Devrim topraklarını canlandırmak
Yirminci yüzyıl imparatorlukların tarih sahnesinden silinmesi ve ulus devletlerin sahneye çıkışı ile başlamıştı. Birinci dünya savaşı ve sonrasında anayurdumuz yorgun, bitap düşmüş, işgallerle boğuşmaya başlamış tam parçalanma tehlikesi ile yüzleşmişti. Yeniden birlik ve beraberliğin canlandırılması gerekiyordu.
Bu topraklar devrim topraklarıydı, imparatorluğun neredeyse her bir köşesinde savaşmış vatansever subaylar halkıyla bütünleşerek tüm farklılıkları ortak paydada bir araya getirerek sağlam bir irade ile vatanlarını kurtaracaklardı. Yaşananlar aslında bir Türk Devrimi’ydi. Üzerinde yaşayan tüm farklılıklarıyla Türkiye’de bu devrimi bu toprakların bağrından çıkan evlatlar gerçekleştirmişti. Türkler tarih sahnesinden silinmek üzereyken hiç geri dönmemek üzere geri dönmüşlerdi.
Cumhuriyetimizin Kurucusu ve Ulusal Kurtuluş Savaşımızın ebedi Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1935 yılında o zamanki adı ile Halk Fırkası’nın Dördüncü Büyük Kurultayı’nın açış konuşmasında o büyük dizelerini paylaşacaktı.
“Uçurumun kenarında yıkık bir ülke...
türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar...
yıllarca süren savaş...
ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler...
İşte Türk genel devriminin bir kısa diyemi...” İşte devraldığımız ve geleceğe aktaracağımız miras budur. “İçeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet.” Devrim topraklarını hep canlı tutma görevimiz bakidir.
Türkiye’nin Barışı
Türkiye terörle mücadelesinde kırk yılı geride bıraktı. Binlerce şehit, kayıp, gazimiz ile birçok kez manevi çöküşler yaşadık. Ve bu çöküşlerin bir de maddi boyutu vardı.
Terörle mücadele sürecinde sınır içi ve sınır ötesinde yapılan operasyonlarda askeri teçhizat, silah ve cephane gideri, zırhlı araç alımı ve diğer kalemlerde yapılan tahmini toplam harcama 700 milyar dolara ulaşmış durumda. Bu rakamın enflasyonsuz kur ile hesaplandığında ise birkaç trilyon dolara eş değer olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu maliyet Türkiye’nin 2024 yılı gayri safi yurt içi hasılasının yarısından daha büyük bir büyüklüğü ifade ediyor.
Savaş baronlarının Türkiye ve çevresinde barış iklimini istememesi bu maddi büyüklüğü gördüğümüzde oldukça anlaşılır. Ama asıl anlaşılır olmayan ne biliyor musunuz? Barışa üzülenler. İki bin yıl önce Romalı devlet adamı Marcus Tullius Cicero’nun “En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir” sözü halen güncelliğini koruyor. Peki, “biz neyin karşılığında bu barışı elde ettik? Ne taviz verdik? Bize neye mal oldu?” soruları hemen gündelik sohbetlerde yerini aldı.
Bu soruları düşünürken terör örgütünün kendini fesh etmesinin uluslararası birçok gelişmenin ışığında, Türkiye’nin terörle mücadelede son yıllarda uyguladığı çok aşamalı yeni güvenlik stratejisinin sonucunda gerçekleştiğini fark etmemiz gerekiyor.
Lozan tartışmalarına gelirsek, Türkiye’nin barışı ancak Lozan’da elde ettiğimiz kazanımları güçlendirir. Lozan’a, Kanal İstanbul gibi boğazlardaki tartışmasız egemenliğimizi tehlikeye atan projeler zarar verir.