Döviz krizi mi model krizi mi?

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Daha geçen haftaydı, bankalarda ve reel kesimde kaynak sıkıntısının yoğunlaştığını, durgunluk ya da krizden kaçınmak için zorunlu olan “yumuşak iniş” için vaktin azaldığını yazmıştık.

Öyle ya, seçimlerin erkene alınması, seçim sonrasında ekonomide yükselen risklerin kontrolü için gerekenlerin yapılacağı beklentisini doğurmuştu. Ancak aradan geçen bir buçuk aylık sürede, tıkanan büyüme modelini yenileyecek ve zayıf düşen kurumsal altyapıyı güçlendirecek orta vadeli yol haritası bir yana, kısa vadeli dalgalanmaları ve TL değeri ile ilgili panik havasını önleyecek bütçe ve para politikası tedbirlerinin alınacağına dair bir belirti de ortaya çıkmadı. Hazine ve Maliye Bakanı’nın bu yöndeki genel söylemleri ne Merkez Bankası’nın temmuz toplantısıyla, ne de Cumhurbaşkanı’nın bir önceki hafta açıkladığı ve bir hizmet ve harcama listesi görünümündeki “100 günlük eylem planı” ile örtüşmedi; nihayet geçen hafta Bakan’ın piyasaları yatıştırma amacıyla Orta Vadeli Program (OVP) öncesinde yaptığı “ Yeni Ekonomik Plan “açıklaması da içeriği itibariyle beklentileri karşılamaktan uzak kaldı. Bakan’ın kamu harcamalarının kısılacağı ve kontrollü olarak büyümenin %3-4 bandına indirileceği mesajı da inandırıcı bulunmadı. Böylece bu yıl ilk çeyrek büyümesinin sağladığı ivme ile teminat altına alınmış görünen makul büyüme ile yetinerek kontrollü bir yavaşlama ve finansal istikrar bağlamında kırılganlıkların yönetilebileceğine dair bir resim ve güven oluşturulamadı. Anlaşılan, küresel finans sisteminin merkezi durumundaki ABD ile, talihsiz bir zamanlamayla, gerilen siyasi ilişkilerimiz de yatırımcı gözündeki güven eksikliğini pekiştirdi. Sonuçta, seçim sonrası bir kaç ayda maharetli bir risk yönetimiyle kaçınacağımızı düşündüğümüz kriz süreci, çeşitli kaynaklardan dolar talebi artışının yol açtığı bir likidite darboğazı ile tetiklendi. Hafta sonunda Asya piyasalarının açılışında görülen zirve üzerine Merkez Bankası ve BDDK’nın başlattığı müdahaleye kadar eylemsizliğin tercih edilmesinin de bu erken tetiklenmede rolü olduğu açık. Bankacılık sisteminin 2001 ile kıyaslanmayacak ölçüde güçlü olmasına rağmen TL’ deki değer kaybının neredeyse aynı düzeyde olması gibi olağan dışı bir durumun oluşması, gelişmelere sadece konjonktür dalgalanması bağlamında yaklaşılmasının doğru olmadığını gösteriyor.

Artık öncelik sert inişi durdurmak

Aslına bakılırsa, sorunun doğru algılanması açısından bazı tanımlamaları da bir kez daha düşünmek gerek. Yaşanan süreci “ dolar yükselişi” diye değil, “TL’nin değer yitirmesi” diye görmek daha doğru politikalar geliştirilmesini sağlayabilir. Nitekim ABD Başkanı Trump’ın bir tehdit olarak algılanan son tweet’ini, TL düşüşünü Türkiye’nin ihracatı arttırmak için taktik bir hamlesi olarak görüp Türk alüminyum ve çeliğine ek gümrük vergisi getirme nedeni saydığı şeklinde yorumlayanlar da var (Washington Post). Oysa bizim ne ABD gibi rezerv niteliğinde bir ulusal paramız, ne de Çin gibi dış kaynaktan bağımsızlığımızı sağlayan tasarruf fazlamız olmadığı için birinci önceliğimiz cari açık ve borç servisi. Bu ikisindeki her yükseliş TL değeri üzerinde baskı yaratıyor ve tehlikeli bir sarmal oluşturuyor. Tabii TL’yi korumak için dolar bozdurulması gibi çağrıların da, hem doların küresel dolaşım hacminin büyüklüğü, hem de paramızın değerinde enflasyon, borç servisi ve cari açık büyümesi dolayısıyla zaten aşağı yönlü bir baskı bulunduğu düşünülürse, fazla anlamı yok.

Daha önce defalarca vurguladığımız yeni bir hikaye ve büyüme modeli ihtiyacının kamu yönetimi tarafından en azından kararlı bir şekilde sahiplenilmesi ve giderek kıtlaşan, çoğu da dış borçlanmaya dayanan kaynakların tüketim ve verimi düşük gayrimenkul yatırımları yerine ihracata, döviz kazandırıcı hizmetlere ve sınai üretime yöneltilmesinin yol haritasının (ve OVP’nin) temel unsuru haline getirilmesi zorunlu görünüyor. Ne pahasına olursa olsun çıpasız büyüme tercihinin ve risk yönetiminin ihmalinin, sonuçta bizi döviz borçları milli gelirinin yarısını aşmış, kişi başı milli geliri de yeniden 7-8 bin dolarlara düşmüş bir ülke haline getirdiğini, orta gelirli ülkeler liginden yeniden gelişmekte olan ülkeler ligine yol aldığımızı görmeli ve bu gidişi durdurmalıyız.

Birinci önceliğimiz yeni bir istikrar paketi olmalı

Bu bağlamda kısa vadede ekonominin sigortası niteliğindeki bankacılık sistemi üzerindeki yüklerin azaltılması, bu arada geri dönüşü uzun sürecek ve garantiler nedeniyle kamu bütçesine de yansıyacak yeni ve büyük altyapı projelerinin ertelenmesi, sendikasyon kredilerindeki teminatların (DİBS faizlerinde ve CDS primlerinde yükselme nedeniyle) yetersiz kalması nedeniyle doğan döviz pozisyonu ihtiyaçlarının gerekirse kamu enstrümanlarıyla desteklenmesi kritik önem taşıyor. Artık yumuşak inişi sağlayamadığımız bu vardığımız aşamada hiç değilse sert inişi önlemeye, çarkların dönmesini sağlamaya çalışmalıyız. Bütçe açığının minimuma indirilmesi, vergi ve ihale mevzuatlarının reforme edilmesi, para otoritesinin başta faiz olmak üzere bütün enstrümanlarını serbestçe kullanması da diğer acil ihtiyaçlar. Birinci önceliğimiz maalesef yeni bir istikrar paketi.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019