Garcia dedimse

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Geçen hafta Y kuşağını anlatırken ‘Garcia’ya Mektup’ başlıklı bir makaleden bahsetmiştim. Eminim okurlarım şu veya bu şekilde Philistine dergisi Genel Yayın Müdürü Elbert Hubbard tarafından yazılan bu çok kısa makaleyi ya duymuş ya da okumuştur. Makale çok kısaydı ama büyük yankı uyandırmıştı. Hatırlayalım. ABD Cumhurbaşkanı Kübalı ihtilalci Garcia’ya bir mektup göndermek ister. Günün şartlarında bu mektubun elden tesliminden başka yol yoktur. Başkana Rowan isimli birinin bu mektubu teslim edebileceği söylenir. Başkan Rowan’a mektubu verir. Rowan Garcia’da kim? Nerededir? Filan diye sormadan peki der ve odadan çıkar.
Götürür Garcia’yı bulur mektubu teslim eder.

Bu tür makaleleri fırsat bilen her guru heveslisi Hubbard’ın bu basit mesajından makaleler üretti, dersler çıkardı konferanslar düzenledi. İdeal iş gören nasıl olurun tanımından iyi lider nasıl olura kadar her derde deva bir ders olarak anlatıldı. Okurlarım benim böyle niyet ve heveste biri olmadığımı, aksine bu tiplere kızdığımı iyi bilirler. Benim bu makaleden bahsetmemin nedeni makaleyi çok doğru ve büyük dersler veren bir makale olduğu için değildi.

Makaleden bahisle vermek istediğim mesaj aslında orijinal makale kadar basitti. Y kuşağı eğer Garcia’ya mektup götürmeye karar verir ise Garcia kimdir? Nerede oturur? Oraya nasıl gidilir? Gibi bir sürü sorunun cevabını kendileri bulacak becerilere ve olanaklara sahiptir demek istemiştim. Eklemiştim de; Y kuşağı diğer kuşaklara oranla Garcia’ya mektup götürme konusunda önceki kuşaklara oranla daha istekli diyemem. Hatta bu konuda şüphelerim bile var. Bir de ben Hubbard’ın bu makalesine öyle hayran da değilim.

Şimdi, bir hesaba göre 40 milyon bir hesaba göre 9 milyon kişi tarafından okunduğu ileri sürülen, bu makale konusunda çok da olumlu düşünmediğimi yazdığıma göre, aynı makaleden hareketle bir, iki noktaya değinmek istiyorum. Neden mi? Eğer geçen haftaki Garcia’ya mektubu beğenip de personelinize “Bana Garcia’ya mektup götürecek adam lazım” diye nasihat çekmeye karar verdinizse önce bu yazımı okuyun sonra karar veririsiniz demek için.

Önce Rowan’ı işe alan açısından meseleye bir bakalım. Diyelim ki pazarlama müdürünüzü çağırdınız ve “AB’ye ihracat yapmaya karar verdim” dediniz. O da “Peki efendim” dedi ve odadan çıktı. Kaçınız müdürün arkasından “Len oğlum nereye?” diye nara atmazsınız? Ben atarım. Diyeceğim o ki Hubbard’ın hikayesi güzel de Rowan’ın “Kardeşim Garcia kim?” diye sormaması da o kadar alkışlanacak bir şey değil. Belki de Hubbard hikayeyi kısa kesmek için öyle yazmıştır.

Yoksa “Bu mektubu Garcia’ya götür” diye talimat olmaz. Karşınızdaki Rowan değil Einstein olsa böyle talimata “Peki” deyip giden adamı terfi ettirmek bir tarafa, ben işten atarım. Göndereni de kovalarım. Hele daha hayatında ilk defa gördüğü adamı böyle talimatla göndereni.

Teğmen Rowan’ın hikayesinin askerlere cazip gelmesinin bir nedeni var elbette. İngiliz şair Alfred, Lord Tennyson ‘Hafif Süvari Alayının Hücumu1’ başlıklı şiirinde “Onların işi cevap vermek, nedenini öğrenmek değil yapmak ve ölmek’ derken Hubbard’ın önemli olan işi alıp yapmaktır felsefesine katılıyordu. Halbuki şimdi size lazım olan eleman, sormadan, irdelemeden, incelemeden cumburlop işe atlayan eleman değil. Hatta askerler bile artık şöyle diyorlar “Garcia’ya mektup güneşin altındaki ömrünü tamamladı. Artık ait olduğu, zarar veremeyeceği bir yere, söz gelimi bir müzede, cam arkasındaki yerini almalı.
Rowan’ın kararlılığı ve inisiyatif alma arzusunun hala bir değeri var ama bu tür davranışlar sonunda askerlerin ölümüyle sonuçlanır.”

İkincisi Rowan’ın hikayesi piyasada şişirildiği kadar mesaj açısından ‘zengin’ bir hikaye de değil. Ama bir açıdan çok önemli bir mesajı var. Rowan’ın hikayesi bir ‘sorumluluk’ hikayesidir. İşletmecilerin bildiği ama zaman zaman unuttuğu bir ilke vardır. Özgürlüğün ve inisiyatif almanın bedeli sorumluluktur. Rowan akla zarar bir sorumluluk yüklenmiştir. Odadan “peki” diyerek çıkmakla Rowan misyonun tüm sorumluluğunu omuzlarına almıştı.

Şimdi hikayenin şu sorumluluk mesajına bir bakalım. Diyelim ki pazarlama müdürünüzü çağırdınız ve “AB’ye ihracat yapmaya karar verdim” dediniz. O da “Peki efendim” deyip odadan çıkacağına başladı:

“Hangi AB?”
“Almanya, Fransa”
“Ne zaman?
“Bu sene”
“Ne ihraç etmeyi düşündünüz”
“Bizim esas ürünümüz olan zamazingo”
“Kaça satalım?”
“Tanesine 5 euro isteyelim”

Şimdi sene geçti çağırdınız “Ne oldu bizim ihracat?” müdürünüz cevap verir:

“Efendim Almanya ve Fransa’da zamazingoya talep yok ama galiba İtalya’da var.
Ancak onlar 4 eurodan fazla vermiyorlarmış.

Siz de bu cevaba haklı olarak kızdınız “ Len İtalya’ya 4 euroya sataydınız” o da cevapladı “Ama siz Almanya, Fransa dediniz. İtalya demediniz. Sonra 5 euro isteyelim dediniz”. Şimdi pazarlama müdürünüz de haklı. Yani sözün kısası ne kadar detaylı talimat verirseniz sorumluluğu o kadar paylaşırsınız. Talimat verme işinin doğrusu “Küba’daki filankeş dağda saklanan ihtilalci Garcia’ya bu mektubu eriştir.

Jamaika’ya gemiyle git oradan Küba’ya geç. Falankeş limanda eşkiya Adonis seni karşılayacak oradan onunla dağa çıkacaksın” gibi ‘sorumluluğu’ emir verene yükleyen detay ile “Aha mektup al bunu Garcia’ya götür” gibi talimatı alana fal baktıracak ve sorumluluğu tamamen onun sırtına yükleyen bir yerde. Yani talimat ne detaylı olacak ne de kapalı.

Bu görüşlerimi yönetici olarak ille de elemanlarınıza neyin, niye, nasıl yapılacağını anlatınız. Mutlaka onların görüşlerini ve karara desteklerini sağlamadan harekete geçmeyiniz şeklindeki bilimsel dayanaktan yosun işletmecilik tavsiyeleri olarak yorumlamamanızı dilerim. Bu öneriler şartlara bağlı olarak bazen doğrudur bazen de yanlış.

Mustafa Kemal’in 30 Ağustos taarruz planına hemen tüm kurmaylarının karşı olduklarını, bunu dile getirdiklerini ama onun kararlılığı karşısında “Peki” diyerek yabancı askeri uzmanların “Çökmez, çökse bile bu aylar sürer. Türkler bu kadar uzun zaman dayanamaz” dediği Yunan cephesini bir günde çökerttiklerini unutmayın. Bazen işini bilen liderlere bir kaç Teğmen Rowan yeter.

Sağlıcakla kalın

----------

(1) Kırım savaşında yanlış emirlere itaat yüzünden 670 süvarisinin %40’ını, atlarının da 400’e yakınını bir hücum sonucu kaybeden İngiliz birliği.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019