Faiz oranı tartışmaları

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Faiz oranı iktisadın en zor konuları arasındadır. Üzerine teoriler kurgulanmış, kitaplar yazılmıştır. Bunlardan birkaçını sıralayalım. Eugen von Böhm-Bawerk’in Sermaye ve Faiz (Capital and Interest), Knut Wicksell’in Değer, Sermaye ve Rant (Value, Capital and Rent), Irwing  Fisher’in  Faiz Teorisi (Theory of Interest) ve John Maynard Keynes’in  İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi (The General Theory of Employment, Interest and Money) kitapları.  

İktisatçıların aynı konuda farklı görüşlere sahip olduğuna hemen herkes aşinadır. Faiz teorisi de bu kaderi paylaşır. Farklılık daha tanımda başlar. Klasik iktisatçılar, faizi bugünkü tüketimi geleceğe ertelemenin ödülü olarak görürken, Keynesyenler faizi likiditeden vazgeçmenin ödülü olarak görürler. Bu farklılık basit gibi görünmekle birlikte aslında önemli bir ayırımı işaret eder. Çünkü klasikler faiz oranının yatırım ve tasarruf tarafından belirlendiğini söylerken, Keynesyenler, Wicksell’den güç alarak faiz oranının para ve tahvil piyasasında belirlendiğini kabul ederler.

Bu tartışmanın birleştiği noktalar da elbette vardır. Bunlardan birisi de reel faiz oranıdır. Yani piyasa faiz oranının (nominal faiz) enflasyon oranından arındırılmış hali. Hangi teoriden hareket ederseniz edin öne çıkan oran aslında reel faiz oranıdır. Çünkü reel faiz enflasyon oranının altında kalırsa, kimse ne tüketimden ne de likiditeden vazgeçer.

Tartışmanın ilginç bir noktası da para talebinin faiz oranına duyarlılığı konusudur. Klasikler (en azında ilk klasikler) para talebinin gelirle ilişkili olduğunu söyleyerek bu işten sıyrılırken, Keynes 1929 bunalımı sırasında yaşananları da göz önüne alarak para talebinin faiz duyarlı olduğunu, hatta sonsuz esnek bir para talebi (likidite tuzağı) ile bile karşılaşabileceğimizi özellikle vurgular. İktisat teorisi iktisadi gerçekleşmelerden ders çıkarttığından, senteze gitti ve para talebi faiz oranı ilişkisi farklı esneklik katsayıları sözkonusu olsa da kabul  etti. Ancak asıl tartışma para arzı üzerinden çıktı, klasikler para arzı ile oynayarak iktisat politikasında başarılı olacaklarını savunurken, Keynesyenler bazı durumlarda bunun işe yaramayacağını iddia ettiler. 

Keynesyen iktisatçılar 1990’ların sonuna doğru Japonya’nın içine düştüğü durgunluk krizi sonrası, likidite tuzağının tıpkı 1929 krizinde olduğu gibi yeniden geçerli olduğu gündeme getirdiler. Bu savlarını 2007 krizi sonrası daha da güçlendirdiler. İddiaları şu; ekonomide öyle bir durum ortaya çıkar ki, para arzını artırdığınız da faizler minimum düzeye gerilese bile ekonomide büyüme (GSYH artışı) sağlanamaz. 

Açıkçası son gelişmeler Keynesyenleri haklı çıkardı. Kriz sonrası ABD Merkez Bankası (Fed) başta olmak üzere Japonya Merkez Bankası (BoJ) ve gecikmeli olarak Avrupa Merkez Bankası (ECB)’nın başlattığı parasal genişleme faiz oranın aşağıya çekti, ancak   pek işe yaramadı. ABD’de büyümeye başladı. Ancak bu daha çok Fed’in ve Hükümetin likidite tuzağını görerek, müdahaleci (Keynesci) para ve maliye politikası uygulamasının bir sonucu oldu.  Hal böyleyken  Boj ve ECB yeni bir parasal genişleme (Ralli) hamlesine girişti. 

Anlaşılan iki banka Klasik teoride ısrar ediyor, bu hamlenin sonuçları belirsiz ancak, zaman kaybedildiği de bir gerçek.

frgg.png

Kaynak: Lawrence H. Summers,  Reflections on the new 'Secular Stagnation hypothesis', http://www.voxeu.org/article/larry-summers-secular-stagnation, Erişim tarihi:13 Kasım 2014.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019