Dilek kuyusu

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Hiç dilek kuyusu veya havuzuna para atıp dilek dilediniz mi? Bazılarında paranızı görürsünüz. Söz gelimi Urfa’daki Balıklı Göl, İtalya’daki Aşk Çeşmesi gibi yerlerde paranız attığınız yerde birileri gelip süpürene kadar durur. Bazılarının dibi gözükmez. Paranız bir karanlıkta kaybolur.

Ben 1967 yılında İtalya’daki Aşk Çeşmesi'ne para atmıştım. Kaç para attım, ne diledim hatırlamıyorum ama Aşk Çeşmesi olduğuna göre aşk diledim herhâlde. Daha yirmili yaşlarımdaydım. Üniversitenin öğrenciler için tertiplediği, parasızlıktan içinde yemek yiyip uyuduğumuz bir otobüs gezisi esnasında tanıştığım hanım da yanımdaydı. Elli yıldır evli olduğuma ve beraberce yetmişli yaşları aştığımıza göre en azından aşk konusunda bu para atma işinde bir iş var diye düşünüyorum.

Şimdi aranızdaki bazı münafıklar hanıma yağ çektiğimi ve bunun nedeninin bunca sene sonra aşk olamayacağını düşüneceklerdir. Yağ çekmiyorum. Bu anekdotla başka bir konuya giriş yapmak istemiştim: Teşvikler. Teşvikleri hep dilek kuyusuna para atmaya benzetmişimdir. Kuyuya para atar ve dilek dilersiniz. Okurlarım bilirler. Benim bu teşviklere büyük bir sempatim yoktur. Şimdi iş adamları “Tekere çomak sokuyor yine” diyerek kızacaklar ama emin olun ben onların, hatta onların çocuklarının geleceklerini düşünüyorum.

Kuyuya para atmakla teşvik dağıtmanın bir kaç farkı vardır elbette. Önce kuyuya para atarken paranın nereye gittiğini bilmezsiniz teşvik dağıtırken bilirsiniz. Sonra, ilkinde attığınız para önemli değildir. Teşvik için harcanan paralar ise önemlidir. Üçüncüsü, ve belki de en önemlisi kuyuya para atarken ne dilediğinizi açıkça bilirsiniz, teşvik dağıtılırken dağıtanın ne istediğin tam belli değildir.

Her ‘seçimle yönetim atayan’ ülkede (bunlara bazen demokrasi deniliyor) iktidarlar seçmenlerine, özellikle örgütlenmiş seçmenlerine, şirin görünmek amacıyla onlara ulufe dağıtırlar. Bunların bir kısmına ‘teşvik’ denilir. Teşvikler seçim ekonomilerinin vazgeçilmez aletleri fakat geçim ekonomisinin ise temel sorunlarındandır. Bu ve bir kaç yazıda daha teşviklerin geçim ekonomisi tarafına eğilmek istiyorum.

Seçim teşvikleri kalkınmakta olan ülkelere has bir uygulama değildir. Kalkınmış ülkelerde de bazıları size şaka gibi gelecek şirinlik ulufeleri vardır. Söz gelimi, Amazon şirketi ABD’de ikinci bir merkez kurmak istediğini açıklayınca şehirler, eyaletler bu merkezi kendilerine çekmek için sıraya girdiler. New York Belediye Başkanı şehrini turuncu ışıklara büründürdü ve bunlara ‘Amazon orange-Amazon turuncusu’ adını verdi, Birmingham Amazon’un kullandığı posta kutularının devasa boyutlarda maketlerini şehrin orasına burasına serpiştirdi, Georgia Eyaleti daha da ileri gidip Amazon diye yeni bir şehir kurmayı teklif etti. Sonunda Amazon şirketi kendilerini neyin cezbedeceğini anlatan sekiz sayfalık bir nevi şartname yayınladı. Şartname “Büyük düşünün. Yaratıcı düşünün” tavsiyesiyle! Başlıyor.

Tabii bu arada valiler, belediye başkanları ha babam de babam Amazon’un kendi şehir veya eyaletlerine gelmesinden nasıl ‘ekonomik katkılar’ elde edileceğini seçmenlerine anlatıyorlar. Konuşmalar cilalı ama bir sıkıntı var. Sıkıntı şu. Vaat edilen teşvikler bu teşviklerin sonucunda ne ekonomik katkı sağlanacaksa ondan yüksek. Söz gelimi New York on yıl için sıfır vergi alacağım diyor. Her türlü vergi sıfır olacak!! “Olsun” deniliyor “istihdam yaratılacak.” Araştırmalara göre istihdam falan yaratılmamış. Millet iş değiştirmiş. Teşvik için harcanan her bir dolar için Louisiana Eyaleti 22 sent, Maryland Eyaleti 10 sent, Connecticut Eyaleti ise sadece 7 sentlik ekonomik dönüşüm sağlamış. ABD’de teşvik adı altında dağıtılan paranın toplamı 50 Milyar dolar. Az para değil. Anlaşılan ABD’de bu paranın 45 milyar doları havaya uçuyor. Bu konuda bizde kapsamlı araştırmalar, benim bildiğim kadarıyla, yok. Bilen varsa ve bana bildirirse memnun olurum. Bu seçim ekonomisi.

Gelelim geçim ekonomisi için verilen teşviklere. Tam dilek kuyusuna para atmak. Mantık basit. Önce iyimser mantık: Teşvik verelim, yeni işletmeler kurulsun, eski işletmeler büyüsün, istihdam yaratılsın, vergi bazı artsın, çalışanlar maaşlarıyla tüketim yapsın bu da ekonomiye canlılık getirsin. Veya tersi kötümser mantık: Teşvik verelim ki işletmeler batmasın, işsizlik artmasın, vergi bazı düşmesin, piyasada talep düşmesin.

Ülkemizin kalkınması, özellikle gurbet ellerde, en beğenilen sohbet konusudur. Bu sohbetlerden bir kısmında sanayimizin çağdaş düzeye gelebilmesi için liberalizmden sosyalizme uzanan bir yelpaze tartışılır. Bu bağlamda elbette devlet ne yapsın sorusuna cevaplar aranır. Teşvikler bu sırada gündeme gelir. Herkes teşviklerin mekanizması konusunda hemfikirdir. Teşviklerin dileklerimizi yerine getirebilmeleri için önce kime teşvik verileceğini iyi seçmek sonra da teşvikleri iyi tanımlamak gerekir denilir.

Teşvik verilecek işletmelerin seçiminde üretimin niteliği, işin hacmi, sabit yatırım tutarı, istihdam kullanılması önerilir. Söz gelimi, hammaddelerin ya da yarı mamul maddelerin niteliğini değiştiren; en az xx (uygun bir miktar) enerji kullanan; en az yy (uygun bir miktar) liralık bina, araç ve gerece sahip; yılda en az zz (uygun bir miktar) işgünü tutarında işçi çalıştıran işletmelere verilebilir diyenler çıkar. Bu işletmelere verilecek teşvikler için de bedava arazi; fabrika, arazi ve binalardan emlak, temettü vergileri ile harçlar muafiyeti; tesislerin kuruluşu sırasında ihtiyaç duyacakları her türlü inşaat ve imalat girdilerinin gümrüksüz olarak ithaline izin; devlet alımlarında da bu işletmelere öncelik tanınır, kredi yardımı yapılır.

Bu konudaki fikirlerinin parlaklığı dolayısıyla kendi yanaklarından makas almak isteyen dostlara “Günaydın. Bu senin dediklerin 1909 yılında yayınlanan Sanayiin Terakkisi Hakkında Kanun Layihası'nın ancak 1913 yılı aralık ayında yayınlanan Teşvik-i Sanayi Kanun-ı Muvakkatı'nda yazılıydı” derim. İttihat ve Terakki Hükümeti bunları taa o zaman düşünmüş.

Bazıları “Sanayicilere arazi, telekomünikasyon imkanları, elektrik hattı bedava sağlanmalı; devlet kamulaştırdığı arazi ve binaları kredi ile sanayici ve girişimciye vermeli; maktu vergilerinden, belediye resim ve harçlarından, yapı malzemesi, makine, alet ve yedek parçaları taşıma, yükleme, boşaltma, gümrük vergi ve resimlerinden muaf tutulmalı; demir ve deniz yollarında taşımadan indirimli yararlanmalı; merkezi bütçeye bağlı bakanlık ve kuruluşlar, il özel idareleri ve belediyeler, ihtiyaçlarını daha pahalı olsa da yerli üreticiden almaya mecbur tutulmalı; Bakanlar Kurulu kararıyla yerli üreticilere tekel ayrıcalıkları verilebilmeli; devletin ürettiği ham ve yardımcı madde fiyatlarında da bu şirketler için indirim yapılmalı” derler. Onlara da “Bunlar da 15 Haziran 1927 günlü yayınlanan 1055 sayılı Teşvik-i Sanayi Kanunu'nda olan şeyler” derim. Şimdi yıl neredeyse 2018. Bana sanki bu teşvikler konusunda 1913 ve 1927’de düşünülenlerin ötesine geçerek çağın gerçeklerine uygun başka formüller bulmak gerekiyor gibi geliyor

Her neyse teşvikleri dilek kuyusuna para atar gibi bir egzersiz olmaktan çıkarmak için bir şeyler yapmak zorundayız. Biz ABD gibi teşvik için harcanan her dolar başına en fazla 22 sent getiri ile yetinecek kadar zengin bir ülke değiliz. Bu konuya da ilerde değiniriz.

Sağlıcakla kalın

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019