Ekonomiye bakmak

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Bazen eleştirel ekonomistlerin söylediklerinin başkaları tarafından nasıl algılandığı bir sorun oluyor. Sorunun bir kısmı “başkalarının” farklı âlemlerde yaşıyor olmaları. Fakat bir kısmı da eleştiri düzlemlerinin iç içe geçmesiyle ilgili. Örneğin Derviş-IMF programına kökten karşı olmak bir şeydi, bu programın kendi mantığı içinde tutarlı ve uygulamanın ilk yıllarında –2006’ya kadar- bu tutarlılık çerçevesinde başarılı olduğunu teslim etmek başka bir şeydi. Programın dinamiğinin diğer gelişmekte olan ülkelerdeki –veya daha doğru biçimde gelişmekte olan piyasalar (GOP) çünkü “gelişen” bir şey varsa piyasaydı- seyre paralel gittiğini, yani aslında “sıradan” olduğunu da kesinlikle göz ardı etmemek gerekiyor.

1990’larda bütün merkez bankaları enflasyon hedeflemesi/merkez bankası bağımsızlığı/kredibilite üçlüsü üzerinden yeniden tasarlandı. GOP enflasyonu kontrol altına alındı ve her yerde hem nominal hem reel faizler düştü. 11 Eylül 2001 sonrası –tam olarak söylersek Mayıs 2000’de başlayarak- Fed hem politika faizini (gecelik faiz) 13 kez arka arkaya indirerek yüzde 6.5’ten yüzde 1’e çekti hem dünyaya dolar likiditesi verdi hem de ABD Irak savaşına hazırlandı ve kamu harcamalarını artırdı. ABD kendi 2001 resesyonunu böyle aşmayı denedi ve bu kararların küresel ekonomik sonuçları oldu. Yanlış anlaşılmasın: İki Irak savaşı da ekonomik çıkmazlardan kurtulmak için çıkarılmadı. Ama yapılan hamleler küresel ekonomik gidişata etki yaptı.

Muhalefetin bir bölümü olup biteni ve olabilecekleri anlamamakta ısrar edince ekonominin fiili aktörleri –esnaf, küçük burjuva, büyük burjuva, işçi, bankacı, finansçı, ihracatçıbu yöndeki analizlere, bu analizlerden haberdar oldukları ölçüde, prim vermediler. Cari durumla gelecekteki potansiyel kaybı arasındaki ayrımı net yapamayan yorumcuların etkisiz kalması hem doğal hem de rasyoneldir. Yıllar sonra ortaya çıkabilecek gelişmeleri güncel analiz yerine kullanmak geniş kesimlere ulaşmada fayda sağlayacak bir yöntem değildir. Bu noktayı vurgulamak lazım.

Dünyada tasarruf ve dolar bolluğu sürerken ve toplumun ilk defa bu kadar geniş bir kesimi Derviş-IMF programını tutarlı biçimde sürdürme kararı alan iktidardan memnun iken, dengenin değişmesi ancak kısmi olabilirdi. 2007 seçimlerinde barajı geçecek gibi görünen DP denemesinin çözülmesiyle merkez sağa oy kaybı ihtimali de gündemden düştü.

Dönemi artık ikiye değil, üçe ayırmak gerekiyor. İlk iki dönem klasik sayılabilir çünkü bu yorum iyice kanıksandı. Yüzde 7 civarı hızla büyüme ile birlikte kredi patlaması yaşanan dönem ve potansiyel büyümenin düşmeye başladığı, büyüme hızının yüzde 3-3,5 arasına demir attığı ikinci dönem. İkinci dönemin tohumlarının ilk dönemde atılmış olduğu gerçeği 2001 sonrası ekonomik performansın dönemlere ayrılması gerektiği saptamasıyla çelişmez. Gerek ekonomi gerekse ekonomi politik açısından bu dönemselleştirmeyi yapmalıyız.

2014 sonuna doğru tahmin edilmesi imkânsız ölçüde hızla düşen petrol fiyatlarına rağmen ekonomi artık yeni bir uğraktadır. Bu dönem üçüncü dönemdir. Hem doğrudan veya sıcak para şeklinde sermaye girişleri azalmakta hem de giren birim yabancı sermaye miktarıyla yaratılan büyüme hızı düşmektedir. Sistemin yeni bir ekonomi politik yaratacak toplumsal enerjisi ve bu yönde belirgin ve ısrarcı bir talebi var mıdır? Son 10 yıla ve eğitim sistemi, gayrı menkul-inşaat-enerji vektöründe gerçekleşenlere bakılınca yeni ve uzun soluklu bir büyüme stratejisinin henüz düşünülmediği anlaşılıyor. Bu yönde bazı adımlar atılacaktır. Hiç hazırlık yapılmamış değildir. Fakat sistematik bir değişime bizzat karar verecek ve hakikaten girişimcilik yapabilecek sermaye kesimlerini peşinden sürükleyecek kadar stratejik bir duruş muhtemelen söz konusu olmayacak. En azından şimdilik kapsamlı bir plan göremiyoruz.

Bununla bitmiyor. Ekonomiye bakışta pencereler açmak, vadelere bakmak gerekir. Dinamik kaybı ve strateji eksikliği kriz çıkacak anlamına gelmez. Enflasyon bir süre çift hanede kalabilir ancak asıl etki kurdan geldiği ve 2016’nın ikinci yarısındaki kur hareketinin etkisi sönmekte olduğu için yeniden tek haneye düşmesi doğaldır. İç talebin önümüzdeki aylarda bu ölçüde tetiklenmeyeceğini sanıyorum. Nisan sonunda kur geçişi tamamen sönerse bu cephede sorun olabilecek asıl kalem olarak yüksek oynaklığa sahip gıda fiyatları kalıyor. Petrol fiyatı da önemli ama asıl yükseliş zaten yaşanmış ve fiyatlanmış görünüyor. Fed, gecelik faizi 2017’de 3 ve 2018’de yeniden 3-4 kez artıracak olabilir. Bu da gelişmekte olan ülkeler açısından borçlanma maliyetinin artacak oluşu anlamına gelir. Yine de borçlanma maliyetinin artacak olması borçlanılamayacak demek değildir. Ancak tüm dünyada faizler hızla yükselirse limitte özel sektör borçlanması umulandan da fazla zorlanabilir çünkü bu kadar yüksek risk primini ödeyerek borçlanmanın anlamı kalmayabilir.

Karşımızda olan manzara vadeye yayılarak gelen bir durgunluğa benziyor. Manzara potansiyel büyüme hızının ve istihdam yaratma gücünün kademeli olarak azalması manzarasıdır. Kârlılık sorununun belirmesidir.

Unutmayalım ki bu ekonomi gerek 1965’de ilk Beş Yıllık Plan etkisiyle gerek işçi dövizlerinin aniden arttığı 1973 etkisiyle gerekse 1980 Özal atılımıyla veya 2001 sonrası Derviş-IMF programının etkisiyle kalıcı olmayan ama dönem ortalamasını yükselten önemli canlanmalar yaşadı. Programın veya etkinin niteliğinden bağımsız olarak, ekonomik aktörlerin ciddiye aldığı her hamle sonuç verdi. Ekonominin aktörleri her “yeni döneme” önceden tahmin edilmesi zor bir dinamizm ile cevap veriyor. Planlama, neoliberal dönüş, stabilizasyon, ihracat atılımı vs.: Hepsine reaksiyon verecek bazı ekonomik aktörler çıkabiliyor. Radikal bir dönüşümü hedefleyen iktidarlar karşılığını alıyor ve ekonomi aslında atılım ve dönüşüm dönemlerinde hızlı büyüyor. Bekleyince bir şey olmuyor: Yerinde sayıyorsun.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019