İdare-i maslahatın maliyetleri

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Daha bir önceki haftaydı, piyasalarda referandum sonrası zaten beklenmekte olan kısa vadeli düzeltmenin kalıcı hale gelmesinin siyasal gerginliklerin gündemdeki ağırlığının azalmasına, kutuplaşmanın hafiflemesine, ekonomide odağın da pansuman tedbirlerinin ötesine geçerek, gerçek reform adımlarına ihtiyaç olduğunu söylemiştik. Aradan geçen kısa zamanda gördük ki herşey eski tas eski hamam, alıştığımız kısır siyasi çekişmeler, durumdan vazife çıkarmaya şartlanmış kişisel egolar, iktidardan pay devşirmeye çalışan yetkisi kendinden menkul medya kalemşörleri yaygarası arasında gündem, toplumun değişmeye başlayan ve incelen talebini görmezden gelerek, tamamen 2019 seçimleri üzerine şiddetli tartışmalara ve dedikodulara kilitleniverdi. Hele seçimlerin öne alınacağına, hatta bu yıl sonunda yapılacağına dair söylentiler de yaygınlaşınca umutların üstüne, bir süre için daha, soğuk su içmek kaçınılmaz gibi görünüyor.

Bir süre için diyoruz, çünkü politikacıların ve siyaset sürecinin toplumsal dinamiklerin gerisinde kalması ilanihaye devam edemez. Umalım ki bu bu süre uzamasın ve daha önemlisi maliyeti yüksek ve sancılı olmasın...

Kısa vade tutsaklığı bitmiyor

Aslında bu köşede yeri geldikçe altını çizdiğimiz iki arka plan sorununun aşılması da bu kısır döngünün kırılmasına bağlı. Aksi takdirde bizim siyasetimiz giderek politikacıların kendi aralarında oynadığı, halkın da belirli aralıklarda düzenlenen seçimlerle yeniden kurduğu bir tiyatro oyununa dönüşecek. Bu iki sorundan biri başta ekonomi olmak üzere hayatın neredeyse her alanında içinde bocaladığımız kısa vade tutsaklığı, diğeri de toplumun seçimlerinin sadece dört beş yılda kimlerin yöneteceğini belirlemesiyle sınırlı kılması, asıl çözüm beklediği sorunlarının nasıl aşılacağıyla ilgili stratejik tercihlerini ortaya koymamasıdır. Kuşkusuz iki sorundan da çıkışın sorumluluğu iki taraflı: Hem toplumun değişen ihtiyaçlarını ve taleplerini seslendirmenin yollarını bulması, hem de siyasetçilerin günü geçirmenin ve görüntüyü kurtarmanın, yani eski deyimle idare-i maslahatın ötesine geçerek ekonomik, sosyal ve yapısal darboğazlar konusunda uzun erimli politika alternatiflerini halkın önüne koyarak en geniş toplumsal desteği araması gerekiyor.

Kısa vade ve konjonktür bağımlılığı ile ilk sorun,referandumun hemen ertesinde başını çıkardı bile. Referandum ortamında, epeydir gerektiği halde, faiz silahını kullanmaktan çekinen para otoritesinin likidite penceresi gibi istisnai bir kanaldan da olsa faizi arttırarak rasyonel politikalara dönüş yapması dövizdeki köpüğü bir çırpıda almaya yetti. Tabii FED faizleri ile ilgili beklentinin yumuşaması ve Fransa'da aşırı sağın iktidar şansının ortadan kalkmasının da yardımıyla. Ancak aylardır dövizdeki keskin yükselişe kayıtsız kalınmasının enflasyon oranlarını ciddi şekilde zıplatmasının ve döviz borçları nedeniyle zaten bozuk olan reel sektör bilançolarına verdiği ciddi hasarın telafisi muhtemelen kamu otoritesinin bütün yılını alacak bir efor gerektirecek. Yani günü kurtarma kaygısı, gelecekte çok daha uzun zamanların yitirilmesi sonucunu doğuracak. İşin ilginç tarafı, bütün bunların eskisi gibi net dış kaynak girişinin arttığı değil azaldığı bir konjonktürde cereyan ediyor olması, belli ki firmaların da bireylerin de bekleyişlerini olumsuz etkilemiş. Bu da, hükümetin ekonomiyi canlandırma amacıyla aldığı tedbirlerin, sözgelişi KGF kefaletiyle sağlanan kredilerin etkinliğini yitirmesine yol açmış. Öyle ki ilk dört ayda 15 milyar dolar artan döviz mevduatı, sadece TL mevduatta azalma ile açıklanamıyor; anlaşılan devlet desteğiyle çekilen kredilerin bir bölümü de reel kesimin döviz borçlarının ödenmesi için döviz alımında kullanılmış. Bireyler de orta vadede dövizin artmasını bekliyor olmalılar ki tedbir amacıyla dövize yönelmişler. Para politikasına güvende aşınma, enflasyona karşı dövize sığınmayı tetiklemiş. Yetkililerin bu defa da, gecikmiş olarak enflasyon ile mücadele ilan ettikleri, bunun için de, şaşırtıcı olmayan biçimde, tarımsal üretimde reform yerine, "gıda komitesi" gibi sevimsiz çağrışım yapan bir isim altında fiyat düzenlemesi ve ithalat öngördükleri anlaşılıyor.

Şimşek ve Makron

Bu arada hükümetin küresel yatırımcılarla aynı dili konuştuğu için dikkatle izlenen üyesi ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in bir demeci var ki, yakın gelecekte doğru rotaya gireceğimiz yönündeki ümitleri karartıyor. Şimşek, hukukun bizde iyi işlemediğini, ama iyi işlediği ülkelerde de kâr marjlarının düşük olacağını belirterek Türkiye'nin sağladığı yüksek getirilerle hala cazip olduğunu vurgulamaya çalışmış. Oysa bilenler bilir, yatırımcı risk ve güveni belli bir dengede tutma eğilimindedir. Sadece teşvikleri ve getiriyi attırarak çekebileceğiniz yatırımcı hem daha az sayıdadır, hem de daha istikrarsızdır. Belli ki sayın Şimşek de kolay kolay strateji değiştirmeyeceğimizi kabullenmiş, mevcut durumu kalıcı bir modele dönüştürme yollarını arıyor.

Beri yandan Dışişleri Bakanı'nın Malta'daki AB Bakanlar zirvesinden sonraki "AB ile ilişkilerde çarkların yeniden dönmeye başladığı ve AB'nin hatasını anladığı" yolundaki açıklaması da, AB yetkililerinin sonraki beyanlarıyla örtüşmeyince hiçbir konuda pozisyon değiştirmekten hoşlanmadığımız izlenimi doğdu. AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Hahn,Türkiye'nin basın özgürlüğü, yargı adaleti ve kuvvetler ayrılığı yönlerinden AB kriterlerini karşilayamadığını kesin bir dille belirtti. Bu bakımdan tek olumlu gelişme, hiç değilse AB ile diyalog kapısını açık tutma eğiliminde olacak Makron'un, V. Cumhuriyet'in klasik sağ-sol tahtarevelli'sinin sonu niteliğindeki bir seçim ile 'aşırı sağ'a üstünlük sağlaması. Mevcut duruşumuzu değiştirmedikçe dış gelişmelerden medet ummaya devam edeceğimizden, şimdilik buna sevinmekle yetineceğiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019