Göstergeler esneklik kaybının işareti

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

90’lı yıllardı, hiç unutmam, yönettiğim şirketteki en düşük ücretli çalışanlardan biri, volatilitenin yüksek olduğu, yani dövizin iki yönlü hareket ettiği dönemlerin birinde döviz fiyatı geçici bir süre düşük kalınca telaşla bana gelip neden böyle olduğunu, ne zaman artacağını sormuştu. Ben şaşırıp “daha iyi değil mi düşmesi, niye telaşlanıyorsun” deyince de bütün tasarrufuyla birkaç yüz dolar aldığını söylemişti. Aslında bunun ekonomi için daha iyi olacağını anlatıp kafasını karıştırmaktansa beklemesini, bir süre sonra yine yükseleceğini söyleyip sakinleştirmiştim, nitekim öyle de olmuştu. Tahmin etmişsinizdir, şimdi bunu yeniden hatırlamamın nedeni sadece son bir ayda yüzde 11’i aşan dolar kuru’nun faiz, enflasyon, işsizlik gibi diğer göstergelerdeki olumsuz eğilim ile birlikte düşünüldüğünde piyasa beklentilerinin kalıcı bir şekilde bozulmakta olabileceğine işaret olabileceği endişesi. Hele elli yıla yakın bir süredir döviz kurundaki yükselişi ekonomik bunalım ile özdeşleştiren, bunu zihin kodları arasına yerleştiren bir toplumda yaşıyorsak…

Direnç azalırsa kırılganlık artıyor

Ancak bana kalırsa endişe duyulması gereken asıl tehlike döviz kurlarındaki yükseliş değil. Çünkü bu yıl içinde de sıkça gözlediğimiz gibi dış konjonktürdeki geçici rahatlamalar, eskisi kadar uzun süreli olmasa bile, dış kaynak girişleriyle belli ölçüde TL’nin toparlanmasını sağlayabilir. Ama bu, uzun vadedeki kalıcı eğilimin yukarı yönlü olduğu gerçeğini değiştirmez. Nitekim sanayi üretiminin yıllık bazda yüzde 10’u aşan bir artış göstermesine rağmen göstergelerdeki bozulma eğilimi devam ediyor, dolar da süratle 4 TL’ye doğru tırmanıyor. Asıl tehlike, tam da ülke ekonomilerini irdelerken çokça referans yapılan “resilience” özelliği yani ekonominin esnekliği ve direnci ile ilgili. 90’lı yıllarda büyük ölçüde yitirdiğimiz bu özelliği 2001 yılı sonrasında bankacılık, AB ve mali disiplin’den oluşan üçlü reform sacayağı sayesinde yeniden kazanmaya başlamıştık oysa. Küresel kriz ve sonrasında uzun süren belirsizlik nedeniyle bollaşan likiditeyi yapı taşlarını güçlendirmek için kullanacağımıza hiç sona ermeyecekmiş gibi rahatlayıp borçlanmaya ve tüketime dayalı büyüme tercihinden vazgeçmeyince kaçınılmaz olarak yüksek cari açık ve yüksek enflasyon sarmalına yakalanmış durumdayız. Üstelik buna bu yıl giderek büyüyen bir bütçe açığı da eklenince sorunun boyutları konjonktürel denge sağlamaktan çıkıp yapısal bir karakter kazanıyor.

Gerçekten de yüzde 5 hedefiyle çıkılan yolda yüzde 12’ye varan enflasyon, mevcut büyüme modeliyle ekonomik yapının doğal bir özelliği haline gelen ve petrol fiyatlarının artması halinde daha da yükselecek olan cari açık ve son ek borçlanma talebiyle kabuk bağlama belirtileri gösteren bütçe açığı birlikteliği, ekonominin gelecekteki performansı yönünden en önemli gösterge olan uzun vadeli tahvil faizlerini de yukarı itmiş bulunuyor. (10 yıllık faiz yüzde 12.25) Uluslararası gözlemci kuruluşlar da, bu yılki sürpriz büyümenin kaynaklarını sürdürülebilir bulmuyor ve 2018 için yüzde 3.5, sonraki yıllar için ondan da düşük büyüme öngörüyor. Bu tablo, gözlemci kuruluşların raporlarının ötesinde yabancı basının günlük haberleri arasında da yükselen ülkelerin kırılgan beşlisi arasındaki değişmez yerimizin vurgulanmasına ve küresel sermayenin riskten kaçınma tercihinin ilk uygulama alanı olarak işaret edilmemize yol açıyor. Zaten uzunca bir süredir AB ayağı, bu yıl da bütçe (mali disiplin) ayağı sakatlanmış olan 'sacayağı’nın son ayağı yani bankacılık sistemi de Hazine destekli kredi genişlemesinin limitine gelmiş ve kaynak bulmakta zorlanmaya başlamış görünüyor. Ekonominin bu sacayağına dayanan ve süratle toparlanmayı sağlayan esnekliği böylece azalınca kırılgan nitelemesi de haklılık kazanıyor.

Geminin güvenliği herkesin sorunu

Hatırlarsınız, son iki yazımda önce kamu yönetimi, sonra işletmeler açısından risk yönetiminin önemine ve kur riskinin iki boyutta da öncelikli konumda bulunduğuna vurgu yapmıştım. Anlaşılıyor ki bu önceliğin ağırlığı giderek artıyor. Başbakan Yardımcısı Şimşek’in geçen haftaki açıklamaları, hükümetin de durumun farkında ve tedbir planlamakta olduğunu gösteriyor. Şimşek, 25 bin firmanın açık pozisyonu olduğunu, bundan böyle büyük firmaların risk yönetimini sıkılaştırmaları için hedging zorunluluğu getireceklerini, ihracatçılara yıllık ortalama ihracat tutarlarına endeksli sınır koyacaklarını, ihracatçı olmayan küçük işletmelerin dövizle borçlanmasını ise yasaklayacaklarını belirtti. Ayrıca ek borçlanmaya duydukları ihtiyacın kısmen savunma ve güvenlik harcamalarından, kısmen diğer kamu harcamalarından ve bu arada otoyollar ve hastaneler ile ilgili projelerde verilen garantilerden, bir ölçüde de kur farkından ileri geldiğini söyleyerek artan bütçe riskine de dikkat çekmiş oldu. Kamu yönetimi, güçlenen kriz ihtimalini azaltmak için dış finansman bağımlılığını hafifletmek ve finansman maliyetlerini yükselten ülke risk puanını düşürmek için başta verimli ve döviz kazandırıcı yatırımların desteklenmesi olmak üzere farklı tedbirler üzerinde de çalışmak zorunda.

Firmalarımızın da kendi risklerini yönetmeye ve özellikle nakit bütçelemesine daha fazla özen göstermeleri, bu bağlamda gerekli teknikleri uygulayacak nitelikli yönetici ve danışman kullanımını lüks saymamaları gerek.Ama bunun ötesinde ölçek, rekabetçilik, verimlilik ve işletme sermayesi ile ilgili zaaflarını giderecek yollara daha fazla odaklanmaları, en önemlisi faaliyetlerinde yenilikçi bir yaklaşım benimsemeleri. Sonuç olarak herkes aynı gemide ve geminin güvenli seyrini sağlamak herkesin çıkarına…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019