Ekonomide “rasyonel zemin” için yoğun mesai

Naki BAKIR
Naki BAKIR MAKRO BAKIŞ naki.bakir@dunya.com

Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine başlayan Mehmet Şimşek liderliğindeki yeni ekonomi yönetimini, devralınan ekonomik tabloyu “rasyonel zemin”e döndürme yolunda yoğun bir mesai bekliyor.

Pandemiden bu yana yaşanan dalgalanmalar, küresel savaşlar, jeopolitik riskler gibi dış faktörlerin yanında, içeride başta “faiz”de olmak üzere tartışma yaratan bazı radikal politikaların yol açtığı hasarlara şubat depremleri maliyetinin de eklenmesinin ardından, iş başına gelen yeni ekonomi yönetimi oldukça ağır bir tablo devralıyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in görevi devralırken yaptığı konuşmada “rasyonel zemine dönme” dışında çaresinin kalmadığını ifade ettiği Türkiye ekonomisinde neşter vurulmayı bekleyen çok sayıdaki riskli alan dolayısıyla, yeni ekonomi yönetimini zorlu bir mesai beklediği belirtiliyor.

Ekonomi çevrelerinde, rasyonel bir zemine dönebilmek için neşter vurulup sağaltılması gereken birçok sorunlu alana işaret edilirken, Şimşek liderliğindeki yeni ekonomi yönetiminin başarısının anahtarını ise gerekli ve yeterli dış kaynak akışını sağlayabilmesi olacağı vurgulanıyor.

Dövizdeki yangın

Seçim sonrası baskı kalkınca ya da artık baskılama olanağı kalmayınca, beklendiği gibi fırlayan döviz kurlarında yükseliş Şimşek’in görevinin açıklanmasından sonra da devam etti.

Seçimin ikinci turu öncesi 19,97 TL olan dolar kuru 10 günde yüzde 10.3 oranında (1.53 lira) artışla 6 Haziran'da 21,50 TL’ye yükseldi. Yeni başkanını bekleyen Merkez Bankası’nın, swaplar dahil net bazda eksiye geçen rezervleri nedeniyle dövize müdahale gücünün kalmadığı belirtiliyor.

Banka’nın müdahaleyi bırakıp kurların yükselmesine izin vermesi durumunda, bunun ihracatçı kesimi memnun ederken, maliyet enflasyonu yoluyla hayat pahalılığını daha da artıracağı ve dolar cinsinden milli geliri düşüreceğine işaret ediliyor. Kurların ve buna bağlı diğer makro ekonomik göstergelerin istikrara kavuşması için ise ekonomiye orta vadede döviz girişlerinin artması, dış kaynak dengesinin kurulması gerektiği belirtiliyor.

Enflasyonun tetikleyicisi

 Ekim 2022’de yıllık yüzde 85,5’e kadar çıkan enflasyon, sonrasında ise kararlı biçimde baskılanan kur ve baz etkisiyle düşerek bu yıl mayıs sonunda yüzde 40’ın altına indi. Ancak enflasyonun mayısta indiği platoda, doğalgaz fiyatları için "sıfır fiyat" yönteminin uygulanması nedeniyle aylık enflasyonun yüzde 0,04 çıkması da etkili oldu.

Hazirandan sonra baz etkisinin de azalacağı ya da ortadan kalkacağı için normal seyirde yıllık enflasyonda düşüşün duracağı, seçim sonrası yeniden başlayan hızlı kur artışı eğiliminin ise “maliyet enflasyonu” kaynaklı yeni bir yükseliş sürecini başlatabileceğine dikkat çekiliyor.

“Kasa boş!”

 Merkez Bankası’nın brüt rezervi, 26 Mayıs haftasında 3,1 milyar dolar daha azalarak 98,5 milyar dolara geriledi. Brüt rezervde yılbaşından bu yana kümülatif erime 30,3 milyar dolara ulaştı.

Bankalara ait olup zorunlu karşılık olarak tutulan döviz ve altınlar ile bankaların Merkez Bankası’ndaki mevduatları hariç tutulduğunda net rezerv, aynı hafta 4,4 milyar dolar daha düşerek “eksi” (-) 4,6 milyar dolarla tarihindeki en düşük düzeye indi. Net rezerv yılbaşından bu yana 32,1 milyar dolar azaldı. Swap hariç net rezerv ise -60,5 milyar dolar oldu.

KKM bombası

Yeni yönetimin acil neşter vurması gerekenlerin başında dile getirilen konu, son dönemin en tartışmalı uygulaması Kur Korumalı Mevduat (KKM).

Birikimlerin dövize akmasını önleme- “liralaşma”yı artırma hedefiyle başlatılan, TL mevduata geçme karşılığında kur artışı farkının Hazine’ce üstlenilmesine dayalı KKM’nin hacmi 26 Mayıs’ta 2,5 trilyon liraya ulaştı. Cari kurla bunun karşılığı 116,4 milyar dolar.

Kur yükseldikçe KKM’nin Hazine’ye maliyeti de büyürken, kamu maliyesinde yeni bir kara delik daha oluşuyor. KKM’nın yıllık faizinin yüzde 20 olduğu varsayılırsa, dolar kurunda sadece son 10 gündeki yüzde 10,3'lük artışın farkı dolayısıyla Hazine'ye 200 milyar lira dolayında bir yük biniyor. Şimşek ve yeni ekonomi yönetiminin KKM konusunda nasıl bir çözüm üreteceği, ekonomi çevrelerinde merakla bekleniyor.

Devasa dış yükümlülük

 Türkiye’nin bir yıl içinde yapacağı dış borç geri ödemesi mart sonu itibariyle 203,3 milyar dolar olarak açıklandı. Dolar kurundaki her 1 kuruşluk artış, bu yükümlülüğü Türk parası cinsinden 2 milyar 33 milyon lira büyütüyor.

27 Mayıs-6 Haziran arasında kaydedilen yüzde 10,3’lük kur artışı, bir yılda yapılacak dış borç itfasını tek başına 311 milyar lira büyütmüş bulunuyor. Geri ödenecek dış borçlara yıllık 50 milyar doların üzerindeki cari açık ve 30- 35 milyar dolarlık deprem maliyeti eklenince dış kaynak ihtiyacı daha da büyürken, kur artışları bunun ulusal ekonomiye yükünü katlıyor.

Bütçede “kara delik”

Yeni ekonomi yönetiminin acil neşter vurması gerekenler arasında hızla büyüyen bütçe açığı da sayılıyor. Depremlerin yol açtığı öngörülemeyen arızi maliyet ve seçim ekonomisi uygulamalarının ötesinde kamu mali dengelerinde kontrolün kaçması sonucu hızla büyüyen bütçe açığı, yılın ilk dört ayında geçen yıla göre yüzde 1.875,9 artışla 382,5 milyar liraya ulaştı. Etkili önlemlerle kamu mali disiplini sağlanamazsa açığın yılın tümünde 1,5-2 trilyon liraya ulaşabileceği yönünde görüşler var.

Bankacılık sektörünün riski

Seçim öncesi oluşan belirsizlikte, ticari krediler başta kredileri kısma yoluna giden bankacılık sektörünün mevduatında 3 aya kadar vadenin payı yüzde 80’i aşarken, kredilerinin ise yüzde 55’i orta ve uzun vadeli alacaklardan oluşuyor.

Sektörün aylar itibariyle kar artışının hız kesmesinde net faiz gelirlerindeki küçülme etkili oluyor. Mevduat ve kredi alacaklarının vade ve faiz yapısındaki mevcut dengesizlik, sektör için risk oluşturuyor.

“Rasyonel zemine dönüş” sürecinde faizlerin yükseleceği varsayılırsa, çok kısa vadelerle çevrilen mevduatlar dolayısıyla cari faiz gideri büyüyen bankaların, büyük bölümü orta ve uzun vadeye yayılmış kredi alacakları dolayısıyla faiz gelirleri ile aradaki makasın giderek aleyhte açılacağı belirtiliyor.

Reel sektörün döviz açığı

Öte yandan 86,8 milyar dolarlık net döviz pozisyon açıkları, finansal kuruluşlar dışındaki şirketleri (reel sektör) olası kur şoklarına karşı kırılgan hale getiriyor.

Yaşanabilecek yeni kur şoklarının, özellikle kısa vadeli döviz yükümlülüğü yüksek şirketleri işçi çıkarma, iflas gibi durumlara sürükleme olasılığı nedeniyle özelde kredi alacakları dolayısıyla bankacılık ve genelde ulusal ekonomi için risk oluşturduğu belirtiliyor.

En yüksek enflasyonlu ve parası en çok değer yitiren ilk 10 ülkeden biri olan Türkiye’nin dış borç çevirme ve cari açık finansmanı için ihtiyaç duyduğu devasa dış kaynağın bulunması en hayati konuyu oluşturuyor.

Borçlanma maliyetlerinin düşürülmesi ve yatırım girişlerinin artması, kısa vadede ekonomide yaşanan kur yangınının sönmesi, orta vadede makro dengelerin sağlanması açısından hayati önem taşıyor. Türkiye’nin 700’leri aşmış olan CDS’inin Bakan Mehmet Şimşek’in görev gelmesi ile birlikte 500’ün altına gerilemesi, ileriye yönelik pozitif bir işaret.

Ancak rasyonel zeminin oluşabilmesi için ekonomide güçlü bir yeni yol haritası belirlenmesi; ülke riskini daha da azaltacak, dipteki kredi notunu yükseltecek yapısal reformların ivedi biçimde başlatılması, dış piyasalarda güveni sağlayarak kaynak akışının hızlanması gerektiği belirtiliyor. Büyüyen kamu açıklarının yönetilebilmesi için yüksek vergi artışları şeklinde tüm kesimlere binecek olası ağır yükler ise yeni politikaların kaçınılmaz bir parçası olarak görülüyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar