry) şirketinden. Halbuki, günümüzde artık egemenlik “yeni teknoloji” şirketlerinde. Artık asıl büyük ve güçlü olanlar Apple, Facebook, Google ve Amazon gibileri. (İçlerinde Samsung gibi “eski sanayi” köklerinden gelip kendisini yeni teknolojiye adapte etmeyi başarmış olanlar da var.) Bu şirketler güçlendikçe ve kasaları şiştikçe “satın alma ve birleşmeler” (M&A) yoluyla daha da büyük ve güçlü hale gelmekteler. Dünya ekonomisinin durgun haline rağmen bugünlerde M&A’lerin yıllık hacmi 90’lı yıllardakinin 2 katına ulaşmış durumda. Bunun sonucunda da, örneğin ABD’de en büyük 100 şirketin yarattığı değer 1994’te toplam milli hasılasının yüzde 33’ü iken, bugün yüzde 46’sı. (Bankacılıkta ilk 5 bankanın aktiflerinin payı ise 2000’den beri yüzde 25’ten 45’e yükselmiş.)

Çok-uluslu şirketlerle ilgili önemli sorunlardan biri de bu şirketlerin vergi ödemeyi hiç sevmiyor olmaları. Nitekim, AB Komisyonu daha geçen ay Apple şirketini vergi kaçırma suçundan 13 milyar euro gibi dudak uçuklatıcı bir cezaya mahkum etti. (AB’nin iddiasına göre Apple son 10 yılda İrlanda hükümetinin kendisine tanıdığı bazı vergi imtiyazları sayesinde Avrupa’daki operasyonlarından elde ettiği kâr üzerinden neredeyse sıfır vergi ödemiş bulunuyor.)

Vergiden imtina etmelerine karşı bu yeni teknoloji şirketlerinin icatlarının içindeki bileşkenlerin çok büyük bir kısmının bizzat devletlerin kendi kamu kurumlarında halkın vergileriyle finanse ettiği araştırmaların ürünleri olması da işin bir başka boyutu. (Örneğin, son yıllarda devletin inovasyon üzerindeki yadsınamaz rolünü ön plana çıkartmasıyla tanınan “Girişimci Devlet” kitabının yazarı ekonomist Mariana Mazzucato’ya göre bir Apple İphone’u oluşturan yazılım ve donanımların önemli bir bölümü kamu ARGE’si sonucunda elde edilmiş bilgi ve icatlara dayanıyor.)

The Economist dergisi bu haftaki ana başlığını bu soruna (dev şirketlerin artan piyasa hakimiyeti ve bunun ekonomi üzerindeki menfi etkileri) ayırmış. Bir çözüm olarak The Economist bu dev şirketlerin serbest piyasayı bozan aktivitelerine karşı ihtiyatlı politika yapıcıların (İngilizcesiyle “prudent policymakers”) antitröst kanunlarını yeni çağa uyarlayarak büyük firmaların yenilikçi küçükleri ele geçirmesine engel olması gerektiğini vurgulamış. Ayrıca, tüketicilerin kendilerine ait verileri hiçbir maliyet yaşamadan istedikleri zaman istedikleri platforma taşıyabilmelerinin sağlanması ve bu tarz verileri ticari amaçla kullanan veri tabanı bazlı teknoloji firmalarının da haksız rekabete yol açıcı bir şekilde bu platformlarda kendi ürünlerinin pazarlamasına öncelik vermelerinin önüne geçilmesi gerektiğinin altını çizmiş. (Bu şirketlerin hiç de şeffaf olmayan “algoritma” düzenekleri var. Yani, bir ürünü veya haberi bize “push” ederken, nasıl bir kurallar zinciri uyguladıkları bilinmiyor. Bazı araştırmalar ise bu algoritmaların “yanlı” bir şekilde düzenlenmesiyle oyveren tercihlerinin (ve dolayısıyla seçim sonuçlarının) bile değişebileceğini göstermekte.)

The Economist aynı yazısında uluslararası şirketlerin büyük çaplı lobicilik faaliyetleri yürüttüğüne ve artık ABD’den sonra Brüksel koridorlarında da 30 binin üzerinde lobicinin faaliyette bulunduğuna dikkat çekmiş. Hal böyle iken, Economist’in tekelleşmeyi önlemek ve piyasaları serbest rekabet ortamına getirebilmek için ihtiyatlı politika yapıcılardan medet umması fazlasıyla iyimser, hatta “naif” kalıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019